Prekarya Kavramı ve Ortaya Çıkışı

 3 Eylül 2025

“Prekarya” terimi, Latince kökenli “precarious” (güvencesiz, istikrarsız) ve “proletarya” kelimelerinin birleşiminden türetilmiştir. İlk kez 1980’lerden itibaren sosyal bilimlerde görülmeye başlasa da, özellikle İngiliz iktisatçı Guy Standing’in 2011’de yayımladığı The Precariat: The New Dangerous Class adlı kitabıyla geniş kitlelere yayılmıştır. Kavram, modern kapitalist sistemde ortaya çıkan ve geleneksel işçi sınıfından farklılaşan yeni bir sosyal grubu tanımlar. Bu grup, sürekli istihdamdan yoksun, kısa süreli veya yarı zamanlı işlerde çalışan, sosyal güvenlikten ve işçi haklarından büyük ölçüde mahrum bireylerden oluşur. Prekarya, ne klasik işçi sınıfının sahip olduğu örgütlü sendikal güce sahiptir, ne de orta sınıfın getirdiği sosyal ve ekonomik istikrarı deneyimler. Bu nedenle toplumsal yapıda “arafta” kalmış bir sınıf niteliği taşır.

Prekaryanın ortaya çıkışı, küreselleşmenin hız kazanması, neoliberal politikaların yaygınlaşması ve iş gücü piyasalarının esnekleştirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Özelleştirmeler, taşeronlaşma, dijital platform ekonomisi (örneğin kuryeler, çağrı üzerine çalışanlar, gig ekonomisi işçileri) ve iş gücünün geçici kontratlarla istihdam edilmesi, prekaryanın genişlemesine zemin hazırlamıştır. Bu süreçte iş güvenliği, emeklilik hakkı, sağlık güvencesi ve sendikal örgütlenme imkânı ciddi şekilde zayıflamış; bireyler yalnızca geçimlerini sürdürmek için sürekli değişen işlere razı olmak zorunda kalmıştır. Bu durum, toplumların giderek artan bir kesiminde ekonomik kırılganlık ve psikolojik güvensizlik yaratmaktadır.

Prekaryanın Sosyal ve Politik Sonuçları

Prekarya yalnızca ekonomik bir sınıf değil, aynı zamanda ciddi toplumsal ve siyasal etkileri olan bir olgudur. Bu grup, istikrarlı bir kimlik ve aidiyet geliştirmekte zorlandığı için sosyal bağlarda çözülmeye neden olur. Eğitimli gençlerin işsizlik veya güvencesiz işlere mahkûm edilmesi, göçmenlerin düşük ücretli ve geçici işlerde yoğunlaşması, kadınların bakım emeği ile esnek iş arasında sıkışması, prekaryanın farklı yüzlerini oluşturur. Dolayısıyla prekarya homojen bir yapı değil, farklı kesimlerin ortak güvencesizlik deneyimleriyle birleştiği bir sınıftır. Bu çeşitlilik, prekaryanın örgütlenmesini zorlaştırırken aynı zamanda mevcut toplumsal düzenle gerilimler yaratır.

Guy Standing’e göre prekarya, “tehlikeli bir sınıf”tır çünkü toplumsal sisteme yabancılaşmış, gelecekten umutsuz ve mevcut kurumlara güvenini kaybetmiş bireylerden oluşur. Bu yabancılaşma, siyasi radikalleşmeye ya da popülist hareketlere yönelme riskini beraberinde getirir. Bir yandan toplumsal düzeni tehdit eden bir potansiyel taşırken, öte yandan sosyal adalet ve yeni hak talepleri için bir dinamizm de barındırır. Standing, prekaryaya çözüm olarak temel gelir uygulamasını (universal basic income) savunur; böylece bireylerin güvencesizliğinin azaltılabileceğini ve yaratıcı, özgür bir yaşamın önünün açılabileceğini ileri sürer.

Sonuç olarak prekarya, günümüz küresel kapitalizminin yarattığı en belirgin toplumsal gerçekliklerden biridir. Bu kavram, yalnızca iş gücü piyasasındaki dönüşümü değil, aynı zamanda bireylerin yaşam biçimlerini, kimliklerini ve siyasi tercihlerini de derinden etkilemektedir. Prekaryanın varlığı, sosyal devletin yeniden tartışılması, güvenceli istihdam politikalarının geliştirilmesi ve yeni bir toplumsal sözleşmenin gerekliliğini gündeme getirmektedir. Dolayısıyla “prekarya”yı anlamak, yalnızca sosyolojik bir analiz değil, aynı zamanda çağımızın en önemli adalet ve demokrasi meselelerinden birini kavramaktır.

şmasıdır. Bu durum, özellikle genç kuşakları etkileyerek onları prekaryaya yönlendirmiştir.

Örneğin, Amerika’daki 2008 mali krizinin ardından, bankaların kurtarılması ve devletin büyük şirketlere verdiği teşvikler, aynı dönemde düşük gelirli işçilerin işsizlikle ve düşük ücretlerle karşılaşmasına neden olmuştur. Avrupa’da ise özellikle Güney Avrupa ülkelerinde, ekonomik kriz ve austerite politikalarıyla birlikte işsizlik oranları artmış, birçok genç iş güvencesiz işlerde çalışmaya başlamıştır.

Bu süreçte, Türkiye’deki prekaryanın gelişimini de inceleyerek, benzer bir dönüşümün nasıl yaşandığını tartışabiliriz. Türkiye’deki geçici işçiler, taşeron işçiler ve güvencesiz işlerde çalışan gençler, Avrupa ve Amer1. Prekarya, iş güvencesizliği ve düşük gelirli, esnek işlerde çalışan bireyleri tanımlayan bir terim olarak, neoliberal ekonomi politikalarının bir yan etkisi olarak ortaya çıkmıştır. Neoliberalizm, 1970’lerin sonlarından itibaren dünya genelinde sosyal hizmetlerin kesilmesi, özelleştirme politikaları ve serbest piyasa düzeninin genişlemesi ile şekillenmiştir. Bu bağlamda, prekarya, modern kapitalizmin iş gücüne yönelik yarattığı yeni bir sosyal kategori olarak tanımlanabilir.

Eylemci felsefesini tartışırken, özellikle sokak hareketlerinin tarihsel süreçte nasıl şekillendiğini inceleyeceğiz. Bu, 1968 Fransa’sındaki Mayıs Ayaklanmaları, 1960’lar Amerika’sındaki sivil haklar hareketi, Türkiye’deki 1980’ler sonrası sol hareketler gibi önemli tarihsel olayları içerebilir.

1. PREKARYA EYLEMCİ FELSEFESİ VE SOKAK HAREKETLERİ

Prekarya Kavramı ve Temel Tanım

Modern kapitalist toplumlar, toplumsal üretimin ve emek gücünün daha önce hiç görülmemiş bir hızla değişmesine yol açmıştır. Bu dönüşümün bir sonucu olarak, iş güvencesizliği, düşük ücretli işler ve esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, yeni bir toplumsal kategoriye yol açmıştır: prekarya. Prekarya, özellikle gençler, düşük gelirli sınıflar ve geçici işlerde çalışan bireyleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir. İş güvencesizliği, ekonomik belirsizlik ve sosyal dışlanma, prekaryanın temel karakteristiklerindendir. Prekarya, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve psikolojik bir fenomen olarak da toplumsal yapıyı etkileyen önemli bir olgudur.

Prekaryanın doğuşu, neoliberal ekonomi politikalarının yükseldiği 1980’lerden sonra hızlanmıştır. Neoliberalizm, serbest piyasa ekonomisinin, özelleştirmenin, devlet müdahalesinin azaltılmasının ve iş gücünün esnekleştirilmesinin temel ilkeleri olarak belirginleşmiştir. Bu politikalar, iş güvencesizliğini artırmış ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Prekaryanın varlığı, bu ekonomik dönüşümlerin bir yan etkisi olarak ortaya çıkarken, aynı zamanda bu dönüşümlere karşı gelişen sosyal hareketlerin temel dinamiklerinden birini oluşturmuştur.

Sokak Hareketlerinin Evrimi ve Eylemci Felsefesi

Toplumsal değişimlere karşı halkın tepkisini yansıtan en belirgin araçlardan biri, sokaklardaki eylemler ve toplumsal hareketler olmuştur. Sokak hareketleri, tarihsel olarak toplumun egemen sınıflarına karşı halkın sesini duyurabilmesinin bir aracı olmuştur. 20. yüzyılın ortalarından itibaren, toplumsal eşitsizliklere ve siyasal baskılara karşı farklı coğrafyalarda sokak hareketleri büyük bir ivme kazanmıştır. 1968 Mayıs Ayaklanmaları, Amerika’daki sivil haklar hareketi, Latin Amerika’daki halk ayaklanmaları, Fransa’daki öğrenci isyanları, Türkiye’deki 1980’ler sonrası sol hareketler gibi örnekler, bu tür toplumsal hareketlerin tarihsel olarak nasıl şekillendiğini gösteren önemli olaylardır.

Eylemci felsefesi, bu toplumsal hareketlerin temel motivasyonlarını anlamamıza yardımcı olur. Sosyal hareketler, genellikle adaletsizliklere, eşitsizliklere, baskılara ve özgürlük eksikliğine karşı bir direnç biçimi olarak şekillenir. Eylemci felsefesi, toplumsal adaletin sağlanması için bireylerin ve grupların ortak bir şekilde organize olmasını, dayanışmayı ve direnişi vurgular. Bu felsefe, toplumsal değişimin ancak kolektif eylemlerle mümkün olabileceğini savunur.

Prekarya ve Sokak Hareketleri Arasındaki Bağlantı

Prekarya ile sokak hareketleri arasındaki bağlantı, neoliberalizmin yarattığı toplumsal eşitsizliklerin, kolektif direniş eylemlerini doğurmasında belirginleşir. Prekaryada yaşayan bireyler, iş güvencesizliği ve sosyal dışlanma gibi zorluklarla karşı karşıya kaldıkları için toplumsal mücadelelere katılmakta önemli bir rol oynarlar. Prekaryanın yükselmesi, sokak hareketlerinin temel aktörlerinin şekillenmesine olanak tanımıştır. Gençler, düşük ücretli işçiler, işsizler ve sosyal dışlanmışlar, sokak eylemlerinin ön saflarında yer almışlardır. Bu hareketler, özgürlük, eşitlik ve adil bir toplum arayışını birleştirirken, sokaklar bu ideallerin hayata geçtiği dinamik alanlar haline gelmiştir.

2. PREKARYANIN DOĞUŞU: NEOLİBERALLİZMİN ETKİSİ

Neoliberalizm ve Ekonomik Dönüşüm

Neoliberalizm, 1970’lerin sonlarından itibaren dünya çapında ekonomik, politik ve sosyal alanlarda köklü değişikliklere yol açmıştır. Özellikle Margaret Thatcher’ın İngiltere’de, Ronald Reagan’ın ise Amerika Birleşik Devletleri’nde uyguladığı ekonomik politikalar, serbest piyasa ekonomisinin küresel ölçekte genişlemesine zemin hazırlamıştır. Neoliberalizmin temel ilkeleri arasında devlet müdahalesinin sınırlandırılması, özelleştirme, serbest ticaretin teşvik edilmesi ve emeğin esnekleştirilmesi yer almaktadır. Bu dönüşüm, birçok endüstriyel ve tarımsal sektörün küçülmesine, iş gücünün daha esnek ve düşük maliyetli hale gelmesine neden olmuştur.

Neoliberalizm, üretim süreçlerinin küreselleşmesi ve iş gücünün uluslararası ölçekte hareketliliği ile beraber, ülkeler arası gelir eşitsizliklerini artırmıştır. Bu ekonomik yapı, büyük ölçekli şirketlerin gücünü pekiştirirken, düşük ücretli işçi sınıfının artmasına yol açmış ve iş güvencesizliğini artırmıştır. Özellikle genç kuşaklar, iş güvencesizliği ve düşük ücretler gibi sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. İş güvencesizliği, yalnızca ekonomik zorluklarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda bireylerin sosyal aidiyet duygusunu ve yaşam kalitesini de etkilemiştir.

Prekarya: Yeni İş Gücü Kategorisi

Neoliberal politikaların etkisiyle, dünya çapında daha fazla insan geçici, düşük ücretli, sigortasız ve güvencesiz işlerde çalışmaya başlamıştır. Bu durum, özellikle genç nüfus ve düşük gelirli sınıflar için yeni bir toplumsal kategori doğurmuştur: prekarya. Prekarya, iş güvencesizliği ve belirsiz çalışma koşullarının sürekli hale gelmesiyle tanımlanır. Bu terim, işçilerin ekonomik bağımsızlıklarını kaybettikleri, sürekli bir gelecek belirsizliği içinde yaşadıkları ve düşük ücretlerle geçinmeye çalıştıkları bir durumu ifade eder.

Prekarya, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir fenomen olarak da öne çıkar. Prekaryada yaşayan bireyler, sadece ekonomik anlamda değil, toplumsal olarak da dışlanmış hissederler. Bu grup, çoğu zaman iş güvencesizliği nedeniyle uzun vadeli planlar yapamamaktadır ve toplumsal aidiyet duygusunu yitirmiştir. İş güvencesizliğinin artması, kültürel ve psikolojik açıdan da bireylerin yaşam kalitelerini olumsuz etkilemiştir. Çalışma saatlerinin düzensizliği, iş yerlerindeki belirsizlik, ailevi ilişkilerde zorluklar ve düşük yaşam standartları, prekaryanın temel özelliklerinden biridir.

Prekarya terimi, ilk olarak Guy Standing tarafından 2008’de tanımlanmış ve giderek daha fazla akademik ilgi görmüştür. Standing’e göre, prekarya “geçici işlerin ve güvencesizliğin egemen olduğu, emek gücünün esnekliğe dayalı, kısa süreli, geçici ve düşük ücretli işlerde sürekli çalışmaya zorlanan bir toplumsal gruptur.” Prekarya, sadece düşük ücretli işlerde çalışanları değil, aynı zamanda sosyal güvenceden mahrum kalan geniş bir insan kitlesini kapsar.

Prekaryanın Avrupa ve Amerika’daki Etkileri

Avrupa’da, neoliberalizmin etkileri özellikle 1980’lerin sonlarına doğru belirginleşmeye başlamıştır. Özelleştirmeler ve sendikal hakların geriletilmesi, işçi sınıfının üzerindeki baskıları artırmıştır. Örneğin, İngiltere’de Thatcher’ın uyguladığı serbest piyasa reformları, büyük endüstrilerin kapanmasına ve iş güvencesizliğinin artmasına neden olmuştur. Aynı dönemde, İspanya ve Portekiz gibi güney Avrupa ülkelerinde de iş güvencesizliği artmış ve düşük ücretli, geçici işlerde çalışan bireylerin sayısı önemli ölçüde yükselmiştir. Fransa’da ise, 1990’larda başlayan ve giderek büyüyen işçi hakları hareketi, neoliberal politikalara karşı toplumsal bir direniş biçimi olarak öne çıkmıştır.

Amerika’da ise, neoliberalizmin etkisi 1980’lerin başlarında Reagan yönetimiyle hız kazandı. Reagan’ın iktidara gelmesinin ardından uygulamaya konan ekonomi politikaları, özellikle iş gücünün esnekleştirilmesi, düşük ücretli işlerin yaygınlaşması ve sendikaların zayıflatılması gibi unsurları içermekteydi. Bu dönemde, Amerika’daki iş güvencesizliği hızla artmış ve büyük şirketlerin işçi hakları üzerindeki denetimi güçlenmiştir. Aynı zamanda, 1990’larda dünya çapında yayılan outsourcing (dışa bağımlı üretim) süreçleri, işçilerin uluslararası düzeyde rekabet etmesini gerektiren bir ortam yaratmıştır. Bu durum, iş güvencesizliğini daha da artırmış ve milyonlarca Amerikalıyı prekarya durumuna sokmuştur.

Amerika’daki en büyük örneklerden biri, 2008 finansal krizinin ardından ortaya çıkan Occupy Wall Street hareketidir. Occupy Wall Street, zenginlerin ve büyük finans kuruluşlarının, sosyal eşitsizliklere yol açan neoliberal politikalara karşı bir isyan olarak başlamış ve birçok ülkede benzer hareketlere ilham vermiştir. Bu hareketin ortaya çıkmasında, iş güvencesizliği ve ekonomik belirsizliklerin önemli bir etkisi olmuştur.

Prekarya ve Türkiye’deki Durum

Türkiye’de de neoliberal politikaların etkisi 1980’lerin başlarından itibaren hissedilmeye başlanmıştır. Özellikle 1980’de başlayan İthal İkamesi Modeli yerine Dışa Açılma Politikaları ve Özelleştirme Hareketleri ile birlikte Türkiye’deki ekonomik yapıda ciddi değişiklikler yaşanmıştır. 2000’lerin başında özellikle esnek çalışma ve taşeronlaşma uygulamaları ile iş güvencesizliği ve prekaryanın temel unsurları ortaya çıkmıştır. Türkiye’de, iş güvencesizliğinin yaygınlaşması, özellikle inşaat sektöründe taşeron işçiliğinin artması, sağlık sektöründe geçici iş gücünün kullanımının yaygınlaşması gibi örneklerle somutlaşmıştır.

Türkiye’de Gezi Parkı eylemleri, iş güvencesizliğini ve yoksulluğu doğrudan gündeme taşıyan hareketlerden biridir. Gezi Parkı’ndaki eylemler, sadece toplumsal ve çevresel bir protesto olmamakla birlikte, Türkiye’deki mevcut neoliberal ekonomiye karşı bir başkaldırı olarak da değerlendirilebilir. Bu hareketin en önemli özelliği, toplumsal eşitsizliklere ve ekonomik adaletsizliğe karşı geniş halk kesimlerinin sokaklarda birleşmesi ve prekaryanın tepkisini dile getirmesidir.

Türkiye’deki iş güvencesizliği ve prekarya, özellikle eğitimli genç nüfus için bir çıkmaz halini almıştır. Gençlerin çoğu, üniversite mezunu olmalarına rağmen düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, Türkiye’deki sosyal hareketlerin temel motivasyonlarından birini oluşturan ekonomik eşitsizlik ve toplumsal dışlanma sorunlarına işaret etmektedir.

Sonuç: Prekarya ve Toplumsal Değişim

Prekarya, sadece bir ekonomik kavram değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir sorundur. İş güvencesizliği, düşük ücretler ve uzun vadeli belirsizlikler, bireylerin yaşam kalitesini doğrudan etkileyen faktörlerdir. Neoliberal politikalar, prekaryanın yükselmesine neden olurken, aynı zamanda bu durum, toplumsal eşitsizliklere karşı bir direnç hareketinin doğmasına yol açmıştır. Prekarya, sokak hareketlerinin temel aktörlerini şekillendirirken, sosyal ve ekonomik değişimin motoru olmuştur.

3. SOKAK HAREKETLERİNİN EVRİMİ VE EYLEMCİ FELSEFESİ

Sokak Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi

Sokak hareketleri, genellikle toplumsal adaletsizliklere karşı halkın sesini duyurması, egemen politikalarla ve ekonomik yapılarla yüzleşmesi açısından tarihsel olarak önemli bir rol oynamıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle savaş sonrası dönemde, sokak hareketleri dünya çapında belirgin bir şekilde artmış ve toplumsal hareketlerin önemli bir aracı olmuştur. Bu dönemdeki sokak hareketlerinin büyük bir kısmı, egemen sınıflara karşı bir başkaldırı olarak şekillenmiştir. Bu hareketler, yalnızca belirli coğrafyalarda değil, aynı zamanda farklı toplumsal sınıfların ve kültürel dinamiklerin etkisiyle küresel bir olguya dönüşmüştür.

1950’lerden itibaren, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’da başlayan sokak hareketlerinin en belirgin örneklerinden biri, 1968 yılındaki Mayıs Ayaklanmaları olmuştur. Bu dönemde, öğrenci hareketleri, işçi direnişleri ve anti-savaş protestoları bir arada yer almış ve tüm dünya çapında toplumsal mücadelelerin bir araya gelmesini sağlamıştır. Mayıs Ayaklanmaları, toplumların ekonomik ve kültürel yapılarıyla çatışmaya girdiği bir dönemin simgesi haline gelmiş ve yeni bir toplumsal bilinçlenme sürecini başlatmıştır. Bu dönemde, Batı’daki genç nesil, otoriter rejimlere karşı isyan etmiş ve sokaklar, toplumsal değişimin merkezi haline gelmiştir.

1968 Mayıs Ayaklanmalarını takip eden yıllarda, Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi ve Vietnam Savaşı’na karşı protestolar önemli bir etkiye sahip olmuştur. Bu hareketler, siyahların hakları, kadın hakları, işçi hakları ve çevresel adalet gibi birçok farklı alanda örgütlenen toplumsal direnişlerin örneklerini sunmuştur. Ayrıca, Fransa’daki 1968 Mayıs Ayaklanmaları, İtalya’daki Kızıl Tugaylar ve Almanya’daki Baader-Meinhof Grubu gibi radikal sol grupların yükseldiği yıllara denk gelmiştir. Bu hareketler, sadece devlet politikalarına değil, aynı zamanda kapitalist sistemin kendi içindeki adaletsizliklere karşı da bir başkaldırı olarak şekillenmiştir.

Post-Modern Eylemcilik ve Yeni Protesto Biçimleri

1980’ler ve 1990’lar, sokak hareketlerinin doğasında ve örgütlenme biçimlerinde önemli değişikliklere tanıklık etmiştir. Post-modern eylemcilik olarak adlandırılabilecek yeni bir hareket tarzı, geleneksel partizan yapıları ve hiyerarşik örgütlenmeleri geride bırakmış ve daha esnek, daha yatay yapılar geliştirmiştir. Bu yeni nesil hareketlerin, en önemli özelliklerinden biri, bireysel özgürlüğün ve decentralize (dağıtık) örgütlenme biçimlerinin öne çıkmasıdır. Bu hareketler, çoğu zaman belirli bir liderin ya da merkezi bir karar mekanizmasının olmaksızın, toplumsal değişim için birlikte hareket eden bireyler ve gruplardan oluşur.

Occupy Wall Street (OWS) hareketi, post-modern eylemcilik anlayışının önemli örneklerinden biridir. 2011 yılında Amerika’da başlayan bu hareket, ekonomik eşitsizliklere, büyük şirketlerin kapitalist sistemdeki etkilerine karşı büyük bir direniş olarak ortaya çıkmıştır. OWS, sosyal medya ve dijital platformların gücünden faydalanarak, milyonlarca insanı sokaklara çekmiş ve küresel çapta aynı temalarla hareket eden Occupy Hareketi’ni yaratmıştır. Bu hareket, büyük bir merkezi örgütlenme olmadan, kendiliğinden oluşan ve insanların ortak bir mesele etrafında birleştiği bir yapıya sahiptir. OWS, yalnızca Amerika’daki ekonomik krizlere karşı bir tepki olmakla kalmamış, aynı zamanda dünya çapında küresel eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı sesini duyurmak isteyen insanlar için bir platform yaratmıştır.

Sosyal Medyanın Rolü: Dijital Direniş ve Yeni Protesto Biçimleri

Yeni protesto biçimlerinin bir diğer önemli unsuru ise, dijital medyanın devreye girmesidir. İnternetin ve özellikle sosyal medya platformlarının etkisiyle, sokak hareketleri geleneksel örgütlenme biçimlerinden farklı olarak, hızla yayılabilen ve yaygın katılımı sağlayabilen bir yapıya bürünmüştür. Sosyal medya, kitlesel bir katılımı teşvik etmekle birlikte, aynı zamanda anonimliği ve sistemi doğrudan hedef almayı kolaylaştırmıştır.

Mısır’daki Tahrir Meydanı Protestoları (2011), bu yeni eylem biçimlerinin en belirgin örneklerinden biridir. Fransa’daki Sarı Yelekliler Hareketini de burada örnek verebiliriz. 2018 yılında akaryakıt vergilerine yapılan zamlarla başlayan bu ayaklanma, hızla hükümet karşıtı geniş çaplı bir protesto dalgasına dönüştü. Protestocular, ekonomik adaletsizlikleri, artan yaşam maliyetlerini ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un politikalarını eleştirdiler.

Bu hareket, prekaryanın (güvencesiz çalışanların) öfkesini yansıtan bir isyan olarak değerlendirilebilir. Özellikle düşük gelirli işçiler, esnaf ve güvencesiz çalışanlar, ekonomik sistemde kendilerini dışlanmış hissederek bu harekete katıldılar. Sarı Yelekliler, tabandan gelen bir halk hareketi olarak gelişti. Bu tür protestolar, dijital araçların fiziksel meydanlara taşınarak daha geniş toplumsal hareketlere dönüşebileceğini göstermiştir. Sosyal medya, halkın eylem yapma biçimini değiştirmiş ve sokak eylemlerini daha organize, daha geniş kitlelere ulaşabilen bir araç haline getirmiştir.

Gezi Parkı Hareketi ve Türkiye’deki Sokak Hareketlerinin Evrimi

Türkiye’deki sokak hareketleri, genellikle siyasi iktidara karşı toplumsal bir tepki olarak şekillenmiştir. 2013’teki Gezi Parkı Direnişi, Türkiye’deki sokak hareketlerinin önemli bir kilometre taşıdır. Gezi Parkı eylemleri, önce bir çevre direnişi olarak başlamış, ardından hükümetin baskıcı politikalarına, yoksulluğa, eğitimdeki eşitsizliklere ve özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı geniş bir halk hareketine dönüşmüştür. Gezi, aynı zamanda sosyal medya kullanımı açısından da dikkat çekicidir. Twitter ve Facebook gibi dijital platformlar, Gezi Parkı eylemlerinin organizasyonu için etkin bir şekilde kullanılmış, binlerce insanın sokaklara çıkması sağlanmıştır. Gezi, dijital ve fiziksel eylem arasında güçlü bir bağ kurarak, toplumsal hareketlerin yeni bir örgütlenme biçimi ve direniş dili geliştirmesine olanak sağlamıştır.

Gezi’nin en önemli özelliği, halkın örgütlenmesinin ve protestoların doğrudan yatay bir yapıda olmasıdır. Bir lider figürünün veya merkezi bir örgütün olmaması, hareketin daha geniş halk kesimlerinden destek bulmasını sağlamış ve hareketin sürekliliğini artırmıştır. Gezi Parkı, Türkiye’deki toplumsal hareketlerin sadece politik bir tepki olmadığını, aynı zamanda toplumsal adalet, özgürlük ve eşitlik taleplerini içeren bir sosyal protesto olarak da şekillendiğini göstermiştir.

Eylemci Felsefesi: Yatay Örgütlenme ve Direnişin Temelleri

Eylemci felsefesi, toplumsal hareketlerin temel değerlerine, özellikle özgürlük, eşitlik, adil bir toplum yaratma isteğine dayanır. Bu felsefe, örgütlenme biçimlerinin hiyerarşisiz ve katılımcı olmasını savunur. Hiyerarşiye karşı bir duruş sergileyen bu felsefe, liderlerin ve merkezi yönetimlerin egemenliğine karşı çıkarak, halkın bireysel katılımını ve demokratik karar alma süreçlerini teşvik eder.

Özellikle post-modern eylemcilik ve yeni sokak hareketleri içinde bu tür bir eylemci felsefe daha fazla yer bulmuş, toplumsal değişim için bireysel özgürlüğün ön planda tutulduğu bir direniş biçimi ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, hem toplumsal hem de bireysel özgürlükleri savunarak, hem ekonomik hem de kültürel eşitsizliklere karşı bir direniş oluşturmuştur.

4. ÖRGÜTLENME BİÇİMLERİ VE YENİ PROTESTO MODELLERİ

Geleneksel Örgütlenme Biçimleri ve Değişim

Sokak hareketleri tarihsel olarak, belirli bir liderlik yapısı etrafında örgütlenmişti. Bu geleneksel örgütlenme biçimleri, genellikle güçlü bir merkezi yapı ve belirli bir ideolojik çerçeveye dayalıdır. 20. yüzyılda, özellikle sosyalist ve komünist hareketler, sendikal hareketler ve özgürlükçü sol gruplar, genellikle hiyerarşik bir yapıyı benimsemiş ve protestoları organize etmek için belirli bir lider ya da parti etrafında toplanmışlardır.

Ancak, 1980’lerden sonra neoliberalizmin yükselmesi ve küreselleşme süreci ile birlikte toplumsal hareketlerin örgütlenme biçimleri de değişmiştir. Neoliberalizmin etkisi, devletin ve kapitalizmin gücünün artması, iş güvencesizliği ve toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi gibi faktörler, geleneksel örgütlenme biçimlerinin sınırlı kalmasına yol açmıştır. Artık hareketler, merkeziyetçi bir liderlik ve belirli bir ideolojik dayanak etrafında değil, yatay yapılar ve halkın doğrudan katılımı ile şekillenmektedir.

Yatay Örgütlenme ve Karar Alma Süreçleri

Yeni nesil sokak hareketlerinde en belirgin farklardan biri, yatay örgütlenme anlayışının benimsenmesidir. Geleneksel bir hareketin aksine, yatay örgütlenme, kararların merkezi bir lider veya otorite tarafından alınmasının yerine, hareketin tüm üyelerinin eşit bir şekilde söz hakkına sahip olmasını sağlar. Bu yaklaşım, katılımcı demokrasiye dayalıdır ve her bireye eşit haklar tanır. Yatay örgütlenme biçimi, hareketin daha esnek ve daha dinamik olmasına olanak tanır.

Bu tarz örgütlenme, mücadele stratejilerinin esnekliğini artırırken, hareketin yerel ve küresel ölçekte birbirine bağlı çeşitli katmanlar halinde büyümesini sağlar. Yatay yapılar, aynı zamanda hareketin daha geniş kitlelere ulaşmasını ve daha fazla kişiyi sisteme karşı protesto etmek için sokaklara çekmesini sağlar. Gezi Parkı Direnişi, Occupy Wall Street hareketi ve  Fransa’daki Sarı Yelekliler gibi örneklerde görülen yatay örgütlenme, merkezi bir liderliğin yerine doğrudan halkın kendiliğinden organize olduğu ve her bireyin eşit bir şekilde söz hakkına sahip olduğu bir yapıyı ortaya koymuştur.

Ağ Merkezli Örgütlenme: Dijital Araçların Rolü

Ağ merkezli örgütlenme biçimi, dijital teknolojilerin etkisiyle son yıllarda daha da yaygınlaşmıştır. İnternetin ve sosyal medya platformlarının yükselmesi, hareketlerin hızla organize olmasını, bağımsız medya araçlarıyla yayılmasını ve dijital eylemler gerçekleştirmesini kolaylaştırmıştır. Ağ merkezi örgütlenme, geleneksel örgütlenme biçimlerinden farklı olarak, fiziksel sınırları aşabilen bir yapı sunar. Bu sayede, aynı protesto amacı için dünyanın farklı köylerinden, kasabalarından ve şehirlerinden insanlar birbirine bağlanabilir ve hareketin sesini duyurmak için ortak bir çaba gösterilebilir.

Arab Spring (Arap Baharı) gibi örnekler, ağ merkezli örgütlenmenin dijital medyanın etkisiyle nasıl etkili olabileceğini göstermiştir. Tahrir Meydanı’ndaki protestolar, Facebook ve Twitter üzerinden geniş kitlelere ulaşmış ve milyonlarca insanın organize olmasını sağlamıştır. #OccupyWallStreet hareketi de benzer şekilde, Twitter ve Facebook gibi platformlarda yayılan hashtag’ler ile bir araya gelen bireylerin oluşturduğu kitlesel bir hareket haline gelmiştir.

Sosyal Medyanın Yeni Protesto Dili

Sosyal medya, toplumsal hareketlerin ifade biçiminde de devrimsel bir değişim yaratmıştır. Hashtag’ler, dijital protestolar, viral videolar ve canlı yayınlar, eylemcilerin mesajlarını geniş kitlelere iletmek için kullandıkları yeni araçlar haline gelmiştir. Sosyal medya, mesajın hızla yayılmasını sağlar ve kamuoyu oluşturma gücüne sahiptir. Bunun yanı sıra, fiziksel olarak bir araya gelmenin zor olduğu yerlerde bile dijital gösteriler düzenlemek mümkün hale gelmiştir.

Gezi Parkı’nda protestoların başlangıcında, eylemciler #DirenGeziParkı ve #OccupyGezi gibi hashtag’lerle toplumsal olayları duyurmuş, seslerini duyurmak için dijital ortamı etkin şekilde kullanmışlardır. Aynı şekilde, #BlackLivesMatter hareketi de Twitter ve Instagram gibi platformlar üzerinden küresel bir direniş hareketine dönüşmüştür. Dijital medyanın sunduğu olanaklarla, sokak eylemleri dijital medya ve fiziksel gösteriler arasında güçlü bir bağ kurarak, küresel ölçekte eş zamanlı protesto yapabilmeyi mümkün kılmıştır.

Protesto Biçimlerinin Evrimi: Dönüşen Duruşlar ve Taktikler

Sokak hareketlerinin örgütlenme biçimleri ve kullanılan taktikler, yalnızca yatay yapılar ve dijital araçlar ile sınırlı kalmamaktadır. Aynı zamanda yeni protesto biçimlerinin ortaya çıkması, sokak hareketlerinin daha geniş bir toplumsal etki yaratmasını sağlamıştır. Performans sanatı, flashmoblar, sosyal medya kampanyaları ve karmaşık grafik tasarımlar gibi yaratıcı protesto biçimleri, bu hareketlerin etki alanını genişletmiştir.

Günümüz protestolarında düşünsel değişim, toplumsal adalet talepleri ve yapısal reformlar öne çıkarken, eylemler genellikle şiddet içermeyen, pasif direniş ve yapay meydan okumalar biçiminde şekillenmektedir. Örneğin, Fridays for Future hareketi, çevre sorunlarına karşı daha kapsayıcı ve yaratıcı bir yaklaşım sunmuş, özellikle görsel sanatları ve dijital medyayı etkili bir şekilde kullanarak gençlerin katılımını teşvik etmiştir.

Gezi Parkı ve Fridays for Future gibi hareketler, geleneksel toplumsal sınıf yapıları ve siyasi partilerin baskılarından bağımsız olarak, halkın sokakta, meydanlarda, dijital platformlarda birleşebileceğini ve güçlü bir etki yaratabileceğini göstermektedir. Bu protestolar, yalnızca bir talebin dile getirilmesi değil, aynı zamanda halkın bir arada yaşama biçimini sorgulayan ve yeni toplumsal ilişkiler kurma amacını güden bir eylem biçimidir.

5. SOKAK HAREKETLERİNİN SOSYAL VE POLİTİKA ETKİLERİ

Halkın Siyasi Bilinçlenmesi ve Katılımı

Sokak hareketleri, yalnızca toplumsal değil, aynı zamanda siyasi bir etki de yaratmaktadır. Bu hareketler, bireylerin siyasi bilinçlenmesini artırarak, daha fazla insanın siyasi katılımını teşvik etmektedir. Sokak hareketlerinin etkisiyle, toplumsal sorunlara karşı duyarlılık artmış, halk daha aktif bir şekilde siyasi tartışmaların parçası olmuştur. Gezi Parkı Direnişi gibi örnekler, özellikle genç kuşağın siyasi öngörü ve sorumluluk duygusunu geliştirmesine olanak sağlamıştır. Bu tür hareketler, toplumsal değişimi sadece protesto etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal sorunların çözülmesi için yeni politikalar oluşturma çağrısı yapar.

Ayrıca, sokak hareketleri, yerel düzeyde siyasi farkındalığın artmasını sağlar. Özellikle yerel yönetimler, bu tür protestolarla daha fazla halk desteği sağlama ve sosyal adaleti temin etme konusunda baskı altına girebilir. Bu şekilde, eylemler yalnızca merkezi hükümetlere değil, aynı zamanda yerel yönetimlere karşı da önemli bir denetim aracı haline gelir.

Toplumsal Dayanışma ve Ağ Kurma

Sokak hareketlerinin bir diğer etkisi ise, toplumsal dayanışma ve ağ kurma süreçlerinin hızlanmasıdır. Yatay örgütlenme ve dijital araçlar sayesinde, eylemciler arasında geniş bir dayanışma ağı kurulmuş ve bu ağ, toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük gibi ortak hedefler etrafında birleşmiştir. Bu dayanışma, yalnızca sınıfsal değil, aynı zamanda etnik, cinsel ve sosyal kimlik temelli eşitsizliklerin de aşılmasına olanak tanımaktadır.

Eylemciler arasında kurulan bu bağlar, yerel topluluklardan global düzeyde bir hareketlilik yaratmakta, toplumsal sorunların güncel ve global boyutlarda çözülmesine zemin hazırlamaktadır.

6. SOKAK HAREKETLERİNİN GELECEĞİ VE POTANSİYEL ETKİLERİ

Sokak hareketlerinin geleceği, günümüzde küresel ve yerel ölçekte toplumsal dinamiklerin değişimlerine paralel olarak şekillenmektedir. Bu hareketlerin gelecekteki etkileri, yalnızca toplumsal yapıları ve politik ortamları değil, aynı zamanda ekonomik ilişkileri, çevresel sürdürülebilirlik ve bireysel haklar gibi birçok temel alanı etkileyecektir. Teknolojik gelişmelerin, dijital medya ve sosyal ağlar üzerinden iletişimin kolaylaşmasının, sokak hareketlerinin gelişiminde önemli bir rol oynayacağı aşikardır. Ancak gelecekteki sokak hareketlerinin evrimini daha net görebilmek için geçmişteki örnekleri ve şimdiki eğilimleri anlamak önemlidir.

Sokak Hareketlerinin Evrenselleşen Etkisi: Küresel Birleşimler

Günümüzde sokak hareketleri, giderek daha küresel bir nitelik kazanmaktadır. Birçok yerel hareket, dijital medya ve sosyal ağlar aracılığıyla küresel boyut kazanmakta ve uluslararası dayanışma ağları kurmaktadır. Arap Baharı ve Occupy Wall Street gibi hareketler, aynı zamanda dünya çapında ortak meseleler etrafında birleşen bir küresel eylemci bilincinin yükseldiğini göstermektedir. Bu tür hareketler, birbiriyle bağlantılı olmayan farklı toplulukları, siyasi rejimlerin baskılarından ve ekonomik eşitsizliklerden daha geniş bir perspektiften birbirine bağlayabilir.

Örneğin, Fridays for Future hareketi, gençlerin iklim değişikliği karşısında yükselttiği küresel sesin somut bir örneğidir. Greta Thunberg‘in öncülüğünde başlayan bu hareket, sadece Avrupa’da değil, dünyanın dört bir yanında halkın sokağa dökülmesine neden olmuş, hükümetleri çevre politikalarını değiştirmeye zorlamıştır. Sosyal medya, bu tür küresel eylemlerin hızla yayılmasına ve küresel ölçekte ortak eylemler düzenlenmesine olanak tanımıştır. İklim değişikliği, küresel eşitsizlikler, iş güvencesizliği gibi sorunlar artık yalnızca bir bölgesel problem değil, evrensel bir tehdit haline gelmiştir.

Dijital Aktivizm ve Geleceğin Protesto Biçimleri

Dijital medya, sokak hareketlerinin geleceğini şekillendiren en güçlü araçlardan biridir. Sosyal medya platformları, etkinliklerin organize edilmesinden, kitlelere ulaşılmasına kadar her açıdan eylemci hareketlerin hızla yayılmasına yardımcı olmaktadır. Ancak bu dijital dönüşümün geleceği, yalnızca çevrimiçi platformlarla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda sanal protestolar ve dijital direnişler gibi yeni biçimlerde karşımıza çıkacaktır.

Gelecekte, protestoların yalnızca fiziksel alanlarda değil, sanat galerilerinde, dijital alanlarda ve hatta metaverse gibi sanal ortamlarda da gerçekleşmesi muhtemeldir. #MeToo hareketi, sosyal medyada yayılan ve büyük bir toplumsal değişime yol açan dijital eylemlerin bir örneğidir. Sanal protestolar, geniş kitlelere hitap edebilme gücüne sahipken, aynı zamanda fiziksel sınırları aşarak, daha global bir etki alanı yaratabilmektedir.

Örneğin, dijital ortamlarda düzenlenen hashtag kampanyaları veya çevrimiçi imza kampanyaları, düşük maliyetle küresel bir etki yaratılmasına olanak tanımaktadır. Hatta zaman içinde sanal meydan okumalar ve dijital performanslar daha yaygın hale gelebilir, sokak eylemleri ve gösteriler yerini sanal direnişlere bırakabilir. Bu durum, hareketlerin hızla yayılmasını sağlar, ancak aynı zamanda dijital güvenlik sorunları, dezenformasyon ve manipülasyon gibi yeni riskler de doğurabilir.

Genç Nesil ve Yeni Toplumsal Hareketler

Günümüz sokak hareketlerinin en büyük temsilcileri, genellikle genç kuşaklardan oluşmaktadır. Genç aktivistler, hem toplumsal eşitsizliklere karşı çıkan hem de çevresel sürdürülebilirlik gibi uzun vadeli sorunları sorgulayan bir bakış açısına sahiptirler. Greta Thunberg ve Malala Yousafzai gibi figürler, gençlerin toplumsal harekette nasıl güçlü bir rol oynayabileceğini kanıtlamıştır. Bu nesil, teknolojiye daha yakın, küresel sorunları yerel düzeyde algılayan ve daha bilinçli bir hareket diline sahiptir.

Bu genç kuşak, çeşitlilik ve kapsayıcılığı savunan, daha eşitlikçi ve hiyerarşi karşıtı bir hareket anlayışına sahiptir. Bu, geçmişteki eylemci felsefelerden farklı olarak, bireysel hakların, kültürel çeşitliliğin ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin ön planda tutulduğu bir perspektife işaret eder. Bu genç kuşak, iklim değişikliği, sosyal adalet, cinsiyet eşitliği ve sosyal dayanışma gibi konuları, büyük bir mobilizasyon gücüyle dünya çapında gündeme getirmektedir.

Devletin Rolü ve Hukuki Yansımalar

Sokak hareketlerinin geleceği, devletlerin hareketlere karşı tutumlarına da bağlı olacaktır. Günümüzde birçok hükümet, protestoları engellemeye yönelik sert yasalar çıkarmakta veya baskı kurmak için güç kullanmaktadır. Bu tür müdahaleler, zaman içinde sokak hareketlerinin daha yaratıcı ve çevik biçimlere bürünmesine neden olabilir. Ancak, devletin bu tür baskıları, eylemci grupların hızla örgütlenebilmesi için dijital platformları kullanmalarına da yol açacaktır.

Özellikle toplumsal sözleşme çerçevesinde, devletin eylemcilere yönelik hukuk dışı baskılar ve zor kullanımı, sivil itaatsizlik gibi yeni protesto biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Gelecekteki sokak hareketlerinin yasal hakların korunması, ifade özgürlüğü ve demokratik değerler gibi evrensel ilkelere dayalı olarak şekillenmesi beklenmektedir. Devletin toplumsal hareketlerle ilişkisinin değişmesi, bu hareketlerin şiddet içermeyen, ancak güçlü mesajlar veren daha etkili şekillerde düzenlenmesini sağlayacaktır.

Sosyal ve Kültürel Değişim: Devrimci Dönüşümler ve Yenilikçi Duruşlar

Sokak hareketlerinin gelecekteki en önemli etkilerinden biri de sosyal ve kültürel değişim alanında olacaktır. Toplumsal hareketler, sadece siyaseti değil, aynı zamanda kültürel normları, değerleri ve günlük hayatı değiştirme potansiyeline sahiptir. Dijital medya, toplumsal hareketlerin daha fazla insanla etkileşime girmesini sağlarken, kültürel normların da dönüşümünü hızlandırmaktadır.

Örneğin, LGBTQ+ hareketi, feminist hareket ve işçi hakları hareketi, sosyal medyanın gücüyle daha geniş bir kitlenin desteğini kazanmış ve kültürel normlar konusunda önemli dönüşümler gerçekleştirmiştir. Bu hareketlerin potansiyel etkileri, sadece hükümet politikalarına değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanına dokunmaktadır. Toplumlar arasındaki eşitsizliklerin ve baskıların ortadan kaldırılması, sadece fiziksel sokaklarda değil, aynı zamanda dijital alanda da yürütülen kültürel bir mücadeleye dönüşmektedir.

Çevresel Adalet ve Sürdürülebilirlik Hareketlerinin Yükselmesi

İklim değişikliği ve çevresel felaketler, gelecekteki sokak hareketlerinin odak noktalarından biri olacak gibi görünmektedir. Çevresel adalet hareketi, özellikle genç nesiller arasında büyük bir farkındalık yaratmış ve küresel bir düzeyde büyümüştür. Çevre hareketlerinin büyümesi, yalnızca devletlerin politikalarını değil, aynı zamanda şirketlerin ekonomik yapılarını da değiştirebilir.

İklim değişikliği karşıtı protestoların, sadece hükümet politikaları üzerinde değil, aynı zamanda dünya çapındaki işletmelerin çevresel sorumlulukları üzerinde de baskı oluşturması beklenmektedir. Fridays for Future, Extinction Rebellion gibi hareketler, bu tür dönüşüm süreçlerini hızlandırmakta ve çevresel sürdürülebilirlik ile adaletin sağlanması için önemli bir araç haline gelmektedir.

7. SONUÇ: SOKAK HAREKETLERİNİN TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMDEKİ ROLÜ

Sokak hareketleri, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de toplumsal değişimin önemli araçları olacaktır. Sosyal medya, dijital platformlar ve yatay örgütlenme biçimleri, eylemci grupların hızla birleşmesine ve toplumsal sorunları küresel ölçekte gündeme taşımalarına olanak tanımaktadır. Sokak hareketlerinin, sadece fiziksel alanlarda değil, dijital ortamlarda da etkin bir şekilde devam etmesi, toplumsal bilinçlenme ve politik değişim açısından önemli fırsatlar sunmaktadır.

Ancak, bu hareketlerin başarısı, sadece bireysel katılım ile sınırlı kalmayacak, aynı zamanda devletlerin ve kurumsal güçlerin hareketlere yönelik tutumlarına ve toplumsal bağlamda desteklenmesine de bağlı olacaktır. Sosyal adalet, eşitlik ve çevresel sürdürülebilirlik gibi evrensel temalar etrafında şekillenen bu hareketler, yalnızca protestolar değil, aynı zamanda yenilikçi kültürel ve toplumsal dönüşümler için de bir yol haritası çizmektedir.

Kaynakça

1.Anderson, C. (2013). The Internet and the Political Activism of Youth. Oxford University Press.

2.Atton, C. (2004). An Alternative Internet: Radical Media, Politics and Creativity. Edinburgh University Press.

3.Bakker, E. (2020). “The Role of Social Media in Protest Movements: A Comparative Study of Occupy Wall Street and the Arab Spring.” International Journal of Communication, 14, 4238-4256.

4.Bennett, L. W., & Segerberg, A. (2013). The Logic of Connective Action: Digital Media and the Personalization of Contentious Politics. Cambridge University Press.

5.Boltanski, L., & Chiapello, E. (2005). The New Spirit of Capitalism. Verso.

6.Castells, M. (2012). Networks of Outrage and Hope: Social Movements in the Internet Age. Polity.

7.Chesters, G., & Welsh, I. (2006). Social Movements: The Key Concepts. Routledge.

8.Della Porta, D., & Tarrow, S. (2005). Transnational Protest and Global Activism. Rowman & Littlefield.

9.DeLuca, K. M., Lawson, S. R., & Sun, Y. (2012). “Occupy Wall Street on the Public Screen of Social Media: The Many Frames of the 99% Movement.” Communication, Culture & Critique, 5(4), 482-509.

10.Featherstone, D. (2008). Resistance, Space and Political Identities: The Making of Counter-Global Networks. Wiley-Blackwell.

11.Fuchs, C. (2017). Social Media: A Critical Introduction. Sage Publications.

12.Giddens, A. (1999). Runaway World: How Globalization is Reshaping Our Lives. Routledge.

13.Gitlin, T. (2003). The Sixties: Years of Hope, Days of Rage. Bantam Books.

14.Hardt, M., & Negri, A. (2000). Empire. Harvard University Press.

15.Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.

16.Hua, Y. (2015). “Revolutionizing Protests: The Role of Social Media in the Occupy Wall Street Movement.” Media, Culture & Society, 37(1), 1-12.

17.Juris, J. S. (2008). “Networking Futures: The Movements Against Corporate Globalization.” Duke University Press.

18.Lefebvre, H. (1991). The Production of Space. Blackwell Publishing.

19.McAdam, D., Tarrow, S., & Tilly, C. (2001). Dynamics of Contention. Cambridge University Press.

20.Melucci, A. (1996). Challenging Codes: Collective Action in the Information Age. Cambridge University Press.

21.Morris, A. D., & Herring, C. (2009). Social Movements and the Struggle for Justice: Understanding the Intersection of Race and Power. Polity Press.

22.Negri, A. (2008). The Empire of Struggle. W.W. Norton & Company.

23.Olson, M. (1965). The Logic of Collective Action: Public Goods and the Theory of Groups. Harvard University Press.

24.Papageorgiou, A. (2015). “Social Movements and Digital Technologies: A Case Study of Gezi Park.” Journal of Political Technology, 12(3), 200-213.

25.Piven, F. F., & Cloward, R. A. (1977). Poor People’s Movements: Why They Succeed, How They Fail. Vintage.

26.Rainie, L., & Wellman, B. (2012). Networked: The New Social Operating System. MIT Press.

27.Rosenfeld, M. (2015). “From Protest to Politics: The Role of Movements in Shaping Social Change.” Politics and Society, 43(2), 156-178.

28.Shirky, C. (2008). Here Comes Everybody: The Power of Organizing Without Organizations. Penguin Press.

29.Tarrow, S. (1998). Power in Movement: Social Movements and Contentious Politics. Cambridge University Press.

30.Tilly, C. (2004). Social Movements, 1768-2004. Paradigm Publishers.

31.Woods, E. (2008). Globalization and Resistance: The Role of Social Movements. University of California Press.

32.Yardımcı, H. (2021). “Sokak Hareketleri ve Dijital Protestolar: Gezi Parkı Örneği.” Sosyal Hareketler Dergisi, 2(1), 45-60.

33.Zúñiga, H. G., & Mutz, D. C. (2017). Political Communication and Social Movements. Oxford University Press.

34.Zizek, S. (2011). Living in the End Times. Verso.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir