Eluca Atalı: Azerbaycanlı Yazar ve Düşünür

Kopenhag, 26 Eylül 2025

Asıf Ata Ocağı’nın halefi Eluca Atalı, edebiyatı ve düşünce dünyasıyla dikkat çekiyor

Azerbaycanlı yazar, gazeteci ve düşünür Eluca Atalı, 19 Kasım 1966’da Azerbaycan’ın Neftçala ilinin Xolqaraqaşlı köyünde dünyaya geldi. Bakü Devlet Üniversitesi Kütüphanecilik Fakültesi’ni tamamlayan Atalı, aynı zamanda “Asıf Ata Ocağı” geleneğinin haleflerinden biri olarak bu öğretiyi eserlerinde ve yazılarında yansıtmaktadır.

Asıf Ata Ocağı Nedir?

“Asıf Ata Ocağı”, Azerbaycan ve çevresindeki bazı Türk topluluklarında görülen Alevi-Bektaşi kökenli bir inanç geleneği ve tasavvufi-ruhani topluluk anlamına gelir.

  • Ocak: Ruhani bir liderin yönettiği dini-ahlaki topluluğu ifade eder.
  • Asıf Ata: Bu topluluğun manevi lideri ve öğretilerinin kaynağıdır.
  • Özellikleri: Maneviyat ve tasavvuf ağırlıklıdır; ahlak, toplumsal denge ve kişisel gelişim konularında rehberlik sağlar. Cem törenleri ve ritüeller topluluğun önemli bir parçasıdır.

Edebiyat Kariyeri ve Eserleri

Eluca Atalı, 12 yaşında yazmaya başladı ve özellikle felsefi-edebi minyatür türünde eserler kaleme aldı. Yazılarında insanın içsel yolculuğu, doğa ve çocuklar gibi temaları işledi. Öne çıkan kitapları arasında şunlar yer alıyor:

  • İran Hizbullah Zindanında (2024)
  • Yeniden Doğuş Anka Kuşu (2022)
  • Kerküklüler – Yalnız Bırakılmış Türkler (2015)
  • Atlara Kurşun Sıkmayın (2015)
  • Gecikmiş Oyuncak (2013)
  • Milli Monolog (2009)
  • Tiqranizm Xocalıda (2016)

Bu eserler Azerbaycan, Türkiye ve diğer Türk dünyası ülkelerinde yayımlandı ve çeşitli dillere çevrildi.

Günümüzdeki Yaşamı

2007 yılından itibaren İsveç’in Stockholm şehrinde yaşayan Atalı, burada da edebi çalışmalarına devam etmektedir. Bugüne kadar toplamda 49 kitabı yayımlanmış ve birçok dile çevrilmiştir.

Kendi Anlatımı ile Eluca Atalı

Selam, ben Eluca Atalı. Azerbaycanlı yazarım. Hikâye, roman, piyes, felsefe ve minyatür türlerinde eserler yazdım. Bugüne kadar üst üste kırk dokuz kitabım yayımlandı ve çeşitli dillere çevrildi. Bugün size son romanım ‘İran Hizbullah Zindanında’ adlı kitabımı tanıtacağım.

Kitap geçen sene Kanun Neşriyat yayınevi tarafından Azerbaycan dilinde basıldı ve Türkiye’de Çınaraltı Neşriyat tarafından iki cilt olarak yayımlandı. Daha geniş formatta, romanın içinde dört kitap yer alıyor. Belli bir inkılabın travmasını anlatan 2., 3. ve 3.1. ciltler ‘Üç Kanlı Orkestra’, dördüncü ise ‘Hayatı Tabutta Aktaran Bir’.

Roman üzerinde on iki yıl çalıştım. Peki neden bu kadar uzun sürdü? Çünkü uzun bir süre boyunca idam hükmü verilmiş ve İran’ın farklı zindanlarında yatmış kadınlarla birebir görüştüm. Gözlemler yaptım. Bazılarıyla evlerinde, bazılarıyla parklarda ya da kafelerde buluştuk. Onlara elliden fazla soru sordum ve cevaplar aldım. Ama zindanda bulunmuş herkes yaşadıklarını anlatmak istemedi. Bazıları, anlattıklarında yeniden o günleri yaşıyor gibi hissediyordu, bu yüzden izin vermekte çekiniyordu.

Gazeteciler bana haklı bir soru sordular:

‘İdam hükmü almış insanlarla görüştüğünü söylüyorsun. Peki neden onlar öldürülmedi?’

Bu çok doğru bir soruydu. Neden öldürülmediler? Çünkü bu kadınlar çok küçük yaşta zindana düşmüşlerdi. Çocuk yaşta, bilinçsizce bir hak arayışı içindeydiler. İnsan hakları yasalarına göre, 18 yaşından küçük olan biri zindana düşerse –tabii eğer suç İslam inkılabına karşı bir suç sayılmıyorsa– onlar bir şekilde hukuki olarak korunabiliyordu. Böylece hem erken tahliye olabiliyor hem de üzerlerindeki idam hükümleri kaldırılıyordu. Yani gazetecilerin sorusuna sadece böyle cevap verebilirim.

Olaylar, 1978 inkılabının başlamasından 1988’de İran’daki toplu idamlara kadar geçen on yıllık bir dönemi kapsıyor. Coğrafi olarak Paris’ten, Türk şehri Urmiye’ye ve dini-siyasi merkez olan Kum şehrine kadar uzanıyor.

Söylediğim gibi, roman dört kitaptan oluşuyordu. Her kitabında farklı meseleler işlense de birlikte, inkılabın öz evlatlarını ve yeni bir ana hattı ortaya koymayı amaçlamışlardı.

Romanın birinci kitabı ‘İnkılabın Travması’, on yaşındaki Fatma’nın hayatını anlatır. Onun öğretmeni Rıza Şükrü Avşar, Samed Behrengi’nin Balaca Qara Balığın gibi eserlerini okumayı tavsiye eder. Fatma bu kitabı okur, etkilenir, fakat kısa süre sonra yazar idam edilir. Böylece şah döneminde inkılabın ilk travması başlar. Fatma ise bir kara balık alır ve akvaryumda beslemeye başlar. ‘İnkılabın Travması’ adlı kitap, Fatma’nın 17 yaşında anadili derneğinde tutuklanmasıyla sona erer.

İkinci kitap ‘3 ve 3. Talep’ adını taşır. Bu kitapta, 1978’de Paris’te bulunan Humeyni’nin ABD ile mektuplaşmaları konu edilir. Kitapta, Alev’in Humeyni’ye yazdığı üç mektup yer alır.

Kitabın arka kapağında şu ifade yer alır:

“Zimmerman’ın getirdiği mektubu İmam Humeyni açgözlülükle kokladı. Beyaz evin, içinden Türk yiyecekler bağırıyordu. Yezdini telkin ediyordu. Sadece ciğerlerine Paris’in serin, sonbahar havası doluyordu. Oysa Humeyni gibi mektubun iğnesini hissetmek için doktor değil, siyasetçi olmak gerekirdi. Beyaz evin, Humeyni’nin taleplerini yerine getirerek İran’da İslam İnkılabı’nın zafer kazanmasını sağladı.”

Kitapta devrimin sonucu şu cümleyle özetlenir:

“Amerika’nın donör spermasından on beş yıl boyunca İslam inkılabına gebe kalan İran…”

Üçüncü kitap ‘Kanlı Estirdi Meleğim’ adını taşır. Burada, eserin kahramanı Fatma’nın Urmiye’deki 480 kişilik kadınlar hapishanesindeki zorlu yaşamı, işkenceler ve idamlarla geçen süreci anlatılır. Bu bölüm, millî ve özgürlükçü düşünceyle, aynı zamanda suçsuz insanların zindanlara atılmış yüzlerce hikâyesine tanıklık fırsatı sunar.

Zindanda haftanın Perşembe ve Pazar günleri özel idam günleriydi. Sabah ezanından hemen sonra, o akşam idam edilecek mahkûmların isimleri Kahhar Zeyneb askerleri – yani İnkılap Muhafızlarının özel kadın birlikleri – tarafından okunurdu. Öğleden sonra kız mahkûmlar seçilir, astarlık giysiler giydirilerek mollalar tarafından “bakirelikleri alınırdı.” Çünkü dini inanca göre bakire kızlar ölürse cennete giderlerdi. Fakat İmam Humeyni’nin amacı, İslam inkılabına karşı çıkanlara cennet bahşetmek değil, onları yok etmekti.

Kitabın kapağında şu cümle yer alır:

“Uzun süre zindanda idam hükmüyle yatmış bir kadının tanıklığı, kutsallığa ve insanlığa bir çağrıdır. Sabah ezanının ilk sesi duyulduğu an, sanki zindanın içinde saatli bomba patladı. İdam hükmüyle bekleyen mahkûmlar büyük bir stres yaşadılar, elbiselerini ters giydiler…”

Olayın meşhur olmuş sorusu şudur:

“Zindanda ne oluyor?”

Cevabı ise dehşet vericidir:

  • 10-15 yaşındaki kız çocuklarına tecavüz edilip ardından idam edilmeleri,
  • Bir gecede üç hamile kadının idamı,
  • İki küçük çocuğu olan bir annenin başının kesilmesi…

Dördüncü kitap ‘Hayatı Tabutta Aktaranlar’ adını taşır. Burada, mutasyona uğramış inkılap bölmesi ve Humeyni figürü merkezde yer alır. Ayetullah Muntazeri’nin Ali’ye yazdığı “İnkılabın Sehfleri” mektubu işlenir. Mektupta şu sorular sorulur:

“Bu inkılabın müellifi kimdir? Şeriat mı? Rıza Şah mı? Yoksa Amerika’nın yalnısı mı?”

Bir diğer bölüm ‘Troya Atı’ adını taşır. Burada, Ayetullah’ın Bakü planı, Azadlık Meydanı’nda Lenin ile karşılaşması ve onların komünist diyalogları üzerinden Kuzey Azerbaycan’da ideolojik mücadele anlatılır.

Romanın sonunda Fatma’nın idam sahnesi vardır. Zindandan babasına haber verilir:

“Gözün aydın! Kızın günahını kendi kanıyla yuttu.” Ve babanın dünyası yıkılır.

Kızlarının cesedini isteyen babalar aşağılanır, dini iftiralarla suçlanır. Zindan müdürü cesedi teslim etmeyi reddeder. “Kâfirlerin normal insan olma hakkı yoktur” denilerek talepler geri çevrilir. İdamlar “düğmeli geceler” diye anılır; kurbanlar şehrin dışında kefensiz, topluca gömülür.

Garip olan şudur ki: Zindan müdürü, kızının cesedini vermek yerine ona sadece bir sembol verir – “başlık” ya da “anne sütü tutan kemik” adıyla bilinen bir işaret.

Sonuçta ne olur? İmam Ali’ye iman etmiş olan Allah Kerim, kızının zindanda üzerine aldığı elbiseler ve eşyaları teslim alır. Kız çocuklarının kendilerinden sonra hatıra olarak gizlice “kız partileri” yapılır; bir gardiyan tarafından buna imkân tanınır.

Bir gün öğle ezanı okunur. Ama bu defa ezan duyulmaz – ve namaz kılınmaz. Böylece rejim sadece zalimi değil, imamını da uğurlar. Aynı anda akvaryumdaki balıklar denize bırakılır.

Eserin siyasal bütünlüğü, Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık adlı eserine dayanır. Fatma’dan sonra küçük kara balıkların kaderi ne olur? Bunu öğrenmek için romanı okumak gerekir. Ve bu eserde ilk kez, belli bir sistem ve anlatım diliyle, Humeynizm’in özü açıklanabilmiştir.

Dikkatiniz için teşekkür ederim.

Metin çevirisi: Kerım Elhan 🇦🇿

Kaynak: Eluca Atalı’nın biyografisi ve kendi anlatımları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir