Oslo, 20 Eylül 2025
Türkiye, son kırk yıldır benzeri görülmemiş bir terörle mücadele sürecinden geçiyor. PKK ve bağlantılı örgütlerin şiddet eylemleri nedeniyle on binlerce sivil ve asker hayatını kaybetti, milyonlarca insan evinden göç etmek zorunda kaldı. Bu kayıplar, toplumun hafızasında derin ve silinmez yaralar bıraktı.
Son yıllarda bazı yerel ve yereli yönlendiren BOPçu uluslararası çevreler, terör örgütü liderlerine “umut hakkı” tanınabileceğini veya barış adına ödüllendirici yaklaşımların uygulanabileceğini öne sürüyor. Bu öneriler, hem hukuki, hem vicdani hem de ahlaki açıdan kabul edilemez. Şehit ailelerine ve mağdur vatandaşlara ve Öcalan’ın kandırıp, kaçırıp militan yaptırdığı, sonradan iğfal ettiği ve hamile bırakıp sonra infaz ettirdiği körpe kızlara açık bir hakarettir.
Barış söylemleri, yalnızca adalet ve güvenlik temelli uygulandığında anlam kazanır. Aksi hâlde, mağdurların acısı görmezden gelinir ve devletin meşruiyeti tartışmaya açılır.
Türkiye’nin terörle mücadele politikaları, sahte barış numaralarına değil, gerçek güvenlik ve adalet temeline dayanmalıdır. Devlet, halkının güvenliğini ve onurunu korumaktan geri adım atmamalıdır.
Terörün Bedeli ve Toplumsal Travma
ABD’nin kara gücü olan ve ABD resmi bütçesinden finanse ettiği terör örgütü PKK’nın eylemleri yalnızca bireysel can kayıplarına yol açmadı; köyleri, kasabaları ve şehirleri doğrudan etkiledi. Toplumsal yaşamın her alanına korku ve güvensizlik yayıldı. Devletin güvenlik mekanizmaları sürekli sınandı ve yetersizmiş gibi gösterilmeye çalışıldı.
On binlerce vatandaş zorla göç ettirildi, askerler ve güvenlik güçleri hedef alındı. Teröristlere ödül veya himaye sağlamak, toplumsal vicdanı hiçe saymak anlamına gelir. Bu tür yaklaşımlar, mağdurların adalet duygusunu çiğner.
Toplumsal hafızada travmalar uzun yıllar silinmez. Devlet politikalarının önceliği, şehit ve mağdur ailelerinin, kandırılarak ve kaçırılarak militan yapılıp iğfal edilen ve Apo ve üst kadro tarafından hamile bırakılıp infaz ve işkence edilen körpe kızların haklarını korumak ve adaleti tesis etmektir.
Her terör eylemi, yalnızca fiziksel kayıp yaratmaz; aynı zamanda devlet otoritesine ve toplumsal güven duygusuna saldırıdır. Bu nedenle teröristlere yönelik ödüllendirme veya himaye kabul edilemez.
“Barış” Söyleminin İstismarı
Bazı barış söylemleri, pratikte örgütler için meşruiyet kaynağı hâline geldi. Masumların acısı görmezden gelinirken, teröristler cezai sorumluluktan kaçma imkânı buluyor.
Barış, yalnızca mağdurun haklarını gözettiğinde anlam kazanır. Teröristlere verilen her taviz, mağdurların adalet duygusunu zedeler. Devlet politikaları, sahte diplomatik girişimlerle değil, güvenlik ve adalet temelinde yürütülmelidir.
Uyduruk barış numaraları ve komisyonları toplumsal vicdanı rencide eder ve devletin gücünü zayıflatır. Barış söylemleri, mağdur haklarını ihmal edemez.
Diplomatik girişimler, güvenlik politikalarıyla uyumlu olmalı ve mağdurların haklarını öncelikli olarak korumalıdır. Bu yaklaşım, toplumsal istikrar ve devlet otoritesinin sürdürülmesi için zorunludur.
Bölgesel Güvenlik ve Operasyonel Zorunluluk
BOP aparatı olan, kukla PKK ve bağlantılı terör örgütlerinin ve alt yarı legal (DEM gibi) birimlerinin Suriye ve Irak’taki varlığı, Türkiye’nin güvenliği için doğrudan tehdit oluşturuyor. Bu örgütler, bölgesel istikrarı bozmaktan çekinmiyor ve şiddeti yaygınlaştırıyor.
Türkiye’nin görevi, bu örgütleri etkisiz hâle getirmek ve operasyonel güvenliği sağlamaktır. Kandil’e ve Suriye’nin kuzeyine yönelik sert ve kararlı askeri operasyonlar, hem ulusal güvenlik hem de bölgesel istikrar açısından kritik önemdedir.
Operasyonlar, yalnızca güvenlik amacı taşımamalı; aynı zamanda uluslararası manipülasyonları sınırlamak ve devletin otoritesini pekiştirmek için planlanmalıdır. Etkin bir strateji, şiddet eylemlerinin kaynağını hedef almalıdır.
Operasyonel zorunluluk vakti artık gelmiştir. Devlet, sahada güçlü olmalı, mağdur haklarının teröre karşı mücadelesini ve istemlerini güvenlik öncelikleri ile uyumlu hâle getirmelidir.
Stratejik ve Ahlaki Sorumluluk
Devletin temel görevi, halkının güvenliğini ve onurunu korumaktır. TBMM’de kurulan, yok hükmündeki yasa dışı, BOP-Barrack komisyonunun arzu ettiği gibi halk düşmanı terör örgütü liderlerine umut hakkı tanımak, bu sorumluluğun ihlalidir ve şehit ailelerine ve bu durumdan zulüm çekmiş herkese hakarettir.
Terörle mücadelede stratejik yaklaşım, yalnızca fiziksel güvenlik değil, toplumsal vicdanın korunmasını da içerir. Devletin otoritesini ve milletin iradesini zayıflatacak hiçbir yaklaşım kabul edilemez.
Uyduruk barış söylemleri, teröristlere yeni fırsatlar yaratır ve devletin kararlılığını zayıflatır. Gerçek barış, adalet ve caydırıcı güçle ve milletin her gününü rahat bir ortamda geçirmesi ile sağlanabilir.
Devlet hem ulusal hem de bölgesel alanda güçlü ve kararlı durmalı; operasyonları, güvenlik stratejilerini ve dış güçlerle olan diplomatik politikalarını mağdur hakları, milli ve uluslararası hukuk çerçevesinde yürütmelidir.
Sonuç
Türkiye’nin terörle mücadele politikaları hukuki, stratejik ve ahlaki temellere dayanmalıdır. Terör örgütü liderlerine yönelik himaye veya ödüllendirme tamamen reddedilmelidir.
Barış girişimleri yalnızca mağdur hakları ve güvenlik öncelikleri çerçevesinde uygulanmalıdır. Sahte barış numaralarına teslim olunamaz.
Devlet, Kandil ve Suriye’nin kuzeyi başta olmak üzere tüm terör odaklarını etkisiz hâle getirerek, hem Türkiye’nin hem bölge halklarının güvenliğini sağlamalıdır.
Kararlı ve sert politika, yalnızca güvenlik için değil, adaletin ve toplumsal vicdanın korunması için de zorunludur.