İran’a Yönelik Selefi-İslamcı Tutumun Eleştirisi
İslam mezhepsel ayrışmalar tarihsel bir temele dayanmakta olup, bu ayrışmalar sadece teolojik düzeyde değil, siyasal ve toplumsal dinamikleri de şekillendiren temel faktörlerden biridir. Günümüzde bu ayrışmanın en belirgin örneklerinden biri, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı takınılan mezhebi merkezli tutumlarda görülmektedir. Özellikle kendilerini anti-emperyalist olarak tanımlayan bazı Sünni-Selefi çevrelerin, iş İran’a geldiğinde emperyalizme karşı söylemlerini askıya almaları, çelişkili ve dikkat çekici bir pozisyon üretmektedir.
Son dönemde modern Ortadoğu siyasetinde İran’a yönelik düşmanlığın tarihsel Emevi anlayışıyla ilişkisi, bu anlayışın emperyalist çıkarlarla örtüşme biçimleri ve bu çelişkinin güncel İslamcı yapılar üzerindeki etkisi artarak sürdürülmektedir. Emevi zihniyetinin, Şiiliğe karşı tarihsel kinle şekillenmiş yaklaşımının bugünkü versiyonları, emperyalist güçlerle doğrudan veya dolaylı ittifaklar içerisinde tezahür etmektedir. Bu yapıların İran düşmanlığı, çoğu zaman emperyalist aktörlerin bölgedeki çıkarlarına paralel bir eksende ilerlemektedir.
Özellikle 2000’li yıllardan itibaren bölgede artan mezhepçilik, emperyalist stratejilerin işlevsel bir aracı hâline gelmiştir. İran’a karşı geliştirilen söylemlerin, İsrail’in ve Batılı güçlerin politikalarıyla eşgüdüm hâlinde olması, bu yapıların anti-emperyalist değil, mezhep merkezli hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, Suriye iç savaşında ve Yemen krizinde açıkça gözlemlenmiştir (Nasr, 2006).
Emevi Geleneği ve Şiilik Karşıtlığı
İslam tarihinde Şiiliğin dışlanması süreci, özellikle Emeviler döneminde kurumsal bir hal almıştır. Hz. Ali’nin halifeliği sonrası gelişen Cemel ve Sıffin savaşları, bu dışlamanın siyasi zeminini oluşturmuştur. Emeviler döneminde Şii kimliği, sadece muhalif değil, aynı zamanda “sapkın” ilan edilerek bastırılmıştır. Bu süreçte Kerbela vakası, Şii-Sünni ayrışmasının travmatik kırılma noktası olarak önem taşımaktadır (Momen, 1985).
Bu tarihsel ayrışma, zamanla doktrinsel ayrılıkların ötesine geçerek siyasi düşmanlığa evrilmiştir. Şiilik, İslam’ın “devlet-din” bütünlüğünü sorgulayan ve otoriteye karşı direnen bir pozisyonda konumlandığı için, Emevi yönetimi tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu anlayış günümüze kadar birçok geleneksel Sünni yapıda korunmuştur. Bugün İran’a karşı sergilenen tutum, çoğu zaman bu tarihsel hafızanın bir devamı niteliğindedir (Dabashi, 2011).
Modern selefi hareketlerin çoğu, Emevi dönemin siyasal anlayışını dini bir hakikatmiş gibi savunmakta ve Şiiliği “bidat” olarak görmektedir. Bu çerçevede İran, sadece jeopolitik bir rakip değil, aynı zamanda mezhepçi bir öteki olarak hedefe konmaktadır. Bu algı, İran’a karşı yürütülen operasyonlarda emperyalist güçlerle işbirliğini meşrulaştıran bir zemin sunmaktadır (Gerges, 2016).
İran’a Karşı Sessizlik: Emperyalizme Hizmet Eden Mezhepçilik
İran’a karşı geliştirilen söylemler çoğunlukla mezhebi temellidir ve bu söylemler, emperyalist stratejilerle örtüşen bir içerik taşımaktadır. Suriye iç savaşında, ABD ve İsrail’in hedef aldığı İran destekli aktörlere karşı Sünni-İslamcı yapıların destek vermesi, bu mezhepçi pozisyonun bariz örneklerinden biridir. Bu yapıların, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını görmezden gelmesi hatta onaylaması, anti-emperyalist iddialarıyla çelişmektedir (Achcar, 2013).
Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki İslamcı yapılar arasında da bu tutum yaygındır. Emperyalist müdahalelere karşı olan sözde direniş çizgileri, İran hedef olduğunda yerini sessizliğe veya alkışa bırakmaktadır. Bu durum sadece siyasi pragmatizmle açıklanamaz; mezhebi önyargılar, bu sessizliğin ve çelişkinin esas belirleyicisi olmaktadır (Keddie, 2003).
Aynı yapılar İsrail’in Filistin’deki işgaline karşı ses yükseltirken, İran’ın Filistin direnişine verdiği destekten rahatsızlık duymaktadır. İran’ın Hamas, Hizbullah ve diğer direniş hareketlerine verdiği destek, emperyalist eksen için ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır. Ancak bu tehdit algısı, mezhepçi İslamcı yapılar tarafından da paylaşılmakta ve emperyalist politikalarla aynı çizgide konumlanmalarına neden olmaktadır (Abdo, 2013).
Selefi Yapılar, CIA ve Mossad İlişkileri
Ortadoğu’da faaliyet gösteren bazı Selefi yapılarla Batılı istihbarat servisleri arasındaki ilişkiler çeşitli akademik çalışmalarda ve belgelerde dile getirilmiştir. Özellikle Afganistan savaşında CIA’nın, radikal İslamcı yapılarla işbirliği yaparak Sovyetler’e karşı bir cihat örgütlemesi bu ilişkinin ilk somut örneklerinden biridir (Coll, 2004). Bu yapıların büyük kısmı daha sonra El Kaide, DEAŞ gibi yapılara dönüşmüştür.
Benzer şekilde, Arap Baharı sonrası kurulan ve şekillenen birçok İslamcı yapının Batılı çıkarlarla uyumlu hareket ettiği görülmektedir. Bu yapıların İran karşıtı propagandaları, emperyalist güçlerin bölgedeki stratejik hedefleriyle örtüşmektedir. İran’ın “yayılmacı” ve “mezhepçi” olarak damgalanması, bu söylemin Batı nezdinde meşrulaştırılması açısından işlevseldir (Bayat, 2017).
İran’ın hem bölgesel bir güç hem de İslam dünyasında alternatif bir model olarak yükselmesi, bu yapıların gözünde kabul edilemezdir. İran’ın laik olmayan ancak Batı karşıtı bir İslam devleti modeli sunması, hem Suudi destekli Vahhabi anlayışı hem de Batılı stratejistler için tehdit olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede mezhebi gerekçelerle İran’a karşı yürütülen söylemler, aslında emperyalist kurguların İslami bir kisveyle örtülmesidir (Esposito, 1999).
İsrail-İran Gerilimi ve İslamcı Çifte Standart
İsrail’in İran’a karşı gerçekleştirdiği suikastlar ve hava saldırıları, birçok Sünni-İslamcı çevrede sessizlikle veya üstü kapalı bir onayla karşılanmaktadır. İran düşmanlığı, bu yapıların emperyalist saldırılara karşı takındığı çifte standardı ortaya koymaktadır. Oysa İsrail, bölgedeki en uzun süredir işgalci olan devletlerden biri olup, Filistin başta olmak üzere birçok Arap halkına karşı saldırgan bir politika yürütmektedir (Finkelstein, 2005).
İran’ın bu saldırılara karşı geliştirdiği direniş hattı, İslamcı camialar tarafından çoğu zaman görmezden gelinmekte veya küçümsenmektedir. Bu durum, mezhebi önceliklerin direniş ilkelerinin önüne geçtiğini göstermektedir. Oysa teorik olarak ümmet anlayışı, mezhepler üstü bir birlik hedefler. Ancak pratikte, mezhebi kimlikler bu anlayışın önünde engel teşkil etmektedir (Shakman Hurd, 2008).
İslam dünyasında Şii karşıtlığı üzerinden şekillenen politikalar, İsrail ve Batılı güçlerin bölgedeki etkinliğini artırmakta ve parçalanmış bir İslam dünyası yaratmaktadır. Bu durumdan en çok fayda sağlayan aktörlerden biri İsrail’dir. Zira İran’a yönelen mezhebi düşmanlık, İsrail’in bölgedeki saldırgan politikalarını daha görünmez kılmakta ve meşrulaştırmaktadır (Khalidi, 2009).
Sonuç
Bugün çeşitli islamcı çevrelerin İsrail’in İran’a saldırısına sevinen ve İran’a karşı geliştirilen mezhepçi tutumların, tarihsel Emevi zihniyetinin modern bir tezahürü olduğunu ve bu tutumların çoğu zaman emperyalist politikalarla örtüştüğünü ortaya koymuştur. Kendilerini güya “anti-emperyalist” olarak konumlandıran birçok İslamcı yapı, İran hedef olduğunda sessiz kalmakta ya da emperyalist söylemlerle aynı eksende hareket etmektedir.
Bu çelişkili tutum, İslam dünyasında gerçek bir anti-emperyalist birlik inşasının önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir. Mezhepçi önyargılar, İslam ümmetinin ortak düşmanlarına karşı kolektif bir direniş oluşturmasını engellemekte; bu da Batılı güçlerin ve İsrail’in lehine işlemektedir. Bu nedenle mezhebi kimliklerin ötesine geçen bir politik bilinç inşa edilmesi, bölgesel bağımsızlık açısından elzemdir.
Günümüz İslamcı hareketlerinin, tarihsel travmalar ve mezhepçi kabullerle yüzleşmeden sahici bir adalet ve direniş politikası üretmesi mümkün değildir. Emevi geleneğinin günümüzdeki versiyonlarını aşmadan, Ortadoğu’da ki islam ülkelerinde adalet ve direniş çizgisine ulaşmak da mümkün olmayacaktır.
Kaynakça
• Abdo, G. (2013). The New Sectarianism: The Arab Uprisings and the Rebirth of the Shi’a–Sunni Divide. Brookings Institution.
• Achcar, G. (2013). The People Want: A Radical Exploration of the Arab Uprising. University of California Press.
• Bayat, A. (2017). Revolution without Revolutionaries: Making Sense of the Arab Spring. Stanford University Press.
• Coll, S. (2004). Ghost Wars: The Secret History of the CIA, Afghanistan, and Bin Laden. Penguin.
• Dabashi, H. (2011). Shi‘ism: A Religion of Protest. Harvard University Press.
• Esposito, J. L. (1999). The Islamic Threat: Myth or Reality? Oxford University Press.
• Finkelstein, N. (2005). Beyond Chutzpah: On the Misuse of Anti-Semitism and the Abuse of History. University of California Press.
• Gerges, F. A. (2016). ISIS: A History. Princeton University Press.
• Keddie, N. R. (2003). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.
• Khalidi, R. (2009). Sowing Crisis: The Cold War and American Dominance in the Middle East. Beacon Press.
• Momen, M. (1985). An Introduction to Shi‘i Islam. Yale University Press.
• Nasr, V. (2006). The Shia Revival: How Conflicts within Islam Will Shape the Future. W. W. Norton & Company.
• Shakman Hurd, E. (2008). The Politics of Secularism in International Relations. Princeton University Press.