12 Ağustos 2025
I. Modern ulus-devlet yapılarında vatandaşlık ve kimlik tanımı yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda tarihsel, kültürel, dilbilimsel ve sosyolojik bir olgudur. Bir devletin vatandaşlarına verdiği isim, o devletin kurucu felsefesini, tarihsel köklerini ve ulusal bütünlüğünü yansıtır. Türkiye Cumhuriyeti’nde bu isim “Türk”tür ve 1924’ten bu yana tüm anayasal metinlerde bu şekilde tanımlanmıştır. Buna karşın, son yıllarda kamuoyunda “Türkiyeli” gibi yapay, bilimsel ve gerçekçi olmayan ” alternatif” kavramlar gündeme gelmiş; bu durum hem bilimsel hem de siyasi düzlemde ciddi tartışmalara yol açmıştır. “Türkiyeli” kavramı, ulus-devlet teorisine göre kurucu kimliği belirsizleştiren, aidiyet tanımını yalnızca coğrafi sınırla sınırlayan ve yerleşik tarihsel-kültürel bağları zayıflatan bir nitelik taşımaktadır.
Bilimsel açıdan “Türkiyeli” kavramının tutarsızlığı dört temel boyutta incelenebilir: dilbilim, antropoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi. Dilbilim açısından, “Türk” kelimesi hem etnik hem ulusal kimlik anlamı taşıyan, binlerce yıllık bir isimdir; buna karşın “Türkiyeli” yalnızca coğrafi aidiyet belirten -li ekinin yapay bir türevidir. Antropolojik olarak, ulus tanımı ortak tarih, dil ve kültür üzerine inşa edilirken “Türkiyeli” yalnızca sınırlar içinde bulunmayı esas alır. Sosyolojik olarak, bu kavram ortak aidiyet hissini zayıflatır ve kimliği parçalar. Siyasi düzlemde ise, kurucu etnik kimliği bulanıklaştırarak anayasal vatandaşlık tanımını muğlaklaştırır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan devralınan çok-etnili imparatorluk mirasını ulus-devlet modeline dönüştürürken, vatandaşlık tanımını Fransız “citoyen” modeline yakın şekilde, etnik köken ayrımı yapmadan ama tek bir ulusal kimlik adı etrafında (Türk) inşa etmiştir. Fransa’da tüm vatandaşlar “Fransız”, Almanya’da “Alman”, İngiltere’de “British” olarak tanımlanır; “Fransalı” veya “Almanyalı” gibi kavramlar bulunmaz. Bu durum, modern devletlerin kendi bütünlüklerini korumak için kullandıkları kimlik standardizasyonunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, “Türkiyeli” kavramının uluslararası emsalleri yoktur ve bu yönüyle de bilimsel tutarsızlığı pekişir.
Günümüzde kon üzerinde ki kafa karşıklığının giderilmesi açısından da iyi incelenmesi , “Türk” ve “Türkiyeli” kavramlarını tarihsel, antropolojik, sosyolojik, dilbilimsel, psikolojik, askeri ve siyasi açılardan karşılaştırmalı olarak ele alınması gerekmektedir. Yöntem olarak hem Türkiye’deki anayasal-hukuki düzenlemeler hem de Fransa, Almanya ve İngiltere örnekleri karşılaştırmalı biçimde ele alınması konuyu anlamaya yardımcı olacaktır . Türkiyeli kavramın ortaya çıkışında küresel kimlik politikaları, özellikle 1990 sonrası etnik kimlik tartışmaları ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) bağlamındaki emperyal stratejik yönlendirmeler olduğu açıktır. Bu yüzden, “Türkiyeli” kavramının neden bilimsel, hukuki ve sosyolojik olarak tutarsız olduğunun, uluslararası örneklerle birlikte ortaya konması zorunlu bir hal almıştır .
II. TARİHSEL VE ANTROPOLOJİK TEMELLER
“Türk” kavramı, tarihsel olarak yalnızca bir etnik grubu değil, zamanla siyasi ve kültürel bir bütünlüğü ifade eden üst kimliği temsil etmiştir. İlk kez Çin kaynaklarında M.Ö. 6. yüzyılda “T’u-küe” (突厥) biçiminde geçen bu ad, Göktürkler döneminde devletin resmî adı hâline gelmiş, Orta Asya bozkır medeniyetinde hem siyasi otorite hem de kültürel aidiyet sembolü olarak kullanılmıştır. 11. yüzyıldan itibaren Selçuklular, ardından Anadolu beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu, “Türk” adını çoğu zaman halk tabirinde, zaman zaman da siyasi bir kimlik olarak kullanmıştır. Osmanlı döneminde yönetici elitin kendini “Osmanlı” olarak tanımlaması, “Türk” adının daha çok Anadolu köylüsü ve askerî unsurlara atıfla kullanılmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak buna rağmen, halk dilinde “Türk” daima Müslüman-Türk kültür havzasının bir parçası olmayı ifade etmiştir.
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, ulus-devlet modeline geçiş sürecinde “Türk” kavramı yeniden merkezi bir anayasal kimlik tanımına kavuşmuştur. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk denir” ifadesiyle, hem etnik hem de vatandaşlık tanımını kapsayan bir üst kimlik anlayışı ortaya koymuştur. Bu tanım, Fransız Devrimi sonrası vatandaşlık modelini esas almış, ancak aynı zamanda tarihsel Türk kimliğini kurucu unsur olarak korumuştur. Böylece, ulusal kimlik tanımı hem kapsayıcı (farklı etnik kökenleri dahil eden) hem de tarihsel sürekliliği sağlayan bir çerçeveye oturtulmuştur.
Antropolojik açıdan bakıldığında, ulus kavramı ortak dil, tarih, kültür ve semboller etrafında şekillenen bir toplumsal inşa sürecidir. “Türk” kimliği, yalnızca etnik kökene dayalı değil, aynı zamanda ortak tarihsel tecrübe, kültürel kodlar ve devlet geleneği ile pekişmiş bir ulusal üst kimliktir. Buna karşın, “Türkiyeli” kavramı antropolojik bağdan yoksundur; yalnızca coğrafi konum bildirir. Bu durum, ulusu tanımlayan kültürel ve tarihsel bağların yerine, mekânsal sınırların esas alınmasına yol açar ki bu, ulus-devlet teorisi açısından zayıf ve sürdürülemez bir modeldir.
Avrupa’daki tarihsel örnekler bu durumu pekiştirmektedir. Fransa’da “Fransız” (Français) kimliği, kökeni ne olursa olsun vatandaşlık bağıyla tanımlanır; “Fransalı” gibi bir coğrafi aidiyet ifadesi siyasi kimlik olarak kullanılmaz. Almanya’da “Deutsch” terimi hem etnik hem de vatandaşlık kimliği ifade eder; “Almanyalı” gibi bir kavram anayasal ve toplumsal bağlamda anlamsızdır. İngiltere’de ise “British” (Birleşik Krallık vatandaşlığı) siyasi kimliktir, ancak kökenler açısından “English”, “Scottish”, “Welsh” gibi alt etnik aidiyetler mevcuttur; buna rağmen “Britanyalı” kavramı resmî vatandaşlık tanımı yerine geçmez. Bu örnekler, ulusal kimliğin coğrafi değil, kültürel ve tarihsel bağlam üzerinden inşa edildiğini göstermektedir.
III. ANAYASAL VE HUKUKİ ÇERÇEVE
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninde vatandaşlık tanımı, kuruluş felsefesiyle doğrudan bağlantılıdır. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk denir” hükmü ile, hem etnik hem de hukuki vatandaşlık bağını bir araya getiren kapsayıcı bir üst kimlik tanımı ortaya koymuştur. Bu ifade, etnik köken farkını reddederken, ulusal aidiyeti “Türk” adıyla belirlemiş ve bu kavramı devletin kurucu unsuru haline getirmiştir. 1961 Anayasası da 54. maddesinde aynı mantığı korumuş, yalnızca madde numaralandırmasında değişiklik yapmıştır. 1982 Anayasası’nın 66. maddesi ise, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” hükmüyle, bu anlayışı sürdürmüştür. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” kavramı yalnızca bir etnik grup adı değil, anayasal olarak tanımlanmış hukuki vatandaşlık kimliğidir.
“Türkiyeli” kavramının mevcut anayasal düzen içinde herhangi bir yeri bulunmamaktadır. Hukuken, devlet vatandaşlarına farklı bir isim verme yetkisini anayasada belirtilen tanımın dışına çıkarak kullanmak mümkün değildir. “Türkiyeli” tanımı, hukuki metinlerde yer almamakta ve vatandaşlık hukukunda karşılık bulmamaktadır. Bu nedenle, bu kavramın kullanılmasının hukuki meşruiyeti yoktur; üstelik bu kavram anayasal tanımı değiştirmeyi gerektirir ki bu, yalnızca anayasa değişikliği yoluyla mümkün olabilir. Ancak böyle bir değişiklik, kurucu kimliği bulanıklaştırma ve devletin bütünlüğünü zayıflatma riskleri nedeniyle ciddi siyasi ve toplumsal tartışmalara yol açar.
Uluslararası karşılaştırmalarda benzer bir durum gözlenmektedir. Fransa Anayasası, “Fransız” kavramını yalnızca vatandaşlık bağıyla tanımlar ve hiçbir şekilde “Fransalı” gibi coğrafi aidiyete dayalı bir kavramı kullanmaz. Almanya’da Grundgesetz (Temel Yasa) “Alman” tanımını vatandaşlık bağı ile ilişkilendirir; “Almanyalı” gibi bir ifade anayasal veya hukuki metinlerde yer almaz. Birleşik Krallık’ta ise “British citizen” tanımı yasal statüyü belirler; “Britanyalı” kavramı yalnızca coğrafi veya kültürel bağlamlarda kullanılır, resmi vatandaşlık tanımı yerine geçmez. Bu örnekler, modern ulus-devletlerin vatandaşlık tanımında coğrafi aidiyet yerine, ulusal kimliği merkeze aldığını açıkça göstermektedir.
Dolayısıyla, “Türkiyeli” kavramının hukuki bir karşılığa sahip olmaması ve uluslararası hukukta benzer örneklerinin bulunmaması, onun bilimsel ve anayasal açıdan tutarsız olduğunu pekiştirmektedir. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut anayasal düzeni, vatandaşlık tanımını “Türk” kimliği etrafında korumakta ve bu tanımı değiştirecek her girişim, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bütünlük açısından da ciddi sonuçlar doğurma potansiyeli taşımaktadır.
IV. DİLBİLİMSEL VE SOSYOLOJİK BOYUT
Dil, ulusal kimliğin en güçlü taşıyıcılarından biridir. “Türk” kelimesi, Türkçe’nin en eski köklerinden birini temsil eder ve kökeni Orta Asya Türk lehçelerine kadar uzanır. Morfolojik olarak yalın ve öz bir yapıya sahip olan bu kelime, tarihsel olarak hem etnik hem de siyasi aidiyeti ifade edecek biçimde kullanılmıştır. Göktürk Kitabeleri’nde devlet kurucu topluluğu, Osmanlı’da ise halk tabirinde Anadolu Müslümanlarını kapsayan bir anlam yüklenmiştir. Cumhuriyet döneminde ise bu kelime, etnik sınırları aşan bir üst kimlik olarak hukuki çerçeveye yerleşmiştir. Bu açıdan, “Türk” hem tarihsel derinliği hem de dilsel yerleşikliği bakımından güçlü bir ulusal kimlik göstergesidir.
Buna karşın, “Türkiyeli” kelimesi yapısal olarak Türkçe’de yerleşik ulusal kimlik adlandırma kurallarına uymaz. Kelime, “Türkiye” özel adından -li ekinin türetilmesiyle oluşur. -li eki Türkçe’de çoğunlukla coğrafi veya mekânsal aidiyet bildirir (İzmirli, Ankaralı gibi) ve bu tür kullanımlar, yerleşim yeri ya da doğum yeri ile sınırlıdır. Ancak ulus kimlikleri dilde bu şekilde türetilmez; zira ulusal kimlik yalnızca mekânsal konum değil, ortak kültür, tarih ve semboller üzerinden tanımlanır. “Türkiyeli” ifadesi bu nedenle dilbilimsel açıdan zayıf, yapay ve tarihsel köklerden kopuk bir tanımdır.
Sosyolojik olarak, ulusal kimlik yalnızca hukuki bağ ile değil, toplumsal aidiyet hissi ile inşa edilir. “Türk” kimliği, Anadolu’nun ve çevresindeki geniş coğrafyanın ortak hafızasında, devlet kuruculuğu, askeri zaferler, ortak dil ve kültür unsurları ile pekişmiş bir kimliktir. Bu kimlik, toplum içinde “biz” bilincini güçlendiren, ulusal birlik ve dayanışma duygusunu besleyen bir rol oynar. “Türkiyeli” kavramı ise bu bütünlüğü sağlayacak tarihsel ve kültürel arka plandan yoksundur; yalnızca aynı coğrafya içinde bulunmayı esas aldığı için, sosyolojik olarak güçlü bir aidiyet bağı kuramaz.
Ulus-devlet teorisinde dil ve kimlik arasındaki ilişki, millî bütünlüğün en önemli dayanaklarından biridir. Ernest Renan’ın 1882’deki ünlü “Ulus Nedir?” konferansında belirttiği gibi, bir ulus “ortak hatıralar ve ortak irade” ile ayakta durur. Bu bağlamda, “Türk” kavramı bu ortak hatıraların ve iradenin dilsel sembolü olarak işlev görürken, “Türkiyeli” kavramı bu rolü üstlenebilecek kültürel ve duygusal altyapıya sahip değildir. Bu nedenle, dilbilimsel ve sosyolojik açıdan “Türkiyeli” tanımı ulusal kimlik inşasında tutarlı ve sürdürülebilir bir seçenek olarak değerlendirilemez.
V. PSİKOLOJİK VE ASKERİ STRATEJİ AÇISINDAN KİMLİK
Ulusal kimlik, yalnızca hukuki veya kültürel bir kategori değil, aynı zamanda toplumsal psikoloji üzerinde belirleyici etkiye sahip stratejik bir unsurdur. Sosyal kimlik teorisine göre, bireyler ait oldukları gruplardan kimlik ve özsaygı devşirir. Türkiye’de “Türk” kimliği, bu bağlamda yalnızca bireysel değil, kolektif bir gurur ve dayanışma kaynağı olarak işlev görmektedir. Ortak tarihsel başarılar, milli semboller, bayrak, milli marş ve kurucu lider figürü (Mustafa Kemal Atatürk) gibi unsurlar, toplumsal psikolojide “Türk” kimliğini birleştirici bir çerçevede güçlendirmiştir.
“Türkiyeli” kavramı ise bu psikolojik zemini zayıflatma potansiyeline sahiptir. Çünkü bu tanım, ulusal kimliğin yerine coğrafi aidiyeti koyarak, tarihsel hafıza ve ortak mücadele bilincini geri plana iter. Kolektif kimliğin güçsüzleşmesi, toplumun kriz zamanlarında dayanışma kapasitesini ve moral bütünlüğünü olumsuz etkileyebilir. Sosyal psikoloji literatüründe, kimlik parçalanmasının toplumsal stres, güvensizlik ve grup çatışmalarını artırdığı yönünde bulgular mevcuttur. Bu nedenle, kimliğin dilsel ve sembolik düzeyde korunması, ulusal bütünlük açısından kritik önemdedir.
Askeri strateji açısından, ulusal kimlik bir ülkenin savunma doktrininin temel unsurlarından biridir. Türkiye’nin askerî geleneği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, “devleti ve milleti birlikte savunma” anlayışına dayanır. Bu anlayışın psikolojik temeli, tüm vatandaşların ortak bir kimlik etrafında birleşmesidir. Askerî eğitim, moral motivasyon ve seferberlik durumlarında “Türk” kimliği, bütün orduyu ve halkı aynı hedef etrafında kenetleyen bir sembol olmuştur. Bu bağlamda, “Türkiyeli” gibi coğrafi aidiyet temelli kavramlar, ulusal savunma bilincinde zayıflama ve motivasyon kaybına yol açabilir.
Güvenlik politikaları açısından, kimlik bütünlüğü stratejik caydırıcılık için de önemlidir. Dış tehditlere karşı birlik mesajı vermek, yalnızca askeri kapasiteyle değil, toplumsal dayanışma gücüyle sağlanır. Bölünmüş veya zayıf tanımlanmış kimlikler, dış politika aktörleri tarafından manipülasyon ve ayrıştırma amacıyla kullanılabilir. Bu nedenle, ulusal güvenlik stratejileri ile kimlik politikaları arasında doğrudan bir ilişki vardır. Türkiye’nin jeopolitik konumu, bu ilişkinin daha da hassas ve kritik olmasına yol açmaktadır.
VI. PSİKOLOJİK VE KÜLTÜREL BOYUT
Ulusal kimlik, bireylerin ve toplumun psikolojik bütünlüğünü sağlayan temel bir unsurdur. Toplumsal psikoloji alanında, kimlik duygusu bireylerin kendini ait hissetme, aidiyet ve özsaygı kaynaklarını oluşturur. Türkiye’de “Türk” kimliği, ortak tarih, dil ve kültürel değerler etrafında şekillenmiş olup, bireylerin milli bilincinin ve dayanışmasının psikolojik temelini oluşturur. Bu kimlik, kriz ve tehdit anlarında toplumsal birlik ve moral motivasyonun korunmasına hizmet eder.
Kültürel açıdan, ulusal kimlik bireylerin geçmişiyle bağ kurduğu ve kültürel hafızayı paylaştığı bir yapıdır. “Türk” kimliği, kültürel kodlar, tarihsel anlatılar ve milli sembollerle zenginleştirilmiş; böylece kuşaklar arasında süreklilik sağlanmıştır. Bu bağlamda, kültürel kimliğin korunması, toplumsal barış ve sosyal uyum açısından elzemdir.
“Türkiyeli” kavramı ise, bu psikolojik ve kültürel bütünlüğü zedeleyici etkiler taşımaktadır. Coğrafi aidiyeti esas alan bu kavram, ortak tarih ve kültürel bağları göz ardı ederek, toplumsal parçalanma riskini artırmaktadır. Psikolojik olarak, bu tür yapay kimlik tanımları bireylerde aidiyet krizlerine yol açabilir ve toplum içinde güven bunalımı yaratabilir. Kültürel anlamda ise, milli hafızanın zayıflaması, toplumun ortak değerlerden kopmasına neden olabilir.
Nihayetinde, ulusal kimliğin psikolojik ve kültürel boyutları, devlet ve millet bütünlüğünün korunmasında kritik bir rol oynar. Bu nedenle, Türkiye’de “Türk” kimliğinin bu derin yapısal işlevleri göz ardı edilmeden, bilimsel ve siyasal yaklaşımlarla desteklenmesi gerekmektedir.
VII. ULUSLARARASI KARŞILAŞTIRMA (FRANSA, ALMANYA, İNGİLTERE ÖRNEKLERİ)
Modern ulus-devletlerin vatandaşlık ve kimlik tanımları incelendiğinde, her ülkenin kendi tarihsel deneyimlerinden kaynaklanan özgün bir model geliştirdiği görülmektedir. Ancak ortak nokta, vatandaşlık tanımının coğrafi aidiyetten ziyade siyasi, kültürel ve tarihsel bağlam üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu durum, “Türkiyeli” gibi coğrafi temelli kavramların neden uluslararası emsallere sahip olmadığını anlamak açısından önemlidir.
Fransa’da ulusal kimlik, 1789 Devrimi’nden sonra “citoyen” (vatandaş) kavramı üzerine inşa edilmiştir. Fransız Anayasası, tüm vatandaşları “Fransız” olarak tanımlar ve bu tanım etnik köken farkı gözetmez. Hukuki belgelerde veya resmi dilde “Fransalı” gibi coğrafi aidiyet bildiren bir kavram kullanılmaz. Fransız kimliği, ortak dil, laiklik ilkesi, devrim değerleri ve cumhuriyetçilik idealleri etrafında şekillenmiştir. Bu kimlik, ülke içindeki farklı etnik kökenleri kapsayıcı bir şekilde bütünleştirmeyi amaçlar.
Almanya’da ulusal kimlik, uzun süre “jus sanguinis” (kan bağı) ilkesiyle tanımlanmıştır. Bu nedenle “Deutsch” kavramı hem etnik hem de hukuki vatandaşlık kimliğini ifade eder. 2000’li yıllarda yapılan reformlarla göçmen kökenliler için vatandaşlık edinme süreci kolaylaştırılmış olsa da, “Almanyalı” gibi bir kavram anayasal veya resmi düzeyde yer almaz. Alman kimliği, dil birliği, tarihsel miras ve federal yapının ortak değerleri üzerine oturtulmuştur. Bu kimlikte coğrafi aidiyet ikinci planda, kültürel ve tarihsel bağlar ise birincil önemdedir.
Birleşik Krallık’ta vatandaşlık kavramı “British citizen” şeklinde tanımlanır ve bu tanım Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ülkenin (İngiltere, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda) halklarını kapsar. Ancak burada da “Britanyalı” ifadesi coğrafi veya kültürel bağlamda kullanılabilir, fakat resmi vatandaşlık tanımı olarak geçmez. Kimlik açısından “British” siyasi birlik sembolü olarak öne çıkar; buna karşın etnik veya bölgesel aidiyetler (English, Scottish, Welsh, Irish) toplumsal düzeyde varlığını sürdürür. Bu çok katmanlı yapı içinde bile resmi vatandaşlık tanımı, coğrafi bir terim yerine siyasi-kültürel bir kimlik olarak belirlenmiştir.
Bu örnekler, modern devletlerin vatandaşlarını tanımlarken yalnızca coğrafi sınırları değil, ortak değerler, tarihsel miras ve siyasi idealleri esas aldığını göstermektedir. Türkiye’de “Türk” tanımı da benzer bir mantıkla hem hukuki hem kültürel üst kimlik olarak kurgulanmıştır. Dolayısıyla “Türkiyeli” gibi yalnızca mekânsal aidiyet bildiren bir kavram, bu uluslararası modellerle uyumlu değildir ve ulusal kimlik tanımında zayıflama riski taşır.
VIII. “TÜRKİYELİ” KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI VE ELEŞTİRİLER
“Türkiyeli” kavramı, 1990’lı yılların sonlarından itibaren, “küreselleşme ve çokkültürlülük” söylemleri çerçevesinde Türkiye’de siyasi bir kimlik “alternatifi” olarak tartışmaya girmiştir. Ancak bu kavram, özellikle Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında, Türkiye’deki Türk kimliğini aşındırmak, zayıflatmak ve hatta sona erdirmek amacıyla stratejik olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda “Türkiyeli” kimliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan “Türk” kimliğinin yerini almak üzere planlanmış yapay bir kavram olarak görülmektedir.
Bu kavramın temel iddiası, “Türkiye coğrafyasındaki tüm etnik, dini ve kültürel grupların ortak ve eşit egemenlik” temelinde bir arada yaşaması gerektiği yönündedir. Ancak bu iddia bilimsel ve tarihsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal yapısı ve millet anlayışı, “Türk” kimliğini devletin temel taşı olarak kabul ederken, “Türkiyeli” kavramının bu temel üzerine bina edilmesi mümkün değildir. Çünkü bu bilimsel değil yapay olarak üretilmiş bilim ve gerçek dışı olan bir söylemdir. Dolayısıyla “ortak eşit egemenlik” söylemi, Türkiye’nin tarihsel gerçeklerine aykırı olduğu gibi, devletin birliğini ve bütünlüğünü tehdit eden siyasi bir argüman olarak değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda, “Türkiyeli” kimliğinin öne çıkarılması, yalnızca kimlik siyasetinde değil, aynı zamanda devletin varlığını tehdit eden bir bölünme projesinin parçası olarak algılanmaktadır. Türkiye’deki çeşitli etnik ve dini gruplar arasındaki farklılıkların doğal gerçeklikler olduğu kabul edilmekle birlikte, bu farklılıkların anayasal “Türk” üst kimliği çerçevesinde bütünleştirilmesi esas alınmıştır. Yapay kimlik tanımlamaları, toplumsal ayrışmaları derinleştirerek, devletin milli birliğine zarar verme potansiyeline sahiptir.
Bu nedenlerle, “Türkiyeli” kavramı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak Türk kimliğini hedef alan stratejik bir araç olarak görülmeli; bu nedenle bilimsel, anayasal ve siyasi açılardan eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü, kurucu kimliği olan “Türk” anlayışı temelinde korunmalıdır.
IX. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana “Türk” kavramı, anayasal, tarihsel ve kültürel temeller üzerinde milli kimliğin merkezinde yer almıştır. Bu kimlik, ortak tarih, dil, kültür ve devlet bilincini kapsayan çok katmanlı bir yapı olarak hem bilimsel hem de siyasi açıdan tutarlıdır. “Türk” kimliği, sadece etnik bir tanım değil, aynı zamanda Türkiye’nin anayasal vatandaşı olmanın da temel koşuludur.
Buna karşılık, “Türkiyeli” kavramı, coğrafi aidiyeti ön plana çıkaran ve Türk kimliğini aşındırmayı amaçlayan yapay bir terim olarak ortaya çıkmıştır. Bilimsel açıdan dilbilim, antropoloji, sosyoloji ve psikoloji perspektifleriyle değerlendirildiğinde, bu kavram ulusal kimlik inşasında tutarsızlıklar barındırmakta; ortak tarih ve kültürel hafızadan kopuk, sürdürülebilir olmayan bir kimlik modeli sunmaktadır. Ayrıca bu kavram, Büyük Ortadoğu Projesi gibi uluslararası stratejilerle ilişkilendirilerek Türkiye’nin milli bütünlüğünü zedeleyen siyasi bir araç haline gelmiştir.
Uluslararası karşılaştırmalarda da görüldüğü üzere, modern ulus-devletler vatandaşlarını tarih, kültür ve ortak değerler üzerinden tanımlamakta, coğrafi aidiyetin ötesinde bir kimlik modeli geliştirmektedir. Fransa, Almanya ve İngiltere örnekleri, bu yaklaşımın evrensel bir norm olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin resmi kimlik tanımı ve anayasal düzeni de bu normla uyumludur.
Sonuç olarak , Türkiye’nin anayasal ve ulusal bütünlüğünün korunması için “Türk” kimliğinin temel alınması ve bu kimliğin devlet politikalarında esas kabul edilmesi zorunludur. “Türkiyeli” gibi yapay ve bilimsel temelden yoksun kimlik tanımlarının toplumsal ve siyasi alanlarda kabul görmesi, devletin birliğine zarar verecek ciddi riskler taşımaktadır. Bu nedenle, bilimsel, anayasal ve siyasi boyutlarıyla “Türk” kimliği esas alınarak, Türkiye’nin milli birliğinin güçlendirilmesi ve korunması gerekmektedir.
Kaynakça
1. Anderson, Benedict. Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism. Verso, 1983.
2. Balibar, Etienne. “The Nation Form: History and Ideology.” New Left Review, no. 168, 1988, pp. 3-14.
3. Brubaker, Rogers. Ethnicity without Groups. Harvard University Press, 2004.
4. Castells, Manuel. The Power of Identity. Wiley-Blackwell, 1997.
5. Gellner, Ernest. Nations and Nationalism. Cornell University Press, 1983.
6. Hobsbawm, Eric J., and Ranger, Terence (eds.). The Invention of Tradition. Cambridge University Press, 1983.
7. Kirişçi, Kemal, and Winrow, Gareth M. The Kurdish Question and Turkey: An Example of a Trans-State Ethnic Conflict. Routledge, 1997.
8. Kymlicka, Will. Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of Minority Rights. Oxford University Press, 1995.
9. Öktem, Kerem. “Turkey’s ‘Kurdish Opening’: The Politics of Recognition and Representation.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 15, no. 4, 2013, pp. 433-445.
10. Özkırımlı, Umut. Theories of Nationalism: A Critical Introduction. Palgrave Macmillan, 2010.
11. Renan, Ernest. What is a Nation? 1882. (Çeviri ve yorumlar için çeşitli akademik yayınlar mevcuttur.)
12. Soysal, Yasemin Nuhoglu. Limits of Citizenship: Migrants and Postnational Membership in Europe. University of Chicago Press, 1994.
13. Tilly, Charles. Coercion, Capital, and European States, AD 990–1992. Wiley-Blackwell, 1992.
14. Tunçay, Mete. Türkiye Cumhuriyeti’nde Ulusal Kimlik ve Devlet. İletişim Yayınları, 2005.
15. Yalçın-Heckmann, Lale. Tribe and Kinship Among the Kurds. Peter Lang, 1991.
16. Zürcher, Erik J. Turkey: A Modern History. I.B. Tauris, 2004.
17. İçişleri Bakanlığı. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Vatandaşlık Kanunu. Resmî Gazete Yayınları.
18. Smith, Anthony D. National Identity. University of Nevada Press, 1991.
19. Calhoun, Craig J. Nations Matter: Culture, History and the Cosmopolitan Dream. Routledge, 2007.
20. Sayarı, Sabri. “Citizenship and National Identity in Turkey.” Middle Eastern Studies, vol. 31, no. 3, 1995, pp. 469-480.