Kafesteki Türkiye: Kafes Kırılmalı

Oslo, 16 Eylül 2025

ABD ve AB emperyalizminin, NATO’nun ve BOP’un ördüğü kafeste felç edilen bir Türkiye; Kafes kırılmalı . Türkler yeniden özgür, bağımsız ve şuur sahibi bir millet olmalı.

Paslı Çivilerle Çevrilen Bir Millet

Bir ulusun onuru, tarihî hafızası ve gelecek iradesi, dışarıdan dayatılan ilişkilerle, bağımlılıklarla ve içerde bunlara hizmet eden mekanizmalarla yavaşça aşındırıldığında geriye ne kalır? Bugün elimizde duran tablonun adı “kafes”tir. Bu kafes, dışardan gönderilen çeliklerle değil, içeriden paslandırılan çivilerle örülmüştür. Onu kırmak bir lüks ya da utku değil; varoluşun çıplak şartıdır.

Kafesin görünmeyen duvarlarını oluşturan şey, yalnızca uluslararası anlaşmalar ya da askeri paktlar değildir. Kafes, bir zihniyettir. Teslimiyeti “uyum” diye sunan, bağımlılığı “işbirliği” diye pazarlayan zihniyet. Kendi milletinin çıkarlarını ikincil görüp, dış merkezlerin taleplerini birincil kabul eden anlayış. İşte asıl kırılması gereken, bu zihinsel ve siyasal prangadır.

Bu metin, bir hatırlatma ve bir çağrıdır: Tarih önünde sorumluluğunu unutanlara, kendi halkının sırtına yük bindirenlere ve gelecek kuşakların iradesini ipotek altına alanlara karşı kaleme alınmış sert bir teşhistir.

Kafesin Şekli: Rozetler, Broşürler ve Kaybolan İrade

Kafesin yüzeyi parlak rozetlerle kaplıdır: NATO rozeti, AB yıldızları, uluslararası işbirliği broşürleri. Ancak bu parlaklığın altında, daralmış bir siyaset alanı, bağımlı hale gelmiş karar mekanizmaları ve yabancı sermayenin kilitlediği ekonomik damarlar vardır.

NATO üyeliği, başlangıçta bir güvenlik arayışının ürünü olarak sunuldu. Ancak zamanla, ittifakın yüklediği angajmanlar Türkiye’nin kendi güvenlik politikalarını belirleme kabiliyetini zayıflattı. Kendi sınırlarını korumak için dahi “müttefik onayı”na muhtaç hale gelen bir devlet, hangi bağımsızlıktan söz edebilir?

BOP ise yalnızca bir bölgesel plan değil, içeride siyaset yapma biçimlerinin de felç edilmesidir. “Güvenlik” bahanesi, her itirazı susturan bir örtüye dönüştü. Oysa güvenlik, özgür iradenin koruyucusu olmalıydı; tersine, özgür iradenin boğazına geçirilen bir zincir haline getirildi.

Bekçiler: İçerdeki Kalemşörler ve Suskunlar

Kafesin bekçileri dışarıda değil, içeridedir. Onlar, yabancı merkezlerin cümlelerini içerde tercüme eden kalemşörlerdir. Medya patronları, dış fonlara yaslanmış sivil toplum ağları, iktidara yakın çıkar grupları, ideolojik körlükle Batı reçetelerini ezberleyen entelektüeller… Hepsi farklı maskelerle aynı rolü oynar: Teslimiyeti meşrulaştırmak.

Bekçiler, halkı aldatmak için yumuşak bir dil kullanır. “Reform”, “entegrasyon”, “modernleşme” derler. Oysa bu kelimeler, bağımsızlığın geri adımlarla aşındırılmasını gizleyen paravanlardır. Tarihî referansları törpülerler, bağımsızlık taleplerini marjinalleştirirler. Onlara göre ulusal çıkar, dış merkezin menfaatiyle çeliştiği anda “eski kafalı”lık olur.

Bir yönetim, dış talimatları kendi halkının iradesine tercih ederse; bu yalnızca stratejik bir hata değil, tarih önünde işlenecek bir suçtur. Ve bu suçun cezası yalnızca yöneticilere değil, gelecek kuşaklara kesilir.

Tarihi Mirasın Boşaltılması

Atatürk’ün mirasının merkezinde “tam bağımsızlık” ilkesi vardır. Bu, yalnızca askeri bağımsızlık değil; ekonomik, siyasi ve kültürel boyutlarıyla bir bütündür. Bugün bu ilke törensel nutuklara indirgenmiş, pratikte ise sistematik biçimde inceltilmiştir.

Dış kredilerle borç batağına sürüklenen ekonomi, stratejik sektörleri yabancı ortaklıklara açan politikalar, eğitim müfredatının dış odaklı projelere uyarlanması… Bunların her biri bağımsızlığın bir parçasını törpülemiştir. Böylece “tam bağımsızlık” bir tarihî anı olarak vitrine kaldırılmış, güncel bir hedef olmaktan çıkarılmıştır.

Bu inceltme sürecine sessiz kalan ya da onu alkışlayan siyasetçiler ve aydınlar, tarihe karşı görevlerini yerine getirmemektedir. Tarih, alkışçıları değil; direnenleri hatırlar.

Ekonomik Kafes: Borcun Zincirleri

Kafesin en sinsi telleri ekonomide gizlidir. Dış borç sarmalı, sıcak para bağımlılığı, kritik altyapılarda yabancı denetimi… Bunların hepsi, egemenliğin açıkça pazarlanmasıdır. Kriz anlarında belirleyici olan, milletin kurumları değil, dış merkezlerin müdahale kapasitesidir.

“Piyasa şartları” adı verilen söylem, aslında egemenlikten vazgeçmenin kibar ifadesidir. Bir millet, kendi ekonomik iradesini kaybettiğinde, siyasal bağımsızlığını da kaybetmiş demektir. Çocuklarının geleceğini ipotek altına koyan bir ülke, hangi onurla bağımsızlık nutku atabilir?

Dahası, burslar, kültürel projeler ve eğitim programlarıyla uzun vadede zihinler de teslim alınmaktadır. Dış normlara göre yetiştirilen elitler, kendi milletine yabancılaşmakta; bağımsız karar alabilen kadrolar giderek azalmaktadır.

İktidarın Vebali

Siyaset, tercihlerin tarih önünde test edildiği bir sahnedir. Bir iktidar, kısa vadeli çıkarlar uğruna dış bağımlılığı artırıyorsa, yalnızca bugünü değil geleceği de satmaktadır. Bu vebal, yalnızca bir yönetim zaafı değil; etik ve tarihî bir sorumluluktur.

Geçici rahatlık uğruna stratejik alanları teslim etmek, iktidarın sorumluluğunu halkın sırtına yüklemektir. Ve halk, her seferinde krizin, borcun ve bağımlılığın bedelini ödemektedir. Bu yük, gelecek kuşakların sırtına zincir olarak bırakılmaktadır.

Tarih, günü kurtaranları değil; geleceği kurtaranları yazar. Bugün çıkarcı tercihlerle bağımlılığı meşrulaştıranlar, yarın tarihî hafızanın mahkemesinde yargılanacaklardır.

Kafesi Nasıl Kırmalı?

Kafesi kırmak sloganlarla değil, disiplinli bir planla mümkündür. İşte bir yol haritası:

1. Bağımsızlık manifestosu: Ekonomi, hukuk, eğitim ve kültürde somut hedefler belirleyen, kurucu değerlerle uyumlu bir program hazırlanmalı.

2. Stratejik millileştirme: Enerji, savunma, iletişim, tarım ve teknoloji gibi alanlarda dış bağımlılık minimize edilmeli.

3. Milli eğitim devrimi: Tarih bilinci, bilimsel yetkinlik ve eleştirel düşünme eğitimin omurgası olmalı.

4. Hesap verebilirlik: Dışa bağımlı ilişkiler hukuken sınırlandırılmalı, kamu kaynakları denetlenmeli.

5. Dış politikada denge: İttifaklar çıkar temelli yeniden tanımlanmalı, bağımsız diplomasi güçlendirilmeli.

Bu adımlar cesaret ister. Kırmak, bağırmakla değil; çürük çivileri söküp yerine sağlam demirler çakmakla mümkündür.

İçerdeki Sorumluluk

Kafes yalnızca dışardan dayatılmamıştır; içeriden de kurulmuştur. Çıkar grupları, suskun aydınlar, kısa vadeli kazanç peşindeki bürokratlar… Hepsi bu kafesin içten örülmesinde rol oynamıştır.

Hiç kimse masum değildir. Vatandaş da, siyasetçi de, entelektüel de kendi sorumluluğunu üstlenmek zorundadır. Çünkü sessizlik, en büyük suç ortaklığıdır.

Kafesi kırmak için önce içerideki paslanmış zincirlerin farkına varmak gerekir. Rüşvetle, çıkarla, suskunlukla örülen bu bağları kesmeden dış zincirleri kırmak imkânsızdır.

Son Söz: Kırılacak Olan Uyuyan Vicdanlardır

“Kafesi kırılmalı” demek, yalnızca bir siyaset eleştirisi değil; bir vicdan çağrısıdır. Eğer bir ulus kendi tarihine, kurumlarına ve evlatlarının geleceğine sahip çıkmazsa; dışarıdan gelen her teklif cazip bir tuzağa dönüşür.

Kırılacak olan yalnızca demir değildir. Kırılması gereken şey, teslimiyet alışkanlığıdır. Sessizliğin konforuna alışmış vicdanların uyanmasıdır.

Bugün tercih, bağımsızlıktan yana ya da teslimiyetten yana yapılacaktır. Bu tercih, gürültülü sloganlarla değil; akılla, hukukla, disiplinle ve cesaretle hayata geçirilmelidir. Kafesi kırmak, liderlerin değil; milletin ortak görevidir.

Ve o kafes kırıldığında, ortaya çıkacak olan yalnızca yeni bir siyasal tablo değil; onurlu, bağımsız, iradeli bir Türkiye’dir. Tıpkı Atatürk’ün hayal ettiği gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir