“Kurt Bu Kışı Geçirir Ama Yediği Ayazı Unutmaz”

Türkiye’de Halk Hafızası, İktidar ve Muhalefet İlişkileri Üzerine Eleştirel Bir İnceleme

“Kurt bu kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” atasözü, yalnızca doğa şartlarını değil; aynı zamanda sosyo-politik bellek ve toplumsal travmaları da anlatır. Bu bağlamda, Türkiye gibi siyasi istikrarsızlıkların, ekonomik buhranların ve kutuplaşmaların yoğun yaşandığı ülkelerde, halkın yaşadığı zorluklar yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi yıpranmalara da işaret eder. Ancak bu ayazdan kurtulma süreci, halkın yaşadıklarını unutmaması ve onları siyasi tercihlerine yansıtmasıyla anlam kazanır. Aksi halde, halk onurunu, haysiyetini ve siyasi iradesini kaybederek, birer “oy fahişesi” veya “siyasi mürid” hâline gelir.

1. Türkiye’de Siyasal Hafıza ve Unutma Kültürü

Türkiye toplumu, özellikle 1980 darbesinden sonra şekillenen medya, eğitim ve siyaset üçgeninde, sistematik olarak unutmaya teşvik edilmiştir. Siyasal hafıza, genellikle kriz dönemlerinde canlansa da, uzun vadede kalıcı bir toplumsal refleks haline dönüşemez. Bu, halkın yaşadığı her ekonomik ya da politik buhranın ardından kısa bir öfke patlamasıyla ortaya çıkar, ancak bu duygular seçim sandığında ya istikrar korkusuyla bastırılır ya da muhalefetin yetersizliği nedeniyle karşılık bulmaz.

Siyasi aktörler, halkın bu zayıf hafızasını istismar etmekte oldukça başarılıdır. “Mazlumken zalimleşen” iktidar yapıları, halkın kısa vadeli reflekslerine hitap ederek uzun vadeli unutuşlara yatırım yapar. Böylece halk, sürekli bir “daha kötüsü olur” korkusuyla, yaşadığı her ayazı sineye çekmeye alışır.

2. İktidarın Dönüştürücü Gücü ve Toplumu Şekillendirme Yetkisi

Her iktidar, yalnızca yönetmekle kalmaz; aynı zamanda toplumun değerlerini, ahlaki ölçülerini ve siyasi beklentilerini de şekillendirir. Türkiye’de mevcut iktidar, dini ve milli duyguları ustalıkla harmanlayarak kendisini bir “kader” olarak sunmayı başarmıştır. Bu noktada halk, artık bir siyasi tercihte bulunmaktan çok, “iman etmek” ya da “sadakat göstermek” ikilemiyle karşı karşıya kalmaktadır. İktidar eleştirisi, bir inancı eleştirmekle eşdeğer hale gelmiştir.

Bu dönüşümde medya gücünün, devlet mekanizmasının ve toplumsal baskının etkisi büyüktür. Ekonomik krizler, yolsuzluklar, liyakatsizlik gibi meseleler, ancak kısa süreli infialler yaratır; ardından “dış mihraklar”, “üst akıl” gibi soyut düşman figürleriyle yeniden iktidar lehine kurgulanır. Böylece halk, yaşadığı ayazı rasyonel değil, duygusal bir biçimde yorumlamaya başlar.

3. Muhalefetin Kimlik Bunalımı: Bir Alternatiften Ziyade Gölge

Muhalefetin asli görevi, iktidarı denetlemek, halka alternatif sunmak ve halkın sesi olmakken; Türkiye’de muhalefet partileri çoğu zaman bu üç fonksiyonun hiçbirini yerine getirememektedir. Kimi zaman elitist, kimi zaman popülist çıkışlar halkla bağ kurmaktan uzak kalır. Bu da muhalefeti “milli olmayan”, yani halkın dertlerinden kopuk bir yapı olarak algılanmasına neden olur.

Muhalefet; halkın yaşadığı sorunları sadece söylemsel olarak dile getirir, ancak bu sorunları bir siyasi projeye dönüştürme becerisinden yoksundur. Toplumu ikna etme gücü, iktidarın kurduğu anlatıyı çözme kapasitesi kadar güçlü değildir. Hâl böyle olunca, halk ne kadar ayaz yemiş olursa olsun, “hiç olmazsa bildiğimiz dert” diyerek yeniden iktidara yönelir.

4. Oy Fahişeliği ve Siyasi Müridlik: Toplumsal Ahlakın Erozyonu

Siyasi irade, vatandaşın en temel onuru ve haysiyetidir. Ancak bu irade; ya çıkar ilişkilerine, ya da dogmatik bağlılıklara teslim edildiğinde, birey özgür yurttaş olmaktan çıkar. “Oy fahişesi” kavramı, bireyin çıkar uğruna siyasi tercihini sık sık ve menfaatine göre değiştirmesini anlatırken; “siyasi müridlik” ise, bireyin siyasi parti ya da lidere sorgusuz bağlılığını simgeler.

Her iki tipoloji de demokrasiye zarar verir. Birincisi, halkın taleplerini ve ideallerini hiçe sayarak yalnızca ekonomik beklentilere yönelir. İkincisi ise bireysel aklı ve iradeyi bir lidere teslim ederek onu sorgulanamaz hale getirir. Her iki durumda da seçmen, birer “vatandaş” olmaktan çıkıp ya birer “müşteri” ya da “tarikat mensubu” haline gelir.

5. Milli Olmak Ne Demektir?

Muhalefeti “milli olmayan” olarak nitelendirmek, her ne kadar iktidar tarafından bir propaganda aracı olarak kullanılsa da, bu suçlamanın halk nezdinde bir karşılığı vardır. Çünkü muhalefetin büyük kısmı, halkla temas kurmaktan çok, kendi ideolojik ve entelektüel çevresinde konuşur. Bu durum, onları halkın dertlerinden uzak ve sadece iktidar düşmanlığı üzerinden siyaset yapan yapılar olarak gösterir.

Oysa milli olmak, sadece bayrak sallamak ya da marş okumakla sınırlı değildir. Milli olmak; halkın ekmeğini, işini, huzurunu savunmaktır. Bunun için de halka ulaşan, onu anlayan ve onun diliyle konuşan bir siyaset gerekir. Bu eksiklik, muhalefetin en zayıf noktasıdır.

6. Medyanın Rolü: Unutturma ve Uyuşturma Makinesi

Medya, halkın hafızasını diri tutmak yerine, gündemi manipüle eden, halkın dikkatini dağıtan bir araç haline gelmiştir. Günümüz Türkiye’sinde büyük medya kuruluşları, ya doğrudan iktidarın kontrolündedir ya da sermaye ilişkileri nedeniyle tarafsızlıktan uzaklaşmıştır. Muhalif medya ise çoğu zaman dar bir kitleye hitap etmekte ve “karşıtlık” üzerine kurulu söylemleriyle kendi kamuoyunu kutuplaştırmaktadır.

Bu medya düzeninde, halk yaşadığı sorunları anlamlandıramaz, çözüme dair bilgi edinemez ve sonunda pasif bir izleyiciye dönüşür. Bu da hem iktidarın işine gelir, hem de muhalefetin çaresizliğini besler.

7. Halkın Sorumluluğu: Unutmak da Bir Tercihtir

Her ne kadar siyasal sistemin aksaklıkları belirleyici olsa da, halk da kendi geleceğinin mimarıdır. Demokratik toplumlar, halkın kolektif hafızasıyla yol alır. Eğer halk yaşadığı zorlukları unutursa, yaşanan hiçbir acı gelecek için ders olmaz. Bu yüzden, halkın siyasi tercihini belirlerken yalnızca kimlik ve duygular üzerinden değil, geçmiş deneyimler üzerinden de karar vermesi gerekir.

Unutmak bir tercih olduğunda, yaşanan her adaletsizlik, her ekonomik kriz ya da yolsuzluk, kaçınılmaz hale gelir. Bu yüzden “ayazı unutmamak” sadece bir tepki değil, bir sorumluluktur.

8. Çıkış Yolu: Yeni Bir Siyasi Ahlaka İhtiyaç Var

Türkiye’nin bu kısır döngüden çıkışı, yeni bir siyasi ahlakın inşa edilmesine bağlıdır. Bu ahlak, sadece siyasi partilerde değil, aynı zamanda halkın da içinde filizlenmelidir. Şeffaflık, hesap verebilirlik, liyakat, özgürlük gibi evrensel değerlerin savunulduğu bir siyasi ortam, hem iktidarı denetler hem de muhalefeti güçlendirir.

Bu yeni ahlakın temelinde, halkın kendi onuruna sahip çıkması, siyasi tercihlerini vicdanla yapması ve hiçbir lidere biat etmemesi gerekir. Siyaset; bir kurtuluş, bir tapınma ya da bir ticaret değil; halkın iradesini yaşatma mücadelesidir.

Sonuç: Bu Millet Yediği Kazığı Unutursa, Kimliğini Kaybeder

Türkiye’de halk, çok defa ayazda bırakılmış, çok defa aldatılmıştır. Ancak bu yaşanmışlıklar unutuldukça, halkın onuru ve geleceği de yok olur. Unutmak; sadece bir geçmişi değil, aynı zamanda bir geleceği de silmektir. Eğer bu millet, iktidardan da muhalefetten de yediği kazığı unutursa, sadece bugününü değil, yarınını da kaybeder.

Artık bu ayazı sadece atlatmak değil, hatırlamak ve unutmamak gerekiyor. Siyasi tercih; bir sadakat değil, bir sorumluluk, bir onur meselesidir. Ve bu onuru korumanın yolu, hafızayı diri tutmaktan, haksızlığa direnmekten ve geleceğe sahip çıkmaktan geçer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir