Mehdi Eker’in , Kerkük Ne Kadar Türkse İstanbul da O Kadar Kürttür” Söylemi: Bölücülük ve Tarihsel Gerçeklerin Çarpıtılması

Kopenhag, 2 Eylül

Kerkük’de İstanbul’da Türktür!

Eski Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker’in “Kerkük ne kadar Türkse İstanbul o kadar Kürttür” sözleri, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit eden ve tarihsel gerçekleri çarpıtan bir söylem olarak dikkat çekmektedir. Bu ifade, yalnızca etnik kimlik temelli bir bakış açısına yaslanmakla kalmamakta, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı ve anayasal düzeni ile de çelişmektedir.

Atatürk’ün millet anlayışı, etnik köken farklılıklarını aşan, vatandaşlık bağına dayalı kapsayıcı bir üst kimlik olarak “Türk milleti” kavramını tanımlar. Anayasa’nın 66. maddesi de bu ilkeyi açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu nedenle İstanbul gibi tarih boyunca Türk devletine başkentlik yapmış bir şehri “Kürt şehri” ilan etmek, yalnızca tarihsel gerçeklere değil, anayasal düzenin ruhuna da aykırıdır.

Bu tür söylemler, emperyalist güçlerin Ortadoğu’da uyguladığı böl-yönet politikalarının yerel yansımaları olarak değerlendirilmelidir. Kerkük’ün Türk kimliği tarihsel belgelerle sabitken, İstanbul’un sözde “Kürt” kimliği üzerinden yeniden tanımlanması yapay bir siyasal mühendisliktir.

Bu makale, söz konusu söylemin tarihsel, sosyolojik, antropolojik, psikolojik, siyasal ve felsefi açılardan neden yanlış olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ayrıca Atatürk’ün millet anlayışı, anayasanın temel ilkeleri ve üniter devlet perspektifi ışığında, bu tür ifadelerin neden “anayasal suç” niteliği taşıdığı irdelenecektir.

I. Antropolojik ve Tarihsel Perspektif 

Türk milletinin tarihsel varlığı, yalnızca bir coğrafyaya hapsedilemeyecek kadar geniş ve köklüdür. Orta Asya’dan Anadolu’ya, Mezopotamya’dan Balkanlar’a uzanan süreç, Türklerin birçok şehir ve bölgeyle organik ve kök bağı kurmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Halep’ten Süleymaniye’ye kadar uzanan coğrafya, tarih boyunca “Türkmeneli” olarak adlandırılmıştır ve Türkmen varlığı burada kesintisiz olmuştur. Kerkük, Musul, Erbil, Tal Far, Musul, Altunköprü, Süleymaniye ve Tuzhurmatu gibi şehirler, yalnızca coğrafi değil, kültürel ve siyasi açıdan da Türk kimliğinin merkezleri olarak belgelenmiştir. Arkeolojik bulgular ve Osmanlı arşiv kayıtları, bu bölgenin tarihsel olarak Türkmen eliyle şekillendiğini doğrulamaktadır.

Ne var ki modern dönemde, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu coğrafyada emperyalist müdehalelerle yapay demografik değişimler yaşanmıştır. İngiltere’nin ve ABD’nin Ortadoğu politikaları, ayrılıkçı Barzani ve Talabani hareketleri, terör örgütü PKK’nın ve İŞİD’in faaliyetleriyle Türkmenler sistematik olarak güney bölgelere sürülmüş, böylece bölgenin kadim Türk nüfusu stratejik olarak zayıflatılmıştır. Türkiye’deki siyasi iktidarların bir kısmı, bu tarihi gerçekleri koruyamayıp, “Fars kökenli “Kürt” sosyal grubunu” bağımsız bir etnik kimlik olarak tanımış, Türkmeneli Coğrafyası  gaspetilmiş ve bu coğrafyadaki Türk kimliği  zayıflatılmıştır.

İstanbul’un Türk kimliği, bu bağlamda farklı bir tarihsel derinliğe sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’na 1453’ten itibaren başkentlik yapmış ve Türk devlet geleneğinin merkezi olmuş İstanbul, kültürel ve siyasi olarak Türk kimliğinin simgesi niteliğindedir. Dolayısıyla İstanbul’u “Kürt şehri” olarak tanımlamak, tarihsel ve kültürel gerçeklerle çelişmektedir. İstanbul’a Kürt nüfusun göç etmesi, Avrupa’daki Türk göçmenlerinin örneklerinde olduğu gibi yalnızca bir göç olgusudur; şehir kimliğini değiştirmez.

Bu bağlamda, antropolojik ve tarihsel açıdan Mehdi Eker’in söylemi, gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Kerkük ve tüm Türkmeneli coğrafyası tarihsel olarak Türk’tür ve İstanbul da aynı şekilde Türk’tür. Bu tür söylemler, bölücü politikaların söylemsel altyapısını güçlendirmekte ve toplumsal, kültürel ve hukuki bütünlüğü zedelemektedir. Dolayısıyla tarih, arkeolojik bulgular ve yazılı belgeler ışığında Türkmeneli coğrafyasının Türk kimliğinin çarpıtılmasına izin verilmemelidir.

II. Kültürel ve Sosyolojik Boyut

Toplumların kimlik oluşumunda kültür, dil, din, gelenek ve tarihsel hafıza birleştirici unsurlar olarak merkezi rol oynamaktadır. Türk milleti, yüzyıllar boyunca yalnızca etnik bir aidiyet üzerinden değil, ortak değerler, müşterek yaşam biçimleri ve siyasi birlik üzerinden inşa edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde farklı etnik unsurlar bir arada yaşamış, fakat devletin siyasi ve kültürel merkezi Türk kimliği olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ifadesi, farklı kökenlerden gelen yurttaşların bir ortak kimlik etrafında birleşmesini sağlamıştır. Dolayısıyla kültürel ve sosyolojik açıdan İstanbul, Türk tarihinin ve kimliğinin en güçlü sembollerinden biridir.

İstanbul’un “Kürt şehri “ olarak tanımlanması, kültürel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Evet, 20. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Güneydoğu Anadolu’dan İstanbul’a yoğun bir göç olmuştur. Ancak bu göç, şehrin kültürel kimliğini değiştirmemiştir. Aynı şekilde, Avrupa’nın büyük şehirlerinde yaşayan Türk göçmenler de Köln, Berlin veya Viyana’yı “Türk şehri” yapmamaktadır. Sosyolojik olarak bu durum, bir etnik topluluğun göç sonucu farklı coğrafyalarda varlık göstermesiyle ilgilidir; fakat bu, bir şehrin tarihsel ve kültürel kimliğinin dönüşmesi anlamına gelmez. İstanbul, geçmişiyle, mimarisiyle, kültür hayatıyla ve devlet geleneğiyle Türk kimliğini taşımaktadır.

“Kürt kimliği” ise, modern uluslaşma süreçleriyle birlikte sosyal bir gruptan öteye emperyal

çıkarlar sürecinde bölgede bilinçli bölücü bir element olması için siyasallaştırılmış bir “yapay kimliktir”. Osmanlı döneminde “Kürt” kavramı daha çok coğrafi ve aşiretsel bir aidiyeti ifade ederken, 20. yüzyılda emperyalist güçlerin desteğiyle bir “ulus kimliği” formuna sokulmaya çalışılmıştır. Sosyolojik açıdan bakıldığında bu kimlik, etnik temelli bir ayrışma aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, etnik kimliklerin ötesinde ortak vatandaşlık bağına dayalı bir bütünleşmeyi hedeflemiştir. Mehdi Eker’in söylemi, bu bütünleşmeyi zedeleyen, toplumsal birlik yerine etnik farklılıkları öne çıkaran bir yaklaşımı temsil etmektedir.

Bu nedenle, kültürel ve sosyolojik boyutta “Kerkük Türk, İstanbul Kürt” benzetmesi, gerçekleri çarpıtan bir söylemdir. Bu ifade, göç olgusunu şehir kimliğiyle karıştırmakta ve etnik aidiyetleri siyasal bir silah haline getirmektedir. İstanbul, Türk milletinin kültürel ve siyasal merkezlerinden biridir; “Kürt” diye nitelenen  nüfusun göç yoluyla buradaki varlığı, bu tarihi kimliği değiştirmez. Mehdi Eker’in bu söylemi, sosyolojik açıdan bir “ötekileştirme” ve bölücülük biçimi olarak değerlendirilmelidir.

III. Psikolojik ve Felsefi Boyut

Kimlik inşası, bireyin kendisini ait hissettiği toplulukla olan bağını ifade eder ve psikolojik açıdan aidiyet duygusu, bireyin güvenlik ve istikrar ihtiyacının temel bir parçasıdır. Atatürk’ün kurucu felsefesi, bu aidiyet duygusunu etnik kimliklerin ötesinde, “Türk milleti” çatısı altında bütünleştirerek sağlamıştır. Vatandaşlık bağına dayalı bu tanım, etnik ayrışmaları aşarak bireylerde ortak bir kimlik bilinci yaratmayı amaçlamıştır. Mehdi Eker’in sözleri ise bireysel ve toplumsal aidiyet duygusunu zedeleyen, “biz” duygusunu “biz ve onlar” ayrımına dönüştüren bir nitelik taşımaktadır.

Felsefi açıdan bakıldığında, ulus kavramı yalnızca biyolojik veya etnik bağlarla açıklanamaz; ortak değerler, tarihsel bilinç, kültürel birikim ve siyasi birlik, millet olgusunun temelini oluşturur. Ernest Renan’ın meşhur “Millet, ortak hatıralar ve birlikte yaşama iradesidir” tanımı, bu çerçeveyi net biçimde ortaya koyar. İstanbul’un Türk kimliği, yüzyıllar boyunca bu ortak hafızanın ve iradenin merkezi olmuştur. İstanbul’u “Kürt şehri” ilan etmek, bu ortak hafızayı yok saymak anlamına gelir. Bu da yalnızca tarihsel bir çarpıtma değil, aynı zamanda felsefi olarak “millet” kavramının yanlış bir şekilde etnik kimliklerle sınırlandırılmasıdır.

Psikolojik düzeyde, toplumların birlik ve bütünlüğü, ortak değerler etrafında güçlenir. Eğer bir topluma sürekli olarak etnik farklılıklar hatırlatılırsa, bireylerin ortak kimliğe olan bağlılığı zayıflar ve toplumsal çatışma riski artar. Bu durum, kolektif hafızada travmaların yeniden üretilmesine yol açar. Mehdi Eker’in söylemi, Türk milleti kimliğiyle bütünleşmiş bireylerde aidiyet çatışması yaratabilecek ve ayrışmayı körükleyebilecek bir nitelik taşımaktadır.

Bu yüzden, psikolojik ve felsefi boyutlarda “Kerkük Türkse, İstanbul Kürttür” ifadesi, yalnızca bir yanlışlık değil, aynı zamanda toplumsal birlik açısından tehlikeli bir bölücülüktür. Bu tür söylemler, bireylerin ortak bir ulusal kimlikten uzaklaştırılmasına, toplumsal barışın zedelenmesine ve milli bütünlüğün sorgulanmasına sebep olur. Türk milleti kimliğinin korunması, hem bireysel aidiyetin güçlendirilmesi hem de toplumsal barışın tesis edilmesi açısından zorunludur.

IV. Siyasal ve Hukuksal Boyut

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren üniter devlet ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Üniter yapı, devletin bölünmez bütünlüğünü ve tek bir siyasi otorite altında yönetilmesini garanti altına alır. Mehdi Eker’in “Kerkük ne kadar Türkse İstanbul o kadar Kürttür” sözleri, bu ilkeye doğrudan aykırı bir içerik taşımaktadır. Çünkü bu ifade, Türkiye’nin başkentlik yapmış, Türk siyasi tarihinin ve kültürünün kalbi olan İstanbul’u “Kürt kimliği” üzerinden yeniden tanımlamaya çalışmaktadır. Böyle bir yaklaşım, devletin ulusal bütünlüğünü sorgulayan ve anayasal düzene meydan okuyan bir nitelik arz etmektedir.

Anayasa’nın 10. maddesi, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmünü getirerek yurttaşlık temelinde eşitliği güvence altına almıştır. Aynı şekilde, Anayasa’nın 66. maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyerek, etnik farklılıkların üzerinde bir millet tanımı yapmıştır. Bu iki madde birlikte değerlendirildiğinde, Türk milleti kavramı kapsayıcı bir üst kimliktir. Dolayısıyla İstanbul’u etnik bir kimlik üzerinden tanımlamak, bu anayasal bütünlükle açıkça çelişmektedir.

Siyasal açıdan, bu tür söylemler yalnızca iç hukuk bağlamında değil, aynı zamanda ulusal güvenlik açısından da risk taşımaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konjonktürde etnik kimlikler üzerinden yürütülen siyaset, dış güçler tarafından manipülasyona açık hale gelmektedir. Tarihte defalarca görüldüğü üzere, emperyalist devletler etnik ayrılıkları kışkırtarak Ortadoğu’da siyasi mühendislik faaliyetlerinde bulunmuştur. Mehdi Eker’in sözleri, bu bağlamda Türkiye’nin iç bütünlüğünü zayıflatabilecek, ayrılıkçı hareketlere söylemsel meşruiyet sağlayabilecek tehlikeli bir çıkıştır.

Bundan dolayı, siyasal ve hukuksal açıdan “Kerkük Türkse, İstanbul Kürttür” söylemi; hem Anayasa’nın temel hükümlerine aykırıdır hem de ulusal güvenliği tehlikeye atan bir nitelik taşımaktadır. Bu tür beyanlar, anayasal suç kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü anayasal düzeni, üniter yapıyı ve millet bütünlüğünü hedef alan her söylem, yalnızca bir ifade özgürlüğü değil, aynı zamanda bölücülük fiilinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda Eker’in sözleri, hukuki açıdan da ciddi bir sorumluluk doğurmaktadır.

V. Uluslararası Perspektif

Ortadoğu, tarih boyunca emperyalist güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olmuş, etnik ve mezhepsel farklılıklar bu çıkarların aracı haline getirilmiştir. 20. yüzyılda özellikle İngiltere ve daha sonra ABD, bölgeyi yönetebilmek için etnik kimlikleri öne çıkaran politikalar izlemiştir. Kerkük, Tal Afar, Altun Köprü, Tuzurmahutu, Süleymaniye, Musul ve Erbil gibi şehirlerin kaderi de bu politikaların bir parçası olmuştur. Kerkük’ün tarihsel olarak Türk kimliği güçlü biçimde belgelenmişken, Mehdi Eker’in söylemi bu tarihsel bağlamı görmezden gelmekte ve dış güçlerin böl-yönet anlayışına hizmet eden bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Uluslararası ilişkiler bağlamında, etnik kimliklerin siyasallaştırılması, istikrarsızlık yaratmak için kullanılan en yaygın yöntemlerden biridir. 1946 sonrası dönemde “Kürt “ diye nitelenen ve  yapay olarak yaratılan hareketlerin emperyalist desteklerle güçlenip, yine aynı güçlerin desteğini çekmesiyle yalnız bırakıldığı örnekler tarihte açıkça görülmüştür. Barzani hareketi, en güçlü döneminde dahi dış desteğin çekilmesiyle zayıflamış ve kendi mensupları büyük bedeller ödemek zorunda bırakmıştır. Bu gerçek, dış güçlerin Ortadoğu halklarını yalnızca kendi çıkarları için kullandığının somut göstergesidir.

Avrupa Birliği örneği ile Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgesel konjonktür arasındaki fark da dikkat çekicidir. Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı sonrası entegrasyon yoluyla barış inşa etmeye çalışırken; Ortadoğu, etnik kimliklerin sürekli kaşındığı, yapay sınırların çatışma yarattığı bir coğrafya olmuştur. Türkiye’nin ulus-devlet yapısı, bu kaotik ortamda bir istikrar unsuru olarak öne çıkmaktadır. Mehdi Eker’in söylemleri, Türkiye’nin bu istikrar konumunu zayıflatma potansiyeli taşımaktadır.

Kısaca, uluslararası perspektiften bakıldığında “Kerkük Türkse, İstanbul Kürttür” ifadesi, emperyalist güçlerin uzun süredir bölgede yürüttüğü etnik ayrıştırma politikalarının bir uzantısıdır. Bu tür söylemler, Türkiye’yi yalnızca içerde değil, dışarıda da kırılgan hale getirmektedir. Oysa Türkiye’nin çıkarı, ulusal bütünlüğünü koruyarak güçlü bir aktör olarak bölgesel barışı tesis etmesindedir. Mehdi Eker’in söylemi, bu hedefin tam tersi bir istikrarsızlık üretmektedir.

Sonuç

Mehdi Eker’in “Kerkük ne kadar Türkse İstanbul o kadar Kürttür” sözleri, hem tarihsel hem kültürel hem de anayasal gerçekliklerle çelişen, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını hedef alan bir söylemdir. Kerkük, tarih boyunca Türk kimliğiyle anılmış ve Osmanlı’dan günümüze kadar bu kimliği korumuştur. Buna karşın İstanbul, yüzyıllar boyunca Türk devletletinin başkenti olmuş, Türk kültürünün, siyasetinin ve medeniyetinin merkezinde yer almıştır. Dolayısıyla İstanbul’u “Kürt şehri” ilan etmek, tarihsel gerçeklerin çarpıtılmasından ve kötü niyetli olmak tan başka bir şey değildir.

Atatürk’ün millet anlayışı, etnik farklılıkların üzerinde bir ortak kimlik inşa etmiştir. Anayasa’nın 10. ve 66. maddeleri de bu anlayışın hukuki çerçevesini belirlemiştir. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk milletinin bir mensubudur. Etnik kimliklerin siyasallaştırılması ve şehirlerin etnik kimlikler üzerinden tanımlanması, yalnızca toplumsal barışı zedelemekle kalmaz, aynı zamanda anayasal düzeni de tehdit eder. Mehdi Eker’in sözleri, bu nedenle ifade özgürlüğü sınırlarını aşarak “anayasal suç” niteliği kazanmaktadır.

Psikolojik ve felsefi açıdan bakıldığında, bu tür söylemler bireylerde aidiyet çatışmasına neden olmakta, toplumsal bütünlüğü zayıflatmaktadır. Toplumun ortak değerler etrafında birleşmesi gerekirken, etnik farklılıkların sürekli gündeme getirilmesi, toplumsal barışa zarar vermektedir. Eker’in söylemi, bu açıdan yalnızca bir siyasi hata değil, aynı zamanda toplumsal bir ayrışma aracıdır.

Uluslararası boyutta değerlendirildiğinde ise, bu tür ifadeler emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarlarına hizmet eden araçlar haline gelmektedir. Ortadoğu’da uzun yıllardır etnik kimlikler üzerinden yürütülen böl-yönet politikaları, Türkiye’yi hedef almaktadır. Türkiye’nin güçlü ve bütün bir aktör olarak varlığını sürdürebilmesi, ancak üniter yapısını korumasıyla mümkündür. Bu nedenle “Kerkük Türk’tür, İstanbul da Türktür” gerçeğinin altını çizmek, yalnızca tarihsel bir hakikati değil, aynı zamanda ulusal güvenliğin temelini ifade etmektedir.

Kaynakça:

• Renan, E. (1882). Qu’est-ce qu’une nation? (What is a Nation?).

• Fromm, E. (1941). Escape from Freedom. Farrar & Rinehart.

• Minorsky, V. (1945). “The Kurds.” Encyclopaedia of Islam.

• Barth, F. (1969). Ethnic Groups and Boundaries. Waveland Press.

• Anderson, B. (1983). Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism. Verso.

• Gellner, E. (1983). Nations and Nationalism. Cornell University Press.

• Hobsbawm, E. J. (1990). Nations and Nationalism since 1780. Cambridge University Press.

• İnalcık, H. (1993). The Ottoman Empire: The Classical Age 1300–1600. Phoenix.

• Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları.

• Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982). TBMM Resmi Yayınları.

• Tajfel, H. (1981). Human Groups and Social Categories. Cambridge University Press.

• Heper, M. (2013). Türkiye’de Devlet Geleneği. Doğu Batı Yayınları.

• Gözübüyük, A. Ş. (2014). Anayasa Hukuku. Turhan Kitabevi.

• Kaboğlu, İ. Ö. (2012). Anayasa Hukuku Dersleri. Legal Yayıncılık.

• Özbudun, E. (2017). Türk Anayasa Hukuku. Yetkin Yayınları.

• Faroqhi, S. (2004). Osmanlı Tarihi: 1300–1600. Kitap Yayınevi.

• McDowall, D. (2004). A Modern History of the Kurds. I.B. Tauris.

• Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

• Olson, R. (1992). The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s. University Press of Kentucky.

• Tripp, C. (2007). A History of Iraq. Cambridge University Press.

• Kaya, A. (2011). Diaspora, Islam and Politics of Belonging in Europe. Palgrave Macmillan.

• İçduygu, A., & Sirkeci, İ. (1999). “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Göç Hareketleri.” Toplum ve Bilim, 84.

• Kara, M. (2018). Türkmeneli Coğrafyası ve Tarihsel Varlığı. Türkmeneli Araştırma Enstitüsü Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir