Bir Kibele Efsanesi

Kybele çoğu insanımızın tanışmadan gittiği anası. Anadolu tarihinin ana sembolü. Anlatmakla bitmeyen efsanelerin kadınlarının anası. Analar anası Kyble…

Çok eski zamanlarda daha yer, gök ve deniz birbirinden ayrılmadan iç içe iken, günlerden bir günbirdenbire, ortalıkta nereden geldiği bilinmeyen bir ezgi duyulmuş; bu ince nağmelerin peşinden yer, gök, deniz birbirinden ayrılmış. Meğer bu gizemli ezgi Uriniom’un yani Kybele’nin doğumunu müjdelemiş imiş. Onun sembolü de ay imiş. Meğer tüm evrenin hâkimi tanrıça, koca evrende yapayalnız bir başına imiş. Günün birinde avuçlarını birleştirmiş ve birden Ophion denilen koskocaman bir yılan kayıp gitmiş avuçlarının arasından.

Yalnızlığın ortasındaki Tanrıça bu yılanla birleşmiş, sarmaş dolaş olmuş, hayli bir zaman sevişmişler. Aşk adı verilen bu sarsıntıyla; yeryüzünde dağlar, tepeler oluşmuş,  dağlardan sular fışkırıp pınar, ırmak olmuş, sular birikmiş göller oluşmuş. Su ve havanın buluştuğu yerlerde başka canlılar bitkiler ortaya çıkmış gün yüzüne.  Büyük bir aşk ile sevişen tanrıça, yaptıklarından utanmış ve seviştiği yılanı öldürüp ruhunu yeraltına göndermiş. Sadece onu mu? Uymak zorunda kaldığı nefsini de Hekate adını vererek kara toprağın altına gömmüş. Tanrıçanın aşkı; yılanın dişleri çoban olup yeryüzüne çıkmış.

Anadolu bu, her ananın belleği efsane dolu, masal dolu… Bir Kibele efsanesi de günümüze şöyle gelmiş.

Geçmişte her şey canlı kabul edilir; onun bir ruhu ve koruyucusu olduğuna inanılırdı. Anadolu’nun ortasından Karadeniz’e yolculuk eden, Sakarya Irmağının tanrısı Sangarios’un Nana adındaki kızı, Kybele’nin kanından yetişen bir badem ağacının beyaz çiçeklerinden hamile kalır. Doğurduğu oğluna Attis adını verirler. Tanrıça Kybele Attis’e âşık olur. Yaşadıkça ona duyduğu sevgiyi yitirmeyeceğine ondan ayrılmayacağına dair sözler verir. Attis, zamanla Kybele’ye verdiği bağlılık sözünü unutur, ölümlü bir kızla evlenmeye kalkar. Düğüne Tanrıça Kibele de gelir.  Tanrıçayı gören Attis şaşırır ve aklını yitirip erkeklik organını keser.  Bu akan kandan bitkiler fışkırır. Bu gerçekte toprağın yani Ana Tanrıçanın ürün vermek üzere döllenmesi demektir.

Yöre halkı her yıl Eskişehir Ballıhisar (Pessinus) civarında, 21 Mart günü, Kybele adına şenlikler düzenlemeye başlar. Onlara göre Attis ve Kybelebu gün buluşmuşlar, aşkın temelini atmışlar. Kışın bittiği baharı ile birlikte güneşin ısıtan yüzünü gösterdiği bu güzel günde çalgılar, davullar çalınır, yöre insanı ve rahipler hep birlikte dans eder coşkunca eğlenirlerdi. Kibele inancındaki rahiplerin bu eğlencelerden sonra tılsımlı taşlar kullanarak kendilerini hadım ettikleri söylenmektedir. Bu tılsımlı taşların en enerjik olanları en ünlüsü bir zamanlar Pessinus kentinde bulunan ‘’Kybele Karataşı’’ imiş. Anadolu’nun dört bir yanında huni biçimli bu taşlardan çokça örnekler varmış.

Efesli Artemis: Anadolu’nun Ana tanrıçası Kibele aynı coğrafyada farklı adlar ile anılmış, Ege’de de Artemis olarak karşımıza çıkmıştır.

Günümüzde Yunan diye adlandırdığımız kavmin ataları Helenler bu bölgeye gelmeden önce, Efes çevresinde Lelegler ve Karlar yaşamaktadır. Derler ki; bu topluluklar Tanrıça Leto’ya inanmışlar. Kimileri de bu inanılan kült Kibele’dir, demektedirler. Helenler, tanrıların anası sayılan bu tanrıçaya Artemis demişler.

Bizim toprağın ürünü Efesli Artemis Yunanlıların bakire Artemis’inden farklıdır. Yunan Helen Artemis, ilkbahar ya da hilal ay ile yeni doğmuş bir genç kızı sembolize eder. Anadolu ürünü Efesli Artemis ise Kibele gibi doğurganlığın ifade eder. Rahipleri de kendi erkekliklerini kurban etmek zorundadırlar.  Erkeklik ve doğurganlığın gücü boğa, Kibele’nin de Efes Artemis’inin kutsal hayvanıdır. Boğa, toprağı yani Ana Tanrıçanın bağrını saban ile yarar. Daha sonra bu yarıkların içine tohum atıp toprağı döllendirir.

Anadolu’nun dört bir yanındaki eski tapınakların duvarlarında boğa başları, boynuzlar görürüz. Efes Artemis’i aynı zamanda Doğum tanrıçası, bolluğun ve bereketin temsilcisi Efesli Artemis, göğüslerinin çokluğu nedenliye Plymostos Artemis diye adlandırılır.

Doğum yapan kadınlara yardım eden Tanrıçanın tapınağını, İ.Ö. 356 yılında Erostratos adlı bir delinin yakmış olduğu söylenmektedir. “Artemis neden tapınağını koruyamadı?” sorusuna ise baş rahibin verdiği ilginç yanıt şöyledir.

“Tapınağın yakıldığı gün tam Büyük  İskender’in doğduğu günmüş. Artemis de doğum tanrıçası sıfatıyla İskender’in annesi Olympias’ı doğurtmak üzere onun sarayına gitmiş. O gün Efes’te olmadığı için tapınağını koruyamamış. Bugün tapınağın temel kalıntılarından başka bir şey kalmamıştır geriye.”

Tanrıça Artemis, etki ve saygınlığını Hristiyanlığın iyice yayılıp devlet dini olmaya başladığı dördüncü-beşinci yüzyıla kadar sürdürür. Aziz Paulus Efes’te verdiği vaazlarda elle yapılan heykelciklerin tanrı olmadığını söylediğinde ve tanrıçayı kötülediğinde, çok büyük bir dirençle karşılaşmıştır. Halk  “Bizim Artemis’imiz büyüktür!” diye hep bir ağızdan iki saat bağırmıştır. Paulus da bu tepki karşısında Efes’ten kaçmak zorunda kalır. Ancak Efesliler tarihte eşine az rastlanan bir kültürel aktarım örneği göstermişlerdir. Tapındıkları Tanrıça Artemis kendilerine yasak edilip, inançları yüzünden akla hayale gelmeyen işkence ve saldırılara uğrayınca; Efesliler Meryem Ana’ya Artemis’in bütün niteliklerini aktarmışlar ve onu yüceltmişler.

Kaynak mı soruyorsunuz. Dağ taş Anadolu’nun her bir yanı, kütüphanelerdeki kitaplar her yerde yazılı bunlar. Yeter ki geçmişimizi tanıma gayretimiz olsun. Bilmek yaşamaktır.

Ne diyelim, sayfalarını mitolojinin gizemleri ile süsleyen tüm kitaplar böyle diyor. Üç kıtanın orta yerinde, her kavime, her inanca, her kültüre köprü olmuş, kucak açmış bir coğrafyada; çocuk gelinler, kadına şiddet, geleneğin arkasına saklanarak işlenen cinayetler duyarlı insanlara acı veriyor. Tanrıçalar tanrıçalığından utanıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir