Oslo, 10 Kasım 2025
21. yüzyılın ilk çeyreği, ekonomik gücün yeniden dağıldığı, teknolojik dönüşümün ülkelerin stratejik pozisyonlarını kökten değiştirdiği bir dönemdir. Artık üretim gücü, sadece iş gücü maliyetleri veya doğal kaynaklara değil; yenilik, dijitalleşme, otomasyon ve yapay zekâ kapasitesine dayanmaktadır. Bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri, hiç kuşkusuz Çin’in son yirmi yılda yaşadığı büyük teknolojik sıçramadır. Çin, artık yalnızca dünyanın üretim atölyesi değil; robotik sistemlerden elektrikli araçlara, yenilenebilir enerji teknolojilerinden yapay zekâya kadar birçok alanda lider konuma yükselmiştir.
Bu tablo, Avrupa Birliği ülkeleri ve Batı ekonomileri için ciddi bir alarm niteliği taşımaktadır. İngiltere’nin saygın gazetesi The Telegraph’ta yayımlanan analizlerde, Çin’deki üretim tesislerinin otomasyon düzeyinin Batı’daki yöneticiler üzerinde “sarsıcı bir etki” yarattığı vurgulanmaktadır. Ford CEO’su Jim Farley’nin Çin ziyaretinden sonra “Gördüklerim hayatımın en sarsıcı deneyimiydi. Eğer bu yarışı kaybedersek, Ford’un geleceği olmaz” sözleri, artık rekabetin sadece fiyat değil, teknoloji üstünlüğü üzerine kurulu olduğunu açıkça göstermektedir.
Buna karşılık Türkiye’nin Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki kalkınma anlayışı, bugünün dünyasında yeniden değerlendirilmeye değer önemli bir tarihsel model sunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde şekillenen karma ekonomi modeli, ekonomik bağımsızlığı sağlamak için devlet ile özel sektörün birlikte hareket ettiği, planlı ve ulusal temelli bir kalkınma vizyonuna dayanıyordu. Bu model, dönemin koşullarına göre bir sanayi devrimi stratejisiydi. Bugün Çin’in dijital devriminde görülen güçlü devlet yönlendirmesi ve planlama anlayışı, bu vizyonla birçok ortak noktayı paylaşmaktadır.
Atatürk’ün Karma Ekonomi Vizyonu
Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi anlayışı, “siyasi bağımsızlık kadar ekonomik bağımsızlık da esastır” ilkesine dayanıyordu. Lozan Antlaşması ile siyasal egemenlik kazanılmış olsa da, ekonomik bağımlılığın sürdüğü bir düzende gerçek özgürlüğün mümkün olmayacağı düşüncesi, Cumhuriyet’in temel politik hedeflerinden biri haline geldi. 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi, yeni devletin ekonomik temelini oluşturan bu vizyonun ilk kurumsal adımıydı.
Kongrede alınan kararlar, bireysel girişimciliğin teşvik edilmesi, yerli üretimin korunması ve devletin stratejik sektörlerde aktif rol alması yönündeydi. Bu yaklaşım, klasik liberal ekonomiden farklı olarak, ulusal kalkınma hedefi doğrultusunda bir “karma ekonomi” modelini şekillendirdi. 1920’lerin sonuna kadar özel sektör öncülüğünde büyüme hedeflenmiş, ancak 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın etkisiyle devletin ekonomiye müdahalesi güçlenmiştir.
1930’lu yıllardan itibaren devletçilik ilkesi, Atatürk’ün ekonomi anlayışının merkezine yerleşti. Devletçilik, sosyalist bir planlamayı değil, ulusal kalkınma hedefleri doğrultusunda devletin yönlendirici rolünü ifade ediyordu. Bu kapsamda Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları ve Kayseri Uçak Fabrikası gibi kuruluşlar devlet eliyle kuruldu. 1934 yılında yürürlüğe giren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, Türkiye’nin sanayileşme sürecinde kurumsal bir çerçeve sundu.
Bu planlı kalkınma modelinin en önemli özelliği, ekonomik gelişmenin yalnızca üretim artışıyla değil, toplumsal refah ve ulusal egemenlik kavramlarıyla birlikte ele alınmasıydı. Atatürk için kalkınma, sadece iktisadi bir faaliyet değil, aynı zamanda bağımsız bir ulusun var olma mücadelesinin bir parçasıydı.
Karma Ekonominin Kurumsal Yapısı ve Kalıcı Etkileri
Atatürk döneminde kurulan kurumlar, yalnızca o yılların sanayileşmesine değil, Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik kimliğine de yön vermiştir. Devlet Planlama Teşkilatı’nın öncülü sayılabilecek yapılar, kamu yatırımlarını planlamak ve kaynak dağılımını düzenlemek amacıyla oluşturuldu. 1930’da kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, mali istikrarın ve para politikası bağımsızlığının simgesi oldu.
Bu dönemde uygulanan politikalar, liberal ekonomilerin krizlerle sarsıldığı bir dünyada Türkiye’yi korumacı ve kendi kendine yeterli bir çizgide tutmuştur. Tarımda kooperatifçilik, sanayide devlet fabrikaları, altyapıda kamu yatırımları, bütüncül bir ekonomik sistemin unsurlarıydı. Bu model, aynı zamanda toplumsal modernleşmeyi de beraberinde getirdi: kadınların ekonomik yaşama katılımı, okuryazarlığın artması ve kentleşme politikaları, ekonomik kalkınmanın sosyal bileşenleri haline geldi.
Cumhuriyet’in erken dönemindeki karma ekonomi anlayışı, bugün bile birçok kalkınma modeli için örnek teşkil etmektedir. Özellikle Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki birçok ülke, planlı kalkınma politikalarını şekillendirirken Atatürk dönemindeki Türkiye’yi örnek almıştır. Bu durum, Atatürk modelinin yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda evrensel bir nitelik taşıdığını göstermektedir.
Çin’in Dijital ve Teknolojik Devrimi
Günümüz dünyasında Çin, sanayi devriminden dijital devrime en hızlı ve etkili şekilde geçiş yapan ülke konumundadır. “Made in China 2025” stratejisi, ülkenin üretim yapısını düşük maliyetli iş gücüne dayalı ekonomiden yüksek teknoloji odaklı bir modele dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu plan çerçevesinde robotik sistemler, elektrikli araçlar, batarya teknolojileri, yarı iletken üretimi ve yapay zekâ gibi alanlarda büyük kamu yatırımları yapılmıştır.
Uluslararası Robotik Federasyonu’nun (IFR) 2024 raporuna göre, Çin’de endüstriyel robot sayısı iki milyonu aşmıştır. Her 10.000 imalat işçisine düşen robot sayısı 567’ye ulaşmış, bu oran Almanya’da 449, ABD’de 307, İngiltere’de ise sadece 104’tür. Bu veriler, Çin’in artık yalnızca üretim hacmiyle değil, üretim teknolojisiyle de Batı’yı geçtiğini göstermektedir.
“Karanlık fabrikalar” olarak adlandırılan üretim tesislerinde, insan müdahalesi olmadan, tamamen otomatik sistemlerle üretim yapılmaktadır. Bu fabrikalarda ışık bile yanmaz; çünkü makineler kendi kendine üretim sürecini yönetir. Bu düzeyde otomasyon, Çin’in yaşlanan nüfus sorununa çözüm sunarken, küresel tedarik zincirlerinde de büyük bir avantaj sağlamaktadır.
Çin’in bu dönüşümü, yalnızca üretim alanıyla sınırlı değildir. Ülke genelinde 5G altyapısı, yapay zekâ uygulamaları ve büyük veri analiz sistemleri, hem kamu hem özel sektör faaliyetlerine entegre edilmiştir. Bu yapısal dönüşüm, Çin’i dijital çağın sanayi lideri konumuna taşımıştır.
Jeopolitik Dönüşüm ve Batı Ekonomileri Üzerindeki Etkiler
Çin’in dijital devrimi, küresel ekonomide güç dengelerini yeniden tanımlamaktadır. Batı ülkeleri uzun yıllar boyunca üretim gücünü Çin’e kaydırarak maliyet avantajı elde etmişlerdi. Ancak bugün bu strateji tersine dönmüş, Çin artık yalnızca üretim üssü değil, aynı zamanda teknoloji ihracatçısı haline gelmiştir.
Avrupa otomotiv sektöründe yaşanan dönüşüm bu durumu açıkça göstermektedir. Çinli markalar, özellikle elektrikli araç pazarında Avrupa’da ciddi pazar payları elde etmektedir. Örneğin, BYD’nin İngiltere’deki satışları 2024 yılında on kat artmış ve bazı Batılı markaları geride bırakmıştır. The Telegraph’ın aktardığına göre, Çinli firmaların üretim maliyeti Batı’dakilerin altına inerken kalite seviyeleri de aynı hatta çoğu zaman daha yüksek hale gelmiştir.
Bu gelişmeler Avrupa’yı stratejik bir çıkmaza sürüklemektedir. Avrupa Komisyonu’nun 2024 tarihli “EU-China Industrial Policy Report”una göre, Avrupa ülkeleri, Çin’in hızına yetişebilmek için yıllık Ar-Ge yatırımlarını iki katına çıkarmak zorundadır. Aksi halde “otomasyon farkı” nedeniyle iş kayıpları, üretimi Çin’e kaptıran ülkelerde yoğunlaşacaktır.
Bu bağlamda Çin’in yükselişi, yalnızca ekonomik bir başarı değil, aynı zamanda küresel güç dengesinin Asya’ya kayışının da bir göstergesidir.
Atatürk Modeli ile Çin Modeli Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar
Atatürk’ün karma ekonomisi ile Çin’in dijital kalkınma modeli arasında dikkat çekici yapısal benzerlikler vardır. Her iki modelde de devlet, ekonomik kalkınmanın yönlendirici gücü olarak konumlanmaktadır. Türkiye’de 1930’larda devlet, sanayileşmenin öncüsü olmuş; Çin’de ise 2000’lerden itibaren devlet, teknoloji ve otomasyon devriminin itici gücü olmuştur.
Ancak iki modelin farklılaştığı noktalar da vardır. Atatürk’ün vizyonu, ekonomik bağımsızlığı ulusal egemenliğin temeli olarak tanımlarken, Çin’in modeli ekonomik gücü küresel etki aracı olarak kullanmaktadır. Türkiye’nin 1930’lardaki hedefi kendi kendine yeterlilik iken, Çin’in bugünkü stratejisi küresel tedarik zincirlerinin merkezine yerleşmektir.
Buna rağmen iki modelin ortak noktası, planlama disiplini, kurumsal yapıların güçlendirilmesi ve üretim odaklı kalkınma anlayışıdır. Her iki durumda da “piyasa kendi haline bırakılmamış”, ekonomik gelişme devletin yönlendirici aklıyla şekillenmiştir.
Türkiye İçin Dersler ve Geleceğe Bakış
Atatürk’ün karma ekonomi modeli, 21. yüzyılın dijital ekonomisine uyarlanabilecek güçlü bir felsefeye sahiptir. Türkiye’nin bugünkü stratejik hedefi, tıpkı 1930’larda olduğu gibi, dışa bağımlılığı azaltmak ve yüksek katma değerli üretimi artırmak olmalıdır.
Çin’in dijital dönüşümünden çıkarılacak en önemli ders, teknolojik kalkınmanın sadece özel girişimlere değil, güçlü kamu stratejilerine dayandığıdır. Türkiye, robotik, yapay zekâ, yeşil enerji ve savunma teknolojileri gibi alanlarda devlet destekli yatırımlarla yeni bir “dijital kalkınma modeli” inşa edebilir.
Eğitim sistemi, bu dönüşümün en kritik unsurudur. Çin’in milyonlarca mühendise yatırım yaptığı gibi, Türkiye’nin de insan sermayesini teknolojiye dayalı sektörler için yeniden yapılandırması gerekmektedir.
Bu süreçte Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, modern Türkiye’nin dijital çağdaki yön pusulası olmalıdır.
Sonuç
Atatürk’ün karma ekonomi modeli, 20. yüzyılın başında ulusal bağımsızlık mücadelesinin ekonomik boyutunu temsil ederken, Çin’in dijital devrimi 21. yüzyılın küresel güç rekabetinin temelini oluşturmaktadır. Biri ulusal egemenlik, diğeri küresel hâkimiyet arayışının ürünüdür; ancak her ikisi de planlı, akılcı ve üretim merkezli ekonomi anlayışlarını paylaşır.
Bugün Avrupa ülkeleri Çin’in teknolojik hamlesi karşısında yeni stratejiler ararken, Türkiye için bu durum hem bir uyarı hem de bir fırsattır. Atatürk’ün karma ekonomi vizyonu, çağın gereklerine uyarlanarak yeniden canlandırılabilir; dijital dönüşümün merkezine insan, bilim ve kamu aklı konulabilir.
Sonuçta, Atatürk’ün devletçilik ilkesi ile Çin’in teknolojik devlet kapitalizmi arasında tarihsel bir köprü kurmak mümkündür. Bu köprü, Türkiye’nin gelecekte hem ekonomik hem stratejik bağımsızlığını yeniden güçlendirebileceği bir yol haritası sunmaktadır.
Kaynakça
• Atatürk, M. K. (1923). İzmir İktisat Kongresi Bildirileri. Türkiye Cumhuriyeti Arşivleri Yayınları.
• Atatürk, M. K. (1937). Nutuk (Söylev). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
• Derviş, K., & Celasun, M. (2001). The Turkish Economy: The Realities of Policy Making. Brookings Institution Press.
• European Commission. (2024). EU Industrial Policy in the Era of Technological Rivalry. Brussels: European Union Publications.
• International Federation of Robotics (IFR). (2024). World Robotics Report 2024. Frankfurt am Main: IFR.
• International Monetary Fund (IMF). (2023). China’s Digital Economy and Global Value Chains. IMF Working Paper No. WP/23/215.
• National Bureau of Statistics of China (NBSC). (2024). China Statistical Yearbook 2024. Beijing: NBSC.
• OECD. (2023). The Digital Transformation of Industrial Production in China. Paris: OECD Publishing.
• Rodrik, D. (2013). The Past, Present, and Future of Economic Growth. Global Citizen Foundation Working Paper.
• Schwab, K. (2016). The Fourth Industrial Revolution. Geneva: World Economic Forum.
• The Telegraph. (2024, September). Western CEOs Alarmed by China’s Robot Revolution. London: The Telegraph Media Group.
• United Nations Industrial Development Organization (UNIDO). (2023). Industrial Development Report 2023: The Future of Manufacturing. Vienna: UNIDO.
• World Bank. (2023). China 2040: Embracing the New Era of Innovation. Washington, DC: The World Bank Group.
• Zhang, X., & Chen, Y. (2022). State Capitalism and Technological Innovation in China. Journal of Contemporary China, 31(135), 890–912.
• Zhou, Y. (2020). Digital Authoritarianism and Economic Growth in China. Asian Economic Policy Review, 15(2), 210–232.
