Meşruiyetin Dış Kaynaklı İnşası ve Milli Çözüm Yolları

Oslo, 29 Eylül 2025

Siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı, klasik siyaset teorisinde halkın iradesi ve hukukun üstünlüğü ile açıklanır. Ancak modern devlet pratiklerinde dış güçlerin onayı ve desteği, kimi zaman iç siyasal süreçlerden daha belirleyici hâle gelebilmektedir. Türkiye’de AKP iktidarının yükselişi ve Erdoğan’ın liderliğinde sürdürülen siyaset, bu açıdan dikkat çekici bir örnektir.

2001’de kurulan AKP, kısa sürede iktidara gelmiş ve 20 yılı aşkın süredir ülke yönetimini sürdürmüştür. Ancak bu süreçte ekonomik, siyasi ve diplomatik alanda ortaya çıkan bağımlılıklar, iktidarın meşruiyetinin dış merkezlerden ödünç alındığını düşündürmektedir. Özellikle ABD ile kurulan ilişkiler, hem iç siyaseti hem de dış politikayı belirlemiştir.

1. Meşruiyetin Kaynağı ve Dış Etkenler

Türkiye’de iktidarın sürekliliği çoğu zaman dış başkentlerin desteğine bağlı olmuştur. Erdoğan’ın koltuğunu koruması, Washington’daki karar alıcıların onayıyla ilişkilendirilmiş, içerdeki seçim süreçleri bu çerçevede ikincil bir işlev kazanmıştır.

Halk iradesi, seçimler yoluyla görünür olsa da, bu iradenin gerçek belirleyiciliği sınırlıdır. İktidarın büyük adımlarında dış telkinler belirleyici olmuş, içerdeki demokratik mekanizmalar ise yalnızca bir vitrin olarak kalmıştır.

Bu durum, meşruiyet kavramını ters yüz etmiştir. İç hukuk ve halkın oyları biçimsel bir dayanak sağlarken, esas güç dışarıdan alınan rızadan kaynaklanmaktadır.

Sonuçta, Erdoğan iktidarının en temel dayanağı dış merkezlerin desteği olmuş, halk ise tali bir unsur hâline gelmiştir.

2. AKP’nin Kuruluş Süreci ve Programatik Çerçeve

AKP, kuruluş aşamasında “muhafazakâr demokrat” kimliğiyle sahneye çıkmış, Batı merkezlerinin gözünde güvenilir bir partner olarak sunulmuştur. Parti programında serbest piyasa ve Batı ile uyumlu dış politika vurguları dikkat çekmiştir (Yavuz, 2009).

Kurucu kadrolar, uluslararası finans ve siyaset çevrelerinde olumlu karşılanmış, bu da seçimlerdeki hızlı yükselişi kolaylaştırmıştır. ABD merkezli analizlerde AKP, “ılımlı İslam modeli”nin temsilcisi olarak gösterilmiştir (Fuller, 2004).

“BOP – Eş başkanlık” kavramı, bu süreçte dış merkezlerle kurulan uyumu somut biçimde yansıtmıştır. Bu kavram, partiye biçilen rolün dışarıdan belirlendiğini ortaya koymuştur.

Dolayısıyla AKP’nin kuruluşu ulusal bir proje olmanın ötesinde, küresel stratejilere entegre edilmiş bir siyasi düzenek olarak okunabilir.

Sonuç olarak, iktidarın meşruiyeti baştan itibaren dış güçlerle kurulan bağımlılık üzerinden şekillenmiştir.

3. Ekonomik Bağımlılığın Derinleşmesi

AKP döneminde ekonomi, dış sermaye girişine bağımlı bir modele oturtulmuştur. Yüksek faiz ve sıcak para politikaları, ülkeyi uluslararası finans çevrelerinin kontrolüne açık hâle getirmiştir (Öniş & Şenses, 2007).

Mega projeler adı altında yürütülen yatırımlar, uluslararası kredi kuruluşlarının onayıyla gerçekleşmiştir. Bu projeler borçları artırmış, halkı ağır vergi yükü altında bırakmıştır.

Enerji bağımlılığı da dikkat çekicidir. Doğalgaz, petrol ve nükleer yatırımlar büyük ölçüde dış aktörlerin dayatmalarıyla yürütülmüş, Türkiye’nin enerji güvenliği zayıflatılmıştır.

İthalata dayalı üretim yapısı değiştirilmediği için cari açık kronikleşmiş, ekonomi dışa bağımlılıktan kurtulamamıştır.

Neticede, bağımsızlık söylemlerine rağmen, AKP döneminde ekonomi daha kırılgan ve dışa bağlı hâle gelmiştir.

4. Dış Politikanın Tutarsızlığı ve İki Yüzlülük

Erdoğan yönetimi, dış politikada sürekli zikzaklarla anılmıştır. Bir gün ABD karşıtı, ertesi gün ABD ile müttefik; bir gün İsrail karşıtı, ertesi gün İsrail ile yoğun ticaret… Bu tutarsızlık bağımlılığın göstergesidir (Candar, 2019).

Ortadoğu politikaları dış merkezlerin çıkarlarıyla uyumlu ilerlemiş, Irak ve Suriye’deki müdahaleler Türkiye’yi krizlere sürüklemiştir.

Filistin meselesi içerde sloganlarla öne çıkarılırken, dışarıda İsrail ile ticaret ve enerji anlaşmaları artmıştır. Bu, halkı oyalamaya dönük bir yanılsamadır.

AB ile ilişkiler de araçsallaştırılmıştır. Resmî söylemde Avrupa karşıtı çıkışlar yapılırken, fonlar ve yardımlar sessizce kabul edilmiştir.

Nihayetinde dış politika, bağımsız bir çizgi değil, dış güçlere uyumun bir aracı hâline gelmiştir.

5. Kurumsal Çöküş ve Hukuksuzluk

AKP döneminde yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, kuvvetler ayrılığı işlemez hâle gelmiştir. Bu durum, dış merkezlerin etkisini artırmıştır.

Yargıya yapılan müdahaleler demokratik denetimi imkânsızlaştırmıştır. Hukuksuzluk ortamında dış dayatmalar sorgulanamaz hâle gelmiştir.

Meclis işlevsizleştirilmiş, yürütmenin vesayeti altında kararlar alınmıştır. Bu durum, dışarıdan dayatılan anlaşmaların kolayca kabul edilmesini sağlamıştır.

Kamu kurumlarında liyakat yerine sadakat esas alınmış, böylece devletin kapasitesi zayıflatılmıştır.

Vardığımız nokta, kurumsal çöküşün dış bağımlılığı artırdığı ve ülkeyi kırılgan hâle getirdiğidir.

6. Halkın Tepkisi ve Biriken Öfke

Yoksulluk, işsizlik ve adaletsizlik her geçen gün artarken, halkın iktidara tepkisi büyümektedir. Bu tepki, sessiz bir öfke birikimi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Milliyetçi sloganlar, kriz anlarında halkı oyalamak için kullanılmaktadır. Ancak halk artık söylem ile gerçek arasındaki farkı açıkça görmektedir.

Genç kuşaklar, dışa bağımlı ve baskıcı yönetimden uzaklaşmakta, demokrasi ve özgürlük taleplerini yükseltmektedir.

İktidarın halk nezdindeki desteği giderek erimektedir. Dış merkezlerin desteği olmaksızın ayakta kalma kapasitesi sınırlıdır.

Nihayetinde halkın tepkisi, bağımlı iktidarın sürdürülemez olduğunu göstermektedir.

7. Milli Çözüm Önerileri

Türkiye’nin bağımlılıktan kurtulabilmesi için öncelikle demokratik kurumların yeniden inşa edilmesi gerekir. Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hesap verebilirlik mekanizmaları güçlendirilmelidir.

Ekonomide dışa bağımlılığı azaltacak üretim odaklı bir model benimsenmelidir. Tarım, sanayi ve teknoloji yatırımları teşvik edilmeli, ithalata dayalı yapı kırılmalıdır.

Dış politikada tutarlılık ve ilkeler temel alınmalıdır. İsrail, ABD veya AB’ye karşı söylemler ile gerçek uygulamalar arasındaki çelişki ortadan kaldırılmalı; milli çıkarlarla uyumlu bir çizgi izlenmelidir.

Kamu kurumlarında liyakat esas alınmalı, sadakat üzerinden kurulan kadrolaşmaya son verilmelidir. Güçlü kurumlar, dış dayatmalara karşı en büyük güvence olacaktır.

8. Sonuç: Bağımlılık Zincirinden Çıkışın Tarihsel Zorunluluğu

1. Erdoğan ve AKP’nin iktidar pratiği, meşruiyetin halktan değil, dış merkezlerden devşirildiği bir model olarak tarihe geçmiştir. Bu model, yalnızca geçici siyasi avantajlar sağlamış, uzun vadede ise ülkenin demokratik ve ekonomik yapısını zayıflatmıştır. Meşruiyetin dışarıya bağımlı hâle gelmesi, halkın iradesini tali bir unsur konumuna düşürmüştür.

2. İncelenen süreç, bağımlılığın tek boyutlu olmadığını göstermektedir. Ekonomi, dış politika, hukuk düzeni ve medya alanında ortaya çıkan çöküşler, birbirini besleyen bir zincir şeklinde ilerlemiştir. Ekonomik bağımlılık dış politikayı belirlemiş, dış politika kurumların işlevsizleşmesini meşrulaştırmış, kurumsal erozyon ise halkın iradesini görünmez kılmıştır.

3. Halkın artan tepkisi, bu modelin sürdürülemez olduğunu ortaya koymaktadır. Toplumun geniş kesimleri, dış merkezlerden beslenen bir iktidarın kendi çıkarlarını temsil edemeyeceğini görmüştür. Sessiz öfke, biriken adaletsizlikler ve derinleşen yoksulluk, mevcut yapının iç dinamiklerle çözüleceğine işaret etmektedir.

4. Bu noktada, bağımlılık zincirinden çıkış yalnızca bir tercih değil, tarihsel bir zorunluluktur. Türkiye, ya dış merkezlerin taleplerine göre şekillenen bir ülke olmaya devam edecek ya da kendi halkının iradesine dayalı bir siyasal sistem kuracaktır. Bu ikili yol ayrımı, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında en kritik mesele olarak karşımıza çıkmaktadır.

5. Milli çözümün inşası, demokratik kurumların yeniden ayağa kaldırılması, üretim odaklı bir ekonomi modelinin benimsenmesi ve dış politikada tutarlılığın sağlanmasıyla mümkündür. Aksi takdirde, halkın iradesi ne kadar yüksek sesle dile getirilirse getirilsin, dış bağımlılığın gölgesinde gerçek bir bağımsızlıktan söz edilemeyecektir. Sonuç olarak, Türkiye’nin geleceği dış merkezlerin değil, halkın iradesiyle çizildiğinde kalıcı bir meşruiyet tesis edilebilecektir.

Kısaca: Türkiye’nin meşruiyeti dış merkezlerden değil, halkın iradesinden kaynaklanmalıdır. Bu sağlanmadığı sürece, bağımlılık zinciri kırılmayacak ve ülke krizden krize savrulacaktır.

Kaynakça

• Candar, C. (2019). Türkiye’nin Dış Politikasında Çıkmazlar. İstanbul: İletişim Yayınları.

• Fuller, G. (2004). The Future of Political Islam. New York: Palgrave Macmillan.

• Öniş, Z., & Şenses, F. (2007). “Global Dynamics, Domestic Coalitions and a Reactive State: Major Policy Shifts in Post-War Turkish Economic Development.” METU Studies in Development.

• Yavuz, H. (2009). Secularism and Muslim Democracy in Turkey. Cambridge University Press.

• Zürcher, E. J. (2017). Turkey: A Modern History. London: I.B. Tauris.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir