Ortadoğu, yüzyıllardır emperyalist stratejilerin merkezinde yer alan jeopolitik bir alandır. Bu coğrafyada yürütülen vekâlet savaşları, bölge devletlerinin iç işlerine müdahale, doğal kaynakların sömürülmesi ve halkların kutuplaştırılması yoluyla sürdürülen çok boyutlu saldırılar, özellikle Irak ve Suriye gibi ülkelerde trajik sonuçlar doğurmuştur.
Irak işgali sonrasında gelişen halk direnişi, yalnızca bir ülkenin değil, tüm bölgenin emperyalizme karşı iradesinin sembolü hâline gelmiştir. Bu direniş, günümüzde Türkiye’ye yöneltilen jeopolitik kuşatma planları bağlamında da yeniden önem kazanmaktadır.
Bu bağlamda siyonizm ve emperyalizm, yalnızca Ortadoğu halklarının kaynaklarını değil, aynı zamanda bağımsız karar alma mekanizmalarını da hedef almıştır. Türkiye, hem stratejik konumu hem de tarihsel rolü gereği bu kuşatmanın potansiyel ikinci halkası olarak konumlandırılmak istenmektedir. Bu tehdit, yalnızca dış kaynaklı değil, içerdeki iş birlikçi unsurlar eliyle de büyütülmekte, medya, akademi ve siyaset gibi alanlarda kültürel ve ideolojik zemini hazırlanmaktadır.
İran, bu emperyalist projelere karşı önemli bir direnç odağı olarak öne çıkmaktadır. Elbette burada İran’ın politik rejiminden ziyade, İran halkının ve devlet aklının bölgeyi savunma refleksi vurgulanmalıdır. Türkiye’nin bu direniş hattının dışında kalması, yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda stratejik bir zafiyet doğuracaktır. İran’ın yalnız bırakılması, Türkiye’nin daha sonra aynı senaryolarla karşı karşıya kalması anlamına gelecektir.
1: Irak Direnişi ve Bölgesel Jeopolitik
2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan süreç, sadece bir ülkenin rejim değişikliği değil, aynı zamanda tüm Ortadoğu’nun parçalanma planlarının aktif hâle getirilmesiydi. Irak’taki direniş, özellikle Şii ve Sünni grupların emperyalizme karşı zaman zaman ortak hareket etmeleriyle şekillendi. Bu halk direnişi, modern dönemin en uzun soluklu anti-emperyalist mücadelelerinden biri hâline gelmiştir. Ancak bu direniş, Batı medyasında “terörizm” ya da “mezhepsel çatışma” olarak etiketlenerek meşruiyetsizleştirilmeye çalışılmıştır.
Irak örneğinde görüldüğü gibi, emperyalizmin ilk hedefi bir ülkenin ordu ve devlet yapısını tasfiye etmektir. Ardından ise toplumsal yapının kimlik, mezhep ve etnisite üzerinden ayrıştırılması gelir. Bu strateji, “böl ve yönet” ilkesinin güncellenmiş bir versiyonudur. Türkiye açısından bakıldığında, benzer süreçlerin PKK ve FETÖ gibi yapılar üzerinden denendiği açıkça görülmektedir. Bu nedenle Irak direnişiyle dayanışma, yalnızca geçmişe dönük bir nostalji değil, bugüne ve geleceğe yönelik stratejik bir zorunluluktur.
Türkiye’de bazı çevreler, özellikle laik kesimin bir bölümünü temsil eden “sarı laikler”, emperyalizmle mücadeleyi “İslamcılık” etiketiyle küçümseyerek çarpıtmaktadır. Oysa emperyalizme karşı direniş; etnik, mezhepsel ya da ideolojik değil, bağımsızlık ilkesine dayalı bir halk hareketidir. Bu yanlış okuma, kamuoyunda direnç hattına karşı mesafeli bir duruş yaratmakta ve Türkiye’nin kendi güvenliği açısından ciddi bir körlüğe neden olmaktadır.
2: Türkiye’nin İkinci Hedef Olarak Konumlandırılması
Irak ve Suriye’nin çökertilmesiyle birlikte, Türkiye’nin emperyalist planlar çerçevesinde bir sonraki hedef olduğu artık açıkça dile getirilmektedir. Türkiye’nin askeri ve ekonomik bağımsızlığını hedef alan finansal operasyonlar, iç karışıklık yaratmaya dönük sosyal mühendislik projeleri ve medyadaki algı manipülasyonları, bu sürecin birer parçasıdır. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi, bu kuşatma planlarının sahaya sürülmüş en tehlikeli adımlarından biri olarak değerlendirilmelidir.
Emperyalizm ve siyonizmin Türkiye’ye dair hedefleri yalnızca doğrudan müdahale ile sınırlı değildir. Kültürel dejenerasyon, eğitimde milli kimliğin silikleşmesi, gençlik arasında nihilizmin yaygınlaştırılması gibi yumuşak güç unsurları da devreye sokulmaktadır. Bu süreçte, içerdeki iş birlikçiler ise özellikle küreselci akımlara entegre olmuş akademik ve medya çevrelerinde kendini göstermektedir. Bu nedenle direniş yalnızca dışa karşı değil, içerdeki ideolojik ajanlara karşı da verilmelidir.
Bu noktada İran ile geliştirilecek stratejik ittifak önem kazanmaktadır. Elbette bu ittifak, İran’ın iç politikasına yönelik koşulsuz destek anlamına gelmemeli; ancak devletlerin emperyalist projelere karşı ortak paydada buluşması, hayati önemdedir. İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden geliştirdiği direniş hattı, Türkiye için de bir güvenlik kuşağı işlevi görebilir. Bu bağlamda Türkiye, Batı’nın dayattığı “İran tehdidi” söyleminden sıyrılarak gerçek çıkarlarına odaklanmalıdır.
3.Türkiye’nin Direniş Stratejisi
Türkiye’de emperyalizme karşı geliştirilen her direniş, belirli ideolojik çevreler tarafından “gerici”, “İslamcı”, hatta “şeriatçı” olmakla yaftalanmaktadır. Bu durum özellikle kendilerini “laik” olarak tanımlayan kesimlerin içinden türeyen ve Batılı değerleri mutlak üstünlük olarak gören “sarı laik” çevrelerde gözlemlenir. Bu yaklaşım, Batı’nın liberal söylemlerini mutlak doğru kabul ederek, Türkiye’nin milli reflekslerini körelten bir işlev görmektedir. Ancak burada laiklik değil, onun sekülerist-dogmatik biçimde yorumlanışı eleştirilmektedir.
“Sarı laiklik” kavramı, Fransa’daki sarı yelekliler gibi halkçı bir tepkiyle değil, halktan kopuk elitist bir zihniyetle karakterize olur. Bu kesim, emperyalizmin bölgedeki müdahalelerine karşı çıkanları geri kalmışlıkla suçlarken, ABD ve İsrail merkezli politikalara koşulsuz bir meşruiyet tanır. İran karşıtlığı da bu zihniyetin ana eksenlerinden biridir. Oysa İran’ın direniş gücü, ABD ve İsrail’in bölgesel hesaplarını bozan önemli bir aktör konumundadır. Bu nedenle “rejim” ile “devlet” ve “millet” ayrımını yapmaksızın yapılan eleştiriler, bilinçli bir manipülasyon işlevi taşır.
Bu algı operasyonlarının bir diğer amacı, Türkiye’nin Batı’dan kopmaması için toplumda İran fobisi yaratmaktır. Halbuki bölgesel gerçeklikler, Türkiye’nin çıkarlarının NATO ya da AB değil, bölgesel aktörlerle geliştirilecek denge politikalarıyla korunabileceğini göstermektedir. Bu noktada akademi, medya ve sivil toplum kuruluşlarının bu söylem çarpıtmalarına karşı bilinç yükseltici çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Çünkü zihinlerde kaybedilen savaş, sahada da kaybedilmeye mahkûmdur.
4.Sonuç ve Öneriler:
Ortadoğu’da emperyalizme karşı verilen mücadele, artık yalnızca silahlı çatışmalarla değil, medya, ekonomi, kültür ve ideoloji alanında da yürütülen çok boyutlu bir savaş hâline gelmiştir. Irak direnişi, bu mücadelenin ilk örneklerinden biri olarak hafızalarda yerini almışken, bugün Türkiye benzer bir kuşatma altına alınmaktadır. Bu bağlamda İran’ın ortaya koyduğu bölgesel duruş yalnızca desteklenmeli değil, ders de alınmalıdır. Direniş hattı, mezhep ya da ideoloji değil, bağımsızlık temelli bir birliktelik üzerinden inşa edilmelidir.
Türkiye’nin bu kuşatmaya karşı direnç geliştirebilmesi için hem dış politikada hem de iç kamuoyunda yeni stratejilere ihtiyacı vardır. Birincisi, İran gibi bölgesel aktörlerle siyasi ve güvenlik temelli iş birlikleri derinleştirilmelidir. İkincisi, içerideki iş birlikçilerin söylem manipülasyonlarına karşı halkı bilinçlendirecek medya ve akademik çalışmalar yürütülmelidir. Üçüncüsü, genç nesillerin kimliksizleştirilmesine karşı kültürel direniş inşa edilmelidir. Bu, eğitim ve sivil toplum temelli uzun vadeli bir projedir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin emperyalizm ve siyonizme karşı yürütülen küresel direnişte tarafsız kalması, kendi geleceğini tehlikeye atmak anlamına gelir. İran, Irak, Suriye ve Lübnan’da oluşan direniş ekseniyle dayanışma yalnızca duygusal değil, stratejik bir zorunluluktur. Bu nedenle her türlü ideolojik manipülasyona karşı dik durarak, akılcı ve vizyoner bir dış politika ile bölgesel barış ve bağımsızlık için mücadele edilmelidir.
Kaynakça
1. Chomsky, N. (2007). Hegemony or Survival: America’s Quest for Global Dominance. Holt Paperbacks.
2. Kuru, A. T. (2009). Secularism and State Policies toward Religion: The United States, France, and Turkey. Cambridge University Press.
3. Kepel, G. (2004). The War for Muslim Minds: Islam and the West. Harvard University Press.
4. Tüfekçi, T. (2019). “Ortadoğu’da Direniş Hattı ve Türkiye’nin Konumu.” Ortadoğu Analiz, 11(2), 23–38.
5. Halliday, F. (2005). The Middle East in International Relations: Power, Politics and Ideology. Cambridge University Press.
6. Bayat, A. (2013). Post-Islamism: The Changing Faces of Political Islam. Oxford University Press.
7. Ertem, S. (2020). “Türkiye-İran İlişkilerinin Jeopolitik Temelleri.” Uluslararası İlişkiler Dergisi, 17(68), 41–60.