Siyonizm ve Emperyalizme Direniş: Gazze ve İran Örneği – Sessizlik ve Baskıya Karşı Küresel Bir Cephe İmkanları

Son yıllarda Gazze ve İran’a yönelik saldırılar sadece iki ülkeye değil, insanlığın ortak bilincine doğrudan yapılmış saldırılar olmuştur. İsrail’in Filistin topraklarına yönelik sistematik saldırıları ve Batı’nın İran karşıtı politikalara açık ya da örtülü desteği, askeri, ideolojik ve kültürel boyutları olan bir savaşın varlığını göstermektedir. Amaç sadece bir halkı bastırmak değil, aynı zamanda direniş, özerklik ve adalet söylemlerini susturmaktır.

Arap ve Müslüman ülkelerin çoğunluğu bu saldırılar karşısında sessiz kalmakta ve pasif kalmaktadır; bu da bölgesel politikada ahlaki ve stratejik bir zafiyeti ortaya koymaktadır. Filistin davasının tarihsel hak sahipleri olan birçok rejim, Gazze’de siviller bombardımana uğradığında yüzeysel bir tarafsızlık göstermekte ya da Batı’nın anlatılarını benimsemektedir. Benzer bir kayıtsızlık, İran’a uygulanan izolasyon politikalarına karşı da görülmektedir.

Bu makalenin amacı, Gazze ve İran örnekleri üzerinden, dünyanın halklarının Siyonist ve emperyalist saldırılara karşı daha etkili ve organize bir direniş göstermek için nasıl bir araya gelebileceğini incelemektir. Arap ve Müslüman dünyalarının tarihsel sorumlulukları, siyasi ikiyüzlülükleri ve toplumsal ilgisizliği analiz edilecek; insanlığın karanlık bu tablolar karşısında etik bir duruş kazanması için öneriler sunulacaktır.

Siyonizmin Temelleri ve Pratik Görünümleri

Siyonizm, 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’daki antisemitizme karşı bir tepki olarak doğmuş, zamanla sömürgeci bir ideolojiye dönüşmüştür. Filistin’de Yahudi ulus-devletinin kurulmasını yerli Filistin halkının haklarına rağmen savunur; zorla toprak gaspları, marjinalleşme ve haklarının reddi bu projenin parçasıdır. İsrail devletinin kurulması, bu projenin askeri, siyasi ve kültürel araçlarla kurumlaşmasıdır.

Günümüzde İsrail devleti bu ideolojiyi hem iç politikada hem de bölgesel müdahalelerde kullanmaktadır. Gazze ablukası, yerleşim politikaları ve etnik temizlik uygulamaları, günümüzdeki siyonizmin somut ifadeleridir. Uluslararası hukuka göre bu uygulamalar apartheid ve insanlığa karşı suç kapsamına girmektedir, ancak Batı’nın çifte standartları sayesinde İsrail fiilen cezasız kalmaktadır.

“Siyonizmin merkezinde ‘öteki’ni tehdit olarak görmek vardır.” Bu yaklaşım sadece Filistinlilere değil, bölgedeki tüm anti-emperyalist güçlere yöneliktir. İran, ideolojik ve jeopolitik açıdan doğrudan bu projeye karşı durmaktadır; bu nedenle hedef haline gelmiştir. Siyonizm, radikal bir Yahudilik yorumu değil, Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak hizmet eden bir yapıdır.

Ortadoğu’da Emperyalist Politikalar ve İran’ın Hedeflenmesi

Emperyalizm sadece askeri veya ekonomik müdahalelerle sınırlı değildir; aynı zamanda kültürel bir hegemonya aracıdır. Batılı güçlerin bölgedeki politikaları halkların kendi kaderini tayin hakkını görmezden gelmektedir. 1979 İslam Devrimi’nden bu yana İran, bu emperyalist mantığa meydan okuyan, Batı çıkarlarına karşı net bir pozisyon alan bir aktördür.

İran’a uygulanan yaptırımlar, ambargolar ve diplomatik izolasyon resmi olarak nükleer meselelerle gerekçelendirilse de, asıl amaç bağımsız dış politikasını ve direniş eksenine verdiği desteği cezalandırmaktır. İran’ın Filistin mücadelesiyle stratejik ve ideolojik bağları, onu İsrail ve müttefikleri için öncelikli hedef haline getirmiştir.

ABD, Avrupa Birliği ve diğer Batılı aktörler doğrudan yaptırımların ötesine geçerek medya disiplinini uygulamakta, sivil hareketleri manipüle etmekte ve psikolojik savaş yürütmektedir. Bu emperyalizm, kolektif hafızayı yeniden şekillendirmeyi ve ideolojik direnişi kırmayı hedeflemektedir. Ancak İran, bölge halkları için bir etki ve ilham merkezi olmaya devam etmektedir.

Arap ve Müslüman Ülkelerin Sessizliği: İhanet mi, Acz mi?

Arap Ligi’nin Gazze bombardımanları karşısındaki kayıtsızlığı, birçok rejimin Batı’ya olan siyasi ve ekonomik bağımlılığını ortaya koymaktadır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkeler, İsrail ile normalleşme yolunu seçerek Filistin davasından uzaklaşmış, böylece emperyalizmin bölgesel taşeronları haline gelmiştir.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi kurumlar kınamalar yapmakla yetinmekte, somut adımlar atmaktan kaçınmaktadır. Bu boşluk, ifade edilen ilkeler ile uygulanan baskıcı ve hareketsiz politika arasındaki kopukluğu göstermektedir. Mezhepsel, milliyetçi rekabetler ve dış müdahaleler, Müslüman dünyada ortak bir hareket kabiliyetini engellemektedir.

Bu tarafsız veya pasif duruş, hem ahlaki hem de siyasi bir krizdir. Arap ve Müslüman halklar dayanışma gösterirken, liderler sivil toplumu susturmakta ve dış politikada muhalefeti engellemektedir. Halkın arzusu ile otoriter yönetimlerin kararları arasındaki bu uçurum, derin bir kopukluğu simgelemektedir.

Küresel Dayanışma Yolları: Sivil Toplum ve Halk Hareketlerinin Rolü

İsrail’e kurumsal desteğe rağmen, dünya kamuoyunun geniş bir kesimi bu meşrulaştırmaya karşı çıkmaktadır. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan Gazze için protesto gösterileri düzenlemektedir. Üniversiteler, sosyal medya ve protesto yürüyüşleri, küresel direnişin temel taşlarını oluşturmaktadır.

İran’a uygulanan yaptırımlara karşı da vatandaş girişimleri, politik ikiyüzlülüğü ifşa etmek için harekete geçmektedir. Akademisyenler, gazeteciler ve aktivistler bu önlemlerin gerçek amaçlarını deşifre etmektedir. Devlet sınırlarını aşan bir halk diplomasisinin oluşmasına katkı sağlamaktadırlar.

Bu halk direnişi dinamikleri, jeopolitik çifte standartlara karşı etik ve insancıl bir zemine dayanmaktadır. Medya tekeli kırılarak ve dijital platformların potansiyeli kullanılarak bu mücadele evrensel bir direniş olarak yükselmektedir. Bu, egemen düzenin karşısında bir isyan rüzgarıdır.

Ne Yapmalı? Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Ortak Stratejiler

Birinci yol: Uluslararası her türlü saldırıya karşı net, etik ve politik bir duruş benimsemek. Artık sadece Gazze ya da İran’ı desteklemek değil, adaletin evrenselliğini savunmak söz konusudur. Bunun için halk baskısı parlamentoları, medyayı ve hükümet kararlarını etkilemelidir.

İkinci yol: Tüm anti-emperyalist mücadeleleri kapsayan küresel bir halk cephesi kurmak. Latin Amerika, Asya, Avrupa ve Afrika halklarını içine alan bu transnasyonel ağ, kültürel, siyasi ve ekonomik deneyim alışverişi yapmalıdır. Bu ittifak, emperyalizmin yarattığı bölünme paradigmasını kıracaktır.

Üçüncü yol: Muhalefetin ideolojik boyutunu güçlendirmek. Siyonist ve emperyalist hegemonyaya karşı yeni bilgi üretimleri, sanatsal biçimler ve politik söylemler geliştirmek şarttır. Üniversiteler, entelektüeller, eğitimciler ve gazeteciler, “bilgi yoluyla direniş”in öncüleri olmalıdır.

Sonuç: Küresel Adaletsizliğe Karşı Etik Bir Sorumluluk

Gazze’ye yönelik saldırılar ve İran’a dayatılan izolasyon, sadece jeopolitik olaylar değildir; tüm muhalif sesleri susturmayı, kendi kaderini tayin arayışını kırmayı amaçlayan küresel bir baskı sisteminin yansımalarıdır. Siyonizm, dışlama ve tahakküm ideolojisi olarak Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki uzantısıdır; amacı bölgeyi parçalamak, kültürel olarak hakimiyet kurmak ve direnişi etkisizleştirmektir.

Bu bağlamda, sorumluluk hükümetlerde değil halklardadır. Gazze ve İran’a destek, sadece iki bölgeye değil, eşitsiz ve baskıcı dünya düzenine karşı geniş bir mücadelenin ifadesidir. Uluslararası söylemin merkezine etik, adalet ve insan onurunu yerleştirmek gerekmektedir.

Son olarak, ancak kıtalararası, birleşik, eleştirel ve dayanışmacı bir hareket, günümüz emperyalizminin temellerini sarsabilir. Etnik, mezhepsel ya da ulusal bölünmeler aşılmalı, halkların kolektif özgürlüğü ve halk egemenliği üzerine kurulu bir gelecek inşa edilmelidir. Sessizlik artık bir seçenek değil; suç ortaklığıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir