22 Temmuz 2025
Aşk ve sevgi, insanlığın ortak ancak karmaşık duygusal deneyimlerindendir. Bu kavramlar, kültürden kültüre, bireyden bireye değişiklik gösterebilir. Aşk çoğu zaman yoğun, tutkulu ve romantik bir bağlılık olarak tanımlanırken; sevgi daha geniş, kapsayıcı ve sürekli bir bağlılık biçimi olarak anlaşılmaktadır^[1^]. Ancak bu ayrım evrensel midir? Kültürlerarası çalışmalar, aşkın ve sevginin hem ortak hem farklı boyutlara sahip olduğunu ortaya koymaktadır^[2^].
Bu makalenin amacı; aşk ve sevginin tanımlarını netleştirmek, bu kavramların kültürel bağlamda nasıl farklılaştığını ortaya koymak ve nihayetinde birey-toplum ekseninde bu duyguların bastırılıp bastırılmadığını irdelemektir.
1. Kavramsal Çerçeve: Aşk ve Sevgi Nedir?
Aşk, birçok dilde “romantik bağlılık” veya “yoğun arzu” ile eşanlamlı kullanılır. Latince “amor” kelimesinden türeyen aşk, zamanla tutkulu sevgiye dönüşen bir kavram halini almıştır^[3^]. Batı kültürlerinde aşk genellikle idealize edilirken, Doğu kültürlerinde daha çok bağlılık ve sorumlulukla ilişkilendirilir^[4^].
Sevgi ise, daha durağan ve kapsayıcı bir duygudur. Bir ebeveynin çocuğuna, bireyin dostuna ya da Tanrı’ya duyduğu sevgi, aşkın doğrudan karşılığı değildir. Sevgi, psikolojik olarak güvenlik, sıcaklık ve yakınlık hisleriyle örtüşürken; aşk daha çok arzu, tutku ve risk ile ilişkilendirilir^[5^].
Kavramların ayrımı bazı kültürlerde net olmasa da, modern psikoloji bu iki duyguyu işlevsel olarak farklı kategorilerde inceler. Sternberg’in Üçgen Aşk Teorisi’nde aşk, tutku, bağlılık ve yakınlıktan oluşur; sevgi ise genellikle sadece bağlılık ve yakınlıkla sınırlıdır^[6^].
2. Antropolojik Bakış: Farklı Kültürlerde Aşk ve Sevgi
Aşkın evrensel bir duygu olduğu savunulsa da, antropolojik veriler aşkın her kültürde aynı biçimde yaşanmadığını göstermektedir. Örneğin, bazı Afrika kabilelerinde evlilik öncesi aşk ilişkileri toplumsal olarak teşvik edilmez; evlilik aşkın değil, işbirliğinin zemini olarak görülür^[7^].
Doğu Asya kültürlerinde, özellikle Çin ve Japonya’da, aşk bireysel değil, aile onayı ve toplumsal dengeyle ilişkili bir süreçtir. Confucian kültürlerde sevgi, ahlaki bir görev ve sosyal düzen unsuru olarak algılanır^[8^].
Buna karşın Batı toplumlarında (özellikle ABD ve Avrupa), bireysellik ve romantizm ön plandadır. Aşk bir özgürlük ve kendini gerçekleştirme aracı olarak yüceltilir. Bu durum, “romantik aşk mitini” doğurmuştur^[9^].
3. Psikolojik Perspektif: Aşkın ve Sevginin Bilişsel ve Duygusal Yapısı
Psikoloji, aşk ve sevgiyi nörokimyasal, duygusal ve bilişsel boyutlarıyla açıklar. Aşk, dopamin ve serotonin gibi ödül sistemlerini harekete geçirirken; sevgi daha çok oksitosin ve vazopressin gibi bağlanma hormonlarıyla ilgilidir^[10^].
Ainsworth’un bağlanma kuramı, sevginin erken çocuklukta şekillendiğini ve yetişkin ilişkilerde bu modelin tekrarlandığını öne sürer. Bu, sevginin psikolojik temellerinin daha erken ve derin olduğunu gösterir^[11^].
Aşk ise çoğunlukla ani gelişen, yüksek riskli ve duygusal yönden inişli çıkışlı bir süreçtir. Bu nedenle, aşk ilişkileri genellikle kısa ömürlü olurken, sevgiye dayalı ilişkiler daha uzun vadeli ve stabil kalabilir^[12^].
4. Felsefi Yaklaşım: Aşkın Doğası ve Anlamı
Felsefede aşk, antik Yunan’dan beri tartışılan bir konudur. Platon, “Symposium” adlı eserinde aşkı “güzelliğin idealleştirilmesi” olarak yorumlar. Ona göre aşk, dünyevi olandan ilahi olana doğru bir yükseliştir^[13^].
Spinoza ise aşkı, “arzunun bilinçli farkındalığı” olarak tanımlar. Bu tanım, aşkı akılsız bir tutku olarak değil, içsel bir evrim süreci olarak ele alır^[14^]. Kierkegaard’a göre ise aşk, Tanrı sevgisine ulaşmanın bir yoludur; romantik aşk ise çoğu zaman yanıltıcıdır^[15^].
Felsefi yaklaşımlar, aşkın yalnızca bir duygu olmadığını; aynı zamanda bir bilgi, bir değer ve bir eylem biçimi olduğunu öne sürer. Sevgi ise çoğunlukla etik bir sorumluluk, hatta bir görev olarak ele alınır (örneğin Kant’ta sevgi, iyi niyetli davranışla bağlantılıdır).
5. Kültürel Kodlar: Aşk ve Sevginin Dili
Dil, aşk ve sevginin nasıl algılandığını belirlemede merkezi bir rol oynar. Japonca’da “koi” daha çok arzuya dayalı aşkı tanımlarken, “ai” daha derin ve kalıcı sevgiye işaret eder^[16^]. Aynı şekilde Arapça’da “hubb” sevgi anlamına gelirken, “ishq” tutkulu aşkı temsil eder.
İngilizce’de hem “love” hem de “passion” terimleri kullanılırken, Türkçede aşk ve sevgi daha belirgin ayrışır. Bu ayrışma, duyguların sosyal kabul sınırlarını da belirler. Aşk genellikle daha kişisel, gizemli ve hatta tehlikeli bir şey olarak kodlanır.
Bu kodlama, kültürel normlara göre aşkın ne kadar yaşanabilir olduğunu belirler. Katı geleneksel toplumlarda aşk ilişkileri bastırılırken, postmodern bireyci kültürlerde yüceltilir ve özendirici hale gelir^[17^].
6. Kültürlerin Sınırları: Bastırma mı, Yönlendirme mi?
Toplumlar, aşkı ve sevgiyi doğrudan bastırmaktan çok, onları belli normlar çerçevesinde şekillendirir. Aşkın evlilik dışında yaşanması, birçok kültürde sosyal yaptırımlarla cezalandırılır. Bu nedenle bireyler, aşkı gizli ya da bastırılmış biçimlerde yaşar^[18^].
Kültür, aşkı sınırlandırmaz, ancak onu belli bir forma sokar. Modern toplumda bu biçim, flört, partnerlik ve romantik ilişki gibi sosyal kurumlarla belirlenir. Geleneksel toplumlarda ise aşkın toplumsal kabulü, evlilik ve aile kurumu ile sınırlanmıştır^[19^].
Aşkı bastıran değil, yönlendiren kültürler, bireylerin duygusal gelişimini de etkiler. Bastırma değil yönlendirme, aşkı kültürel olarak daha sürdürülebilir kılabilir^[20^].
7. Aşk ve Sevginin Modernleşme ile Evrimi
Sanayi devrimi, bireyciliğin artması ve toplumsal mobilitenin hızlanması aşkın deneyimleniş biçimini değiştirmiştir. 20. yüzyılda “romantik aşk”, bireyin kendini gerçekleştirme aracı haline gelmiştir^[21^].
Modernleşme, aşkı evlilik dışı alana da taşımış; duygusal tatmin, cinsel özgürlük ve romantik macera arayışı norm haline gelmiştir. Sevgi ise daha çok aile, sadakat ve uzun vadeli bağlılıkla ilişkilendirilir^[22^].
Bu değişim, aşkın toplumsal temsillerini de dönüştürmüştür: edebiyat, sinema ve müzik gibi kültürel üretimler, aşkı idealize eden ve yeniden üreten araçlar haline gelmiştir^[23^].
Sonuç: Aşk ve Sevgi Evrensel midir, Kültürel midir?
Aşk ve sevgi hem biyolojik hem kültürel olarak temellenmiş duygulardır. Biyolojik olarak ortak olan bu duygular, kültürel filtrelerden geçerek farklı biçimlerde yaşanır. Bu yönüyle aşk ve sevgi hem evrensel hem kültüreldir.
Her kültür, aşkı ve sevgiyi kendi tarihsel, sosyal ve dini bağlamında tanımlar. Bu nedenle evrensel bir aşk ya da sevgi deneyimi yoktur; ancak ortak yönler üzerinden bir evrensellikten söz edilebilir.
Sonuç olarak, aşk ve sevgi insanlığın vazgeçilmez duyguları olarak kültürel, psikolojik ve felsefi düzeyde incelenmeyi hak eder. Bu inceleme, bireyin hem içsel dünyasını hem de toplumsal ilişkilerini daha iyi anlamasına katkı sağlar.
Dipnotlar
1. Fromm, E. (1956). The Art of Loving. Harper & Row.
2. Jankowiak, W. (Ed.). (1995). Romantic Passion: A Universal Experience? Columbia University Press.
3. Singer, I. (1984). The Nature of Love. University of Chicago Press.
4. Yan, Y. (2003). Private Life under Socialism. Stanford University Press.
5. Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss. Basic Books.
6. Sternberg, R. J. (1986). “A Triangular Theory of Love.” Psychological Review, 93(2), 119–135.
7. Mead, M. (1928). Coming of Age in Samoa. William Morrow.
8. Hsu, F. L. K. (1981). Americans and Chinese: Passage to Differences. University of Hawaii Press.
9. Illouz, E. (1997). Consuming the Romantic Utopia. University of California Press.
10. Fisher, H. (2004). Why We Love: The Nature and Chemistry of Romantic Love. Henry Holt.
11. Ainsworth, M. D. S. (1989). “Attachments Beyond Infancy.” American Psychologist, 44(4), 709–716.
12. Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). “The Need to Belong.” Psychological Bulletin, 117(3), 497–529.
13. Plato. (ca. 385–370 BC). Symposium.
14. Spinoza, B. (1677). Ethics.
15. Kierkegaard, S. (1847). Works of Love.
16. Lebra, T. S. (1976). Japanese Patterns of Behavior. University of Hawaii Press.
17. Foucault, M. (1976). The History of Sexuality.
18. Abu-Lughod, L. (1993). Writing Women’s Worlds: Bedouin Stories. University of California Press.
19. Giddens, A. (1992). The Transformation of Intimacy. Stanford University Press.
20. Nussbaum, M. (2001). Upheavals of Thought: The Intelligence of Emotions. Cambridge University Press.
21. Beck, U., & Beck-Gernsheim, E. (1995). The Normal Chaos of Love. Polity Press.
22. Hirsch, J. S., & Wardlow, H. (Eds.). (2006). Modern Loves. University of Michigan Press.
23. Radway, J. (1984). Reading the Romance. University of North Carolina Press.