Netanyahu Rejiminin Sonu Üzerine Bir Analiz
İsrail-Filistin çatışması, Ortadoğu’nun kronikleşmiş en temel sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Bu çatışma yalnızca iki halk arasında değil, aynı zamanda uluslararası hukuk, insan hakları, güvenlik, ve bölgesel istikrar arasında da sürekli bir çelişki yaratmaktadır. Son yıllarda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu liderliğinde giderek daha otoriterleşen ve provokatifleşen bir yönetim tarzı, bu krizi daha da derinleştirmiştir. İsrail halkının güvenliği ve Filistin halkının meşru haklarının tanınması açısından yeni bir yönelime şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.
Netanyahu’nun ve onun temsil ettiği sağ-milliyetçi, yer yer aşırı sağcı koalisyonun uygulamaları, sadece Filistin topraklarında değil, İsrail içinde de demokratik değerleri aşındırmaktadır. Barış ihtimalini sabote eden her hamle, aslında hem Filistin hem de İsrail halkına uzun vadede zarar vermektedir. İsrail toplumunun bu durumu sorgulaması ve mevcut siyasi rejime karşı demokratik yollarla sesini yükseltmesi, hem içerideki istikrar hem de bölgesel barış açısından hayati önem taşımaktadır.
1. Netanyahu Rejiminin Özellikleri ve İsrail Demokrasisine Etkisi
1.1 Otoriterleşen Yönetim Yapısı
Netanyahu’nun uzun yıllara yayılan iktidarı boyunca, yürütme yetkileri güçlendirilmiş, yargı bağımsızlığına yönelik saldırılar artmış ve medya özgürlüğü ciddi biçimde kısıtlanmıştır. Özellikle 2023 ve 2024’te gündeme gelen yargı reformları, toplumun geniş kesimlerinden sert tepkiler almıştır. Bu reformlar, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin bağımsız karar alma yetisini ciddi biçimde kısıtlayarak denge-denetleme mekanizmasını zayıflatmıştır.
İsrail iç istihbaratı (Shin Bet), polis ve askeri kurumlar gibi kilit güvenlik aygıtlarının siyasi hedeflere göre yeniden hizalanması, demokrasinin kurumsal temellerini aşındırmaktadır. Kurumsal tarafsızlığın zedelenmesi, hem içerideki toplumsal barışı hem de dış politikanın sağduyulu yürütülmesini zorlaştırmaktadır. Bu durum uzun vadede devletin meşruiyetine zarar verebilir.
İsrail halkının geniş bir kesimi, bu gelişmeleri demokrasiye yönelik tehditler olarak görmektedir. Bunun en somut örneği, yüzbinleri sokaklara döken “Demokrasi için Direniş” protestolarıdır. Toplumun çeşitli kesimlerinden – akademisyenler, askerî yetkililer, sanatçılar ve öğrenciler – gelen bu tepkiler, Netanyahu yönetimine karşı demokratik bir uyanışın sinyallerini vermektedir.
1.2 Medya, Propaganda ve Gerçeklik Algısı
Netanyahu yönetimi boyunca medya üzerinde artan baskılar, kamuoyunun manipüle edilmesini kolaylaştırmış ve alternatif seslerin bastırılmasına neden olmuştur. Ana akım medya organlarına hükümet yanlısı sermaye gruplarının el koyması ya da bağımsız gazeteciliğe uygulanan baskılar, demokratik bir kamuoyunun oluşmasını engellemiştir.
Bu durum, İsrail toplumunun büyük bir kısmının yaşananları eksik ya da tek taraflı şekilde algılamasına yol açmaktadır. Özellikle Filistin meselesi söz konusu olduğunda, şiddet olaylarının bağlamından koparılarak sunulması, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Netanyahu yönetimi bu algıyı, kendisini güvenliğin tek teminatı gibi sunarak siyasal olarak kullanmaktadır.
Sosyal medyanın artan rolü ise bu tek yönlü algıyı kırmakta kısmen etkili olmuştur. Özellikle genç nesiller, alternatif medya kaynaklarından ve uluslararası haberlerden beslenerek daha eleştirel bir perspektif geliştirmektedir. Bu farkındalık, toplum içinde yeni bir siyasi dönüşüm potansiyelini de beraberinde getirmektedir.
1.3 Sivil Toplum ve Muhalefetin Durumu
Netanyahu döneminde sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanları daraltılmış, birçok insan hakları örgütü yaftalanarak hedef haline getirilmiştir. Bu durum, hükümete yönelik eleştirilerin sistematik olarak bastırılmasına neden olmuş ve sivil alanı giderek daraltmıştır. Uluslararası insan hakları örgütleri, İsrail hükümetini bu konuda defalarca uyarmıştır.
Buna rağmen, İsrail içinde aktif bir demokratik muhalefet mevcuttur. Merkez-sol partiler, Arap partileri ve bazı merkez sağ aktörler, Netanyahu yönetiminin uygulamalarına karşı açıkça tavır almıştır. Bu gruplar, 2021 yılında kısa süreli de olsa Netanyahu’nun iktidarına ara vermeyi başarmışlardı. Bu deneyim, siyasi değişimin mümkün olduğunu göstermektedir.
Özellikle genç kuşaklar arasında gelişen demokratik bilinç ve dijital örgütlenme kapasitesi, Netanyahu rejiminin uzun vadede sürdürülemez olduğunu göstermektedir. Sivil toplumun güçlenmesi, değişimin lokomotifi olabilir.
2. Filistin Meselesi ve Uluslararası Hukuk
2.1 İki Devletli Çözümün Zorunluluğu
Filistin-İsrail çatışmasının adil ve kalıcı çözümü, iki devletli çözüm modelinden geçmektedir. Bu çözüm modeli, 1967 sınırları temelinde bağımsız bir Filistin devleti ile güvenli sınırlar içinde bir İsrail devletinin yan yana barış içinde yaşamasını öngörür. Ancak Netanyahu yönetimi, bu çözümü sürekli sabote etmiştir.
Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin genişletilmesi, Doğu Kudüs’teki demografik mühendislik faaliyetleri ve Gazze’ye yönelik ablukalar, iki devletli çözümün altyapısını ortadan kaldırmaktadır. Bu politikalar sadece Filistin halkının haklarını ihlal etmekle ve güvenliğini yok etmekle kalmamakta, aynı zamanda İsrail’in güvenliğini de riske atmaktadır.
Uluslararası toplum, özellikle Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, iki devletli çözümü desteklemektedir. İsrail halkının da büyük bir kısmı, savaşsız ve barış içinde yaşanabilecek bir gelecek için bu modeli desteklemeye açıktır.
2.2 Netanyahu Yönetiminin Provokatif Politikaları
Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik askeri operasyonları, Lübnan sınırındaki gerilim politikaları ve Kudüs’teki provokatif adımları, bölgesel tansiyonu sürekli olarak yükseltmektedir. Bu tür politikalar hem iç politikada destek devşirmek için hem de dikkatleri yolsuzluk davalarından uzaklaştırmak için kullanılmaktadır.
Bu stratejiler, yalnızca Filistinlilerin değil, İsrail halkının da can güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Her çatışma, daha fazla sivil can kaybı, ekonomik kayıp ve uluslararası izolasyon anlamına gelmektedir. İsrail’in uzun vadeli çıkarları, çatışma değil barışla sağlanabilir.
Netanyahu hükümeti, askeri güçle siyasi hedeflere ulaşabileceği yanılsamasını sürdürüyor. Oysa tarihsel deneyim, bunun mümkün olmadığını defalarca göstermiştir. Gerçek güvenlik, diplomasi ve adalet ile sağlanabilir.
2.3 Uluslararası Tepkiler ve Baskılar
Son yıllarda uluslararası toplumun İsrail’e yönelik baskısı artmaktadır. Özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) soruşturmaları ve bazı ülkelerde Netanyahu’ya yönelik bireysel yaptırım çağrıları dikkat çekmektedir. Bu durum, İsrail’in küresel imajını zedelemekte ve diplomatik ilişkilerini riske atmaktadır.
Ayrıca üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve bazı hükümet dışı kuruluşlar da boykot ve yaptırım politikaları ile İsrail üzerindeki baskıyı artırmaktadır. “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS)” hareketi bu çabanın simgesel örneklerinden biridir. Netanyahu yönetimi, bu baskılara karşı sert tepkiler verse de, baskının etkisi artmaktadır.
İsrail toplumunun bu uluslararası yalnızlığı sorgulaması ve daha dengeli, barışçıl bir dış politika talep etmesi, hem ülkenin diplomatik konumunu iyileştirecek hem de bölgesel istikrarı artıracaktır.
2.4 Gazze’de İşlenen Suçlar ve Netanyahu’nun Sorumluluğu
2023 ve 2024 yıllarında Gazze Şeridi’ne yönelik gerçekleştirilen geniş çaplı askeri operasyonlar, uluslararası hukuk açısından ciddi ihlaller içermekte ve sivilleri hedef alan sistematik saldırılar nedeniyle “insanlığa karşı suçlar” ya da bazı hukukçulara göre “soykırım suçu” kapsamında eylemler olarak değerlendirilmektedir. Bu operasyonlar sonucunda on binlerce sivilin hayatını kaybetmesi, hastane, okul ve mülteci kamplarının doğrudan hedef alınması, Gazze’nin yaşamaya elverişli bir yer olmaktan çıkarılması, sivillerin kolektif olarak imhası anlamına gelmektedir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), 2024 yılında Netanyahu da dâhil olmak üzere İsrail hükümetinin üst düzey yetkilileri hakkında savaş suçu ve soykırım suçu iddialarıyla ilgili soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmalar, yalnızca uluslararası baskı mekanizmalarının çalıştığını değil, aynı zamanda artık uluslararası hukuk normlarının açık bir ihlalinin cezalandırılması için siyasi irade oluştuğunu göstermektedir. Gazze’de yaşanan felaketin insani boyutu, İsrail’in güvenlik argümanlarıyla meşrulaştırılamaz.
Benyamin Netanyahu, bu politikaların baş sorumlusudur ve hem İsrail halkına hem de dünya kamuoyuna karşı hesap vermelidir. Demokratik bir ülkede, yöneticiler yalnızca seçimle değil, hukuk önünde de sorumlu olmalıdır. Netanyahu’nun işlediği bu ağır insan hakları ihlalleri görmezden gelinemez. Bu nedenle, hem İsrail toplumunun içinden gelecek demokratik reflekslerle hem de uluslararası hukuk mekanizmaları yoluyla Netanyahu ve benzeri aktörlerin yargılanması, adaletin tesisi açısından zaruridir.
3. İsrail Toplumunun Rolü ve Geleceğe Dair Vizyon
3.1 Demokratik Güçlerin Rolü ve Sorumluluğu
İsrail’in içinden doğacak bir değişim, kalıcı ve meşru olacaktır. Bu nedenle ordu, istihbarat kurumları, polis, siyasi partiler, akademi ve sivil toplum örgütleri demokratik bir rejim dönüşümünde kilit rol oynamalıdır. Kurumsal direniş, Netanyahu’nun otoriterleşme hamlelerini frenleyebilir.
İsrail Savunma Kuvvetleri’nden bazı subaylar ve eski güvenlik yetkilileri, mevcut politikaların ulusal güvenliği tehlikeye attığını açıkça ifade etmiştir. Bu çıkışlar, toplumsal farkındalığı artırmakta ve siyasi değişim için cesaret verici olmaktadır.
Toplumsal muhalefet örgütlenmeli, seçimlerde etkili olmalı ve alternatif bir vizyon sunmalıdır. Bu vizyon, hem güvenliği hem adaleti önceleyen, barışçıl bir ortak yaşamı temel alan bir siyaset tarzı olmalıdır.
3.2 Yeni Vizyon: Barış, Demokrasi ve Adalet
İsrail’in geleceği, sadece askeri üstünlük değil, aynı zamanda ahlaki üstünlük ile de şekillenmelidir. Filistin halkının temel haklarını tanıyan, yerleşim politikasından vazgeçen ve iki devletli çözüme açık bir vizyon, hem içerideki barışı hem dışarıdaki meşruiyeti artıracaktır.
Bu vizyon, Yahudi halkının tarihi travmalarını inkâr etmeden, ama başkalarının haklarını da tanıyan bir adalet anlayışına dayanmalıdır. Holokost’un hatırası, başka bir halkın haklarının bastırılmasına gerekçe olamaz. Gerçek güvenlik, adaletle mümkündür.
Yeni liderlik, halkın korkularını değil umutlarını beslemelidir. Toplumun her kesimini kucaklayan, çoğulcu, özgürlükçü ve adil bir yönetim tarzı mümkündür ve gereklidir.
3. 3. Yol Haritası
Netanyahu rejimi, İsrail’in uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmemektedir. Hem içeride demokrasiye hem dışarıda barışa zarar vermektedir. İsrail halkı bu gerçeği görmeli ve demokratik yollarla bu rejimi değiştirmelidir.
Bunun için toplumun tüm kesimleri – askerî, sivil, siyasi – ortak bir sorumlulukla hareket etmeli ve adalet merkezli yeni bir toplumsal sözleşme kurmalıdır. Uluslararası toplum da bu değişimi desteklemeli, ancak karar ve irade İsrail halkından çıkmalıdır.
İsrail, ancak demokratikleşerek ve barışçıl bir dış politika izleyerek gerçek anlamda bir ulus-devlet olabilir. Bu mümkün ve gereklidir. Artık yeni bir vizyonun, yeni bir liderliğin ve yeni bir barış anlayışının zamanı gelmiştir.
4. Netanyahu Yönetiminin Bölgesel İşgalleri ve Barış Karşıtı Tutumu
Netanyahu rejimi sadece Filistin topraklarında değil, çevre ülkelerde de agresif ve barış karşıtı politikalar izlemektedir. Son yıllarda İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki yeni işgalleri, bölgesel istikrarı tehdit eden ciddi adımlar olmuştur. Lübnan’da Hizbullah ve İran destekli gruplara karşı gerekçe gösterilerek yapılan sınır ötesi askeri müdahaleler, ülkeler arasındaki kırılgan barış dengesini bozmakta ve sivil halk üzerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır.
Suriye topraklarında süregelen işgal ve operasyonlar, uluslararası hukuka açıkça aykırıdır. Bu müdahaleler, Suriye’nin egemenliğini ihlal etmekte ve bölgesel barış çabalarını zayıflatmaktadır. Netanyahu yönetimi, bu saldırgan politikalarıyla sadece kendi sınırlarını değil, tüm bölgenin güvenliğini riske atmaktadır.
Buna ek olarak, İran’a karşı yürütülen provokatif ve tek taraflı askeri saldırılar, bölgesel gerilimi tırmandırmakta ve yeni çatışma risklerini doğurmaktadır. Bu saldırılar, İsrail’in güvenlik endişeleriyle açıklansa da, diplomasi yerine güç kullanımı tercih edildiğinde kalıcı barış imkansız hale gelmektedir.
Netanyahu’nun bu militarist ve barış karşıtı tutumu, İsrail’in uluslararası itibarını zedelemekte ve ülke içindeki demokratik reflekslerle birlikte bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmektedir. Bölgesel barışın tesisi, saldırgan işgal ve müdahalelerden vazgeçilmesi, karşılıklı diyalog ve diplomatik çözümlere öncelik verilmesi ile mümkündür.
5. Sonuç ve Öneriler: İsrail Halkının Demokratik Dönüşümü ve Barışa Giden Yol
Netanyahu rejimi, İsrail’in demokratik değerlerini ve bölgesel barışı ciddi biçimde zedelemiş, uzun vadeli çıkarlarına zarar vermiştir. Bu rejim, sadece Filistin halkının haklarını ihlal etmekle kalmamış, aynı zamanda İsrail toplumunun içinde derin bir bölünmeye, kutuplaşmaya ve demokratik kurumların aşınmasına yol açmıştır.
İsrail halkı, artık bu ağır yükten kurtulmalı ve demokratik bir uyanışın öncüsü olmalıdır. Bu uyanışın temelinde, Netanyahu’nun otoriter, milliyetçi ve militarist politikalara dayanan rejiminden radikal bir kopuş yer almalıdır. İsrail toplumu, kendi tarihinden ders alarak, dayanışma, adalet ve eşitlik temelli bir toplum inşa etmelidir.
Bu bağlamda, İsrail halkına şu çağrıda bulunmak gerekir:
• Netanyahu rejimine karşı demokratik ve barışçıl direnç gösterilmeli; seçimlerde ve sivil toplum faaliyetlerinde aktif olarak yer alınmalıdır.
• Diyalog ve uzlaşı kültürü öncelenerek, Filistin halkının meşru haklarının tanındığı, iki devletli çözümün koşulları oluşturulmalıdır.
• İsrail’de siyasal ve toplumsal yaşamda ırkçı ve ayrımcı yaklaşımlar yerle bir edilmeli, daha kapsayıcı ve çoğulcu bir ulus-devlet anlayışı benimsenmelidir.
• Diyonist ideolojinin aşırı ve baskıcı uygulamaları sorgulanmalı, bu ideolojinin araçsal ve militarist biçimlerine karşı özgürlükçü, demokratik ve barışçı alternatifler geliştirilmelidir.
• Bölgesel barış için, İsrail’in Lübnan ve Suriye işgallerinden ve İran’a yönelik saldırgan politikalarından vazgeçmesi; karşılıklı saygı ve diplomasiye dayalı bir güvenlik anlayışı benimsenmelidir.
• Uluslararası toplumla iş birliği güçlendirilerek, İsrail’in dış ilişkilerinde insan hakları ve hukuk normlarına saygılı, barış odaklı bir duruş geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, Netanyahu rejimi ve onun temsil ettiği baskıcı, milliyetçi-düşmanca yönetim anlayışı sona erdirilmelidir. İsrail halkı, kendi iç dinamikleriyle, demokratik haklarına ve barış umutlarına sahip çıkarak, Ortadoğu’da kalıcı bir barış ve adalet düzeninin öncüsü olabilir. Bu dönüşüm, hem İsrail’in hem Filistin’in hem de bölgenin geleceği için kaçınılmazdır.
Barış, demokrasi ve adalet yolunda atılacak her adım, sadece bugünün değil, gelecek kuşakların da yaşam hakkını ve onurunu güvence altına alacaktır. Bu nedenle, İsrail halkının uyanışı ve demokratik dönüşümü, Ortadoğu’da yeni bir nirvananın kapısını aralayabilir.