1937’den Bugüne Türkiye’de Güvenlik ve İstihbarat Kurumlarının Dönüşümü ve Sonuçları,

30 Ağustos 2025

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu (1923), yalnızca bir siyasi rejim değişikliği değil, aynı zamanda emperyalizme karşı verilmiş bir bağımsızlık mücadelesinin sonucudur. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, emperyalist işgalcilere karşı askeri ve siyasi bir zafer kazanmış, Türk milletinin kendi iradesiyle devletini kurmasını sağlamıştır. Bu nedenle Cumhuriyet’in temeli, Atatürk’ün ifadesiyle “tam bağımsızlık” ilkesidir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu bağımsızlık ruhu yalnızca dış politikada değil, güvenlik, istihbarat ve kolluk kurumlarının işleyişinde de kendini göstermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), polis ve jandarma teşkilatları ile Milli Emniyet Hizmeti (MEH), doğrudan Türk milletinin çıkarlarını gözetmiş ve halkın bağımsızlığı için çalışmıştır.

Fakat 1938’de Atatürk’ün vefatıyla birlikte bu çizgi giderek zayıflamış, 1937–1946 arasında devletin yönetici kadroları bağımsızlıkçı felsefeden kopmuştur. 1946 sonrası Batı’ya yöneliş hızlanmış, 1952 NATO üyeliğiyle birlikte Türkiye emperyalizme teslim edilmiştir. Bu süreçte Türk milleti, devletin asli unsuru olmaktan çıkarılmış ve devlet kurumları Türk milletine değil, Batı’ya hizmet eder hale gelmiştir.

Bu makale, Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı çizgiden kopuşunu, güvenlik ve istihbarat kurumlarının dönüşümünü ve anti-emperyalist perspektiften bugünkü tabloyu incelemektedir.

1937–1946: Bağımsızlıkçı Çizgiden Kopuş

Atatürk’ün sağlığında Türkiye, hiçbir gücün etkisine girmeyen bağımsız bir devletti. Ekonomide devletçilik uygulanıyor, dış politikada denge korunuyor ve ordu yalnızca Türk milletine bağlı bir yapıda işliyordu. Ancak 1937’den itibaren, özellikle Atatürk’ün hastalığı döneminde, yönetici kadrolarda Batı’ya bağımlı bir anlayış gelişmeye başladı.

1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra bu anlayış tamamen hâkim oldu. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’nin bağımsızlıkçı yönü törpülendi. İkinci Dünya Savaşı boyunca tarafsızlık politikası izlenmiş olsa da, savaş sonrasında ülke hızla Batı blokuna yöneltildi. Bu yıllar, anti-emperyalist bakış açısından Cumhuriyet’in bağımsızlık temelinden uzaklaştırıldığı, Atatürk’ün kurduğu devletin adım adım devrildiği yıllardır.

1945 sonrası gelişmeler bu süreci daha da hızlandırdı. ABD’nin öncülüğünde kurulan yeni dünya düzeninde Türkiye’ye biçilen rol, Batı’nın çıkarlarını korumaktı. Türk milleti, devlet yönetiminde asli özne olmaktan çıkarılarak uluslararası sistemin nesnesi haline getirildi.

Bu nedenle 1937–1946 arası, Türkiye’de bağımsızlığın kırıldığı, Türk milletinin kendi devletinden uzaklaştırıldığı kritik bir dönemdir.

1946–1952: Çok Partili Hayat ve Teslimiyet

1946’da çok partili hayata geçiş, demokrasi söylemiyle meşrulaştırıldı. ABD ile yapılan Kahire Kültür Anlaşması ile ilk defa somut olarak ABD’nin etkisi altına girildi. Anti-emperyalist perspektiften bakıldığında, bu süreç Türkiye’yi Batı’ya bağlamanın bir aracı oldu. Demokrat Parti’nin yükselişi ABD’nin desteğiyle gerçekleşmiş; finansman, propaganda ve uluslararası baskı, Türkiye’nin siyasi sistemini Batı’ya eklemiştir.

1947 Truman Doktrini ve 1948 Marshall Yardımı, Türkiye’nin bağımsızlığını fiilen ortadan kaldırmıştır. Ekonomik bağımlılık, siyasi bağımlılığı beraberinde getirmiştir. Ordu ve güvenlik kurumları ABD yardımlarıyla şekillendirilmeye başlanmıştır.

Bu dönemde TSK, polis ve jandarma artık ulusal kurumlar değil, Batı blokunun çıkarlarını gözeten yapılar haline gelmiştir. MEH, CIA ile koordinasyon içinde çalışmış ve Türk milletinin güvenliğini korumak için kurulmuş kurumlar, emperyalizmin denetiminde Türk milletine yabancılaşmıştır.

1952’ye gelindiğinde teslimiyet tamamlanmıştır. Türkiye, NATO’ya katılarak bağımsızlığını emperyalizme devretmiştir.

1952: NATO’ya Katılım ve Bağımsızlığın Kaybı

Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılması, bağımsız bir ulus-devlet olarak varlığının sonudur. NATO üyeliği, askeri, siyasi ve istihbarat alanlarında emperyalizme bağlanmak demektir. Bu tarihten sonra TSK, NATO ordusunun bir parçasına dönüşmüş ve bağımsız hareket etme yeteneğini kaybetmiştir.

Anti-emperyalist bakış açısından NATO’ya katılmak, yalnızca askeri bir tercih değil, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in teslim edilmesidir. Bu tarihten sonra devletin bütün kurumları “light” versiyonlara dönüşmüştür: TSK light TSK, polis light polis, jandarma light jandarma, MEH light MEH (MİT) olmuştur.

Türk milletinin değil, emperyalizmin çıkarlarını koruyan bir devlet yapısı inşa edilmiştir. Bu durum, Türklerin devlet yönetiminden dışlanması anlamına gelmektedir.

Teşkilat-ı Mahsusa, MEH ve MİT: İstihbaratın Dönüşümü

Osmanlı’nın son döneminde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, doğrudan emperyalizme karşı bir örgütlenmeydi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında işgalci güçlere karşı istihbarat, propaganda ve özel harp faaliyetleri yürütmüş ve ulusal direnişin ilk örneklerinden biri olmuştur.

Cumhuriyet döneminde 1926’da kurulan Milli Emniyet Hizmeti (MEH), Atatürk’ün bağımsızlıkçı vizyonunu sürdürmek için oluşturulmuştur. MEH, Türk milletinin güvenliğini ve bağımsızlığını koruyan bir istihbarat örgütüydü.

Fakat 1952 NATO üyeliği ile birlikte MEH fiilen sona ermiş, emperyalizme bağlı hale gelmiş ve CIA ile koordineli çalışır duruma getirilmiştir. Böylece bağımsız Türk istihbaratı ortadan kaldırılmıştır.

1965’te kurulan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), adı “milli” olsa da bağımsız değildi. Kuruluş modeli, Batı ve İsrail istihbarat servisleriyle uyumlu şekilde tasarlanmıştır. MİT, emperyalizme bağlılığın kurumsallaşmasıdır. Türk milletini gözeten, anti-emperyalist hareketleri bastıran bir yapı olarak işleyen MİT, Teşkilat-ı Mahsusa ve MEH’in bağımsızlıkçı misyonunu tamamen tasfiye etmiştir.

TSK, Polis ve Jandarma’nın Bağımsızlıktan Kopuşu

TSK, Milli Mücadele’nin ordusuydu. Türk milletinin özgürlüğü için savaşmış, bağımsızlık sembolü olmuştu. Atatürk’ün ordusu tam bağımsızlığın güvencesiydi. Polis ve jandarma da halkın güvenliği için milli bir çizgide faaliyet gösteriyordu.

Fakat 1952’den itibaren bu kurumlar bağımsızlık karakterlerini kaybetmiştir. TSK, NATO ordusuna bağlanmış; polis ve jandarma Batı güvenlik doktrinlerine göre yeniden yapılandırılmıştır. Türk halkını koruması gereken kurumlar, Batı’nın çıkarlarını koruyan yapılara dönüşmüştür.

Anti-emperyalist bir perspektife göre 1952 sonrası dönemde Türk ordusu, “Türklerin ordusu” olmaktan çıkmış; emperyalizmin askeri aparatına dönüşmüştür. Polis ve jandarma da emperyalist sistemin yerel uzantıları hâline gelmiştir.

Türklerin Devlet Yönetiminden Dışlanması

Cumhuriyet’in kuruluşunda devlet Türk milletine aitti. Türk milleti, kendi iradesiyle kendi kaderini tayin ediyordu. Ancak 1937’den itibaren bu durum değişmiştir. 1946 sonrası Türk milleti devletin asli unsuru olmaktan çıkarılmıştır.

1952 sonrası süreçte devlet artık Türklerin devleti değildir. Yönetici kadrolar emperyalizme bağlı, Batı hayranı ve Türk milletinden kopuk kesimlerden oluşmuştur. Bu kadrolar, Türk milletinin çıkarlarını değil, Batı’nın çıkarlarını savunmuştur.

Bugün Türkiye’nin yaşadığı kimlik bunalımı, işte bu süreçten kaynaklanmaktadır. Devlet, Türk milletinden koparılmış ve emperyalizme teslim edilmiştir.

1952’den Günümüze Emperyalist Müdahaleler ve Türklerin Devletten Koparılması

1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle devlet, Türk milletinin elinden alınmış ve emperyalizmin doğrudan denetimine girmiştir. Türkiye, bağımsız bir ulus-devlet olmaktan çıkarak ABD’nin ileri karakolu hâline gelmiştir. ABD yalnızca güvenlik kurumlarını değil, devletin siyasetini, ekonomisini ve kültürünü de kontrol altına almıştır. Türk milleti, kendi devletinde ikinci plana itilmiş ve “devletin sahibi” olma vasfını kaybetmiştir.

Emperyalizmin bu bağımlılık sürecini sürdürmek için 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2016 müdahaleleri organize edilmiştir. Anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı tüm kadrolar tasfiye edilmiş, ABD çıkarlarına bağlı bir siyasal düzen inşa edilmiştir. Her darbe sonrası bağımsızlıkçı subaylar, aydınlar ve örgütler baskı altına alınmış, Türk milletinin devlet üzerindeki etkisi zayıflatılmıştır.

Bugün yaşanan gelişmeler de bu sürecin devamıdır. Emperyalizme bağlı yöneticiler, “açılım süreci” adı altında Türkiye’nin parçalanmasına hizmet etmiş; mecliste kurulan “BOP Eşbaşkanlığı Komisyonları” ile ülkenin bölünmesinin altyapısı hazırlanmıştır. Türk’ün adının anayasadan çıkarılması ve “Büyük Kürdistan” projesine zemin hazırlanması bir tesadüf değildir. Bu, 1952’de başlatılan teslimiyet sürecinin günümüzdeki somut sonucudur.

Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin politikaları da bu sürecin birer sürdürücüsüdür. Erdoğan’ın “BOP Eşbaşkanlığı” söylemi ve Bahçeli’nin sahte milliyetçilik üzerinden sistemin bekçiliğini üstlenmesi, Türk milletinin bağımsızlıkçı damarını bastırma çabasından başka bir şey değildir. Bugün Türkiye’nin emperyalist projelere eklemlenmesi, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinden kopuşun en açık göstergesidir.

Çözüm ve Öneriler

Türkiye’nin yeniden bağımsız olabilmesi için anti-emperyalist bir çizgiye dönmesi zorunludur. Atatürk’ün ilke ve devrimleri, bu çizginin temelidir.

Türk milleti, kendi iradesini sivil, siyasi ve kültürel alanlarda örgütlemelidir. Sendikalar, siyasi partiler, dernekler ve sivil toplum kuruluşları, anti-emperyalist bir çizgide birleşerek halkın iradesini yeniden devletin sahibi hâline getirmelidir.

Devletin asli unsuru olan Türk milleti, bu şekilde emperyalizmin etkilerini kırabilir ve milli iktidarı yeniden inşa edebilir. Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi, yalnızca bir tarihsel miras değil, bugün uygulanması zorunlu olan bir yol haritasıdır.

Milli iktidarın yeniden inşası, yalnızca devlet kurumlarının bağımsızlaşması ile sınırlı kalmamalıdır; toplumun bütün kesimlerinin bu bağımsızlık perspektifini benimsemesi gerekmektedir. Eğitim, kültür ve siyasi bilinçlendirme çalışmaları, milli diriliş için kritik öneme sahiptir.

Bağımsız bir Türkiye için, örgütlenmiş bir hareket, bağımsız istihbarat ve güvenlik yapıları ile sivil ve askerî alanlarda etkin milli kadroların oluşturulması şarttır. Atatürk’ün mirası, bugünün Türkiye’si için uygulanması gereken somut bir yol haritasıdır. Bu mirasın yeniden hayata geçirilmesi, Türk milletinin devlet üzerindeki asli kontrolünü geri kazanmasını sağlayacaktır.

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti 1923’te tam bağımsızlık üzerine kurulmuş, fakat 1937’den sonra bu çizgiden kopmuştur. 1946–1952 arası teslimiyet dönemi yaşanmış ve 1952 NATO üyeliği ile bağımsızlık tamamen kaybedilmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın anti-emperyalist ruhu, MEH’in bağımsızlıkçı karakteri tasfiye edilmiş; MİT emperyalizme bağlı bir yapı olarak doğmuştur. TSK, polis ve jandarma bağımsızlıktan kopmuş, emperyalist sistemin aparatlarına dönüşmüştür. Bu nedenle günümüz siyasetine hâkim olan Erdoğan ve Bahçeli gibi liderler, BOP çerçevesinde devlet ve millet üzerinde kontrolü sürdürmekte; Türk devletini ve milletini yok etme amacına hizmet etmektedir. Mecliste kurulan BOP-Barrack komisyonu da bu sürecin hızlandırıcı bir aracı olmuştur.

Bugün devlet, Türk milletinin değil, emperyalizmin çıkarlarının hizmetindedir. Bu durumun değişmesi, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesine dönmek, Türk milletinin kendi iradesini örgütlemesi ve milli iktidarı yeniden kurması ile mümkündür. Bağımsızlıkçı bir perspektif benimsenmeden, Türkiye gerçek anlamda özgürleşemez ve kendi geleceğini tayin edemez.

Dolayısıyla, milli diriliş yalnızca tarihsel bir idealle sınırlı kalmamalı; örgütlenmiş bir hareket, bağımsız istihbarat ve güvenlik yapıları ve sivil ile askerî alanlarda etkin milli kadrolar aracılığıyla somutlaştırılmalıdır. Atatürk’ün mirası, bugünün Türkiye’si için uygulanması gereken yol haritasıdır ve bu mirasın yeniden hayata geçirilmesi, Türk milletinin devlet üzerindeki asli kontrolünü geri kazanmasıyla mümkündür.

Kaynakça

• Ahmad, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2015.

• Zürcher, Erik J. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.

• Şener, Cemal. Milli Mücadelede İstihbarat. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2007.

• Uyar, Hakan & Akşin, Sina. Çağdaş Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

• Soysal, Mümtaz. Ordu ve Siyaset. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1969.

• Yerasimos, Stefanos. Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. İstanbul: Belge Yayınları, 1980.

• Yalçın, Soner. Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı. İstanbul: Doğan Kitap, 2004.

• Kodaman, Bayram. Atatürk ve Türkiye’nin Yeniden Doğuşu. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991.

• Hale, William. Türkiye’de Ordu ve Siyaset. İstanbul: Hil Yayın, 1994.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir