21. Yüzyılda Küresel Güç Dengeleri: ABD, Batı ve Küresel Güneyin Çok Kutuplu Dünyadaki Rolü,

Oslo, 23 Eylül 2025

ABD’nin Hegemonik Krizi, Avrupa İç Çelişkileri ve Küresel Güneyin Yükselişi

21. yüzyılın uluslararası sistemi, tek kutuplu hegemonyadan çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmektedir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD, küresel lider olarak kabul edilmiş ancak 2008 küresel finans krizi ve Çin’in ekonomik yükselişi bu hegemonik konumu zorlamıştır (Arrighi, 2007; Nye, 2011). Bu süreç, yalnızca güç dengelerinde değişim yaratmakla kalmamış, aynı zamanda küresel güney ülkelerinin uluslararası ilişkilerde daha görünür ve etkili bir rol üstlenmesine olanak sağlamıştır.

Bu makale, ABD ve Batı’nın hegemonik krizini yönetme stratejilerini, Avrupa içindeki toplumsal ve ekonomik çelişkilerle birlikte analiz etmektedir. Ana argüman, Çin-Rusya-ŞİÖ-BRICS hattının yükselişi karşısında ABD ve Batı’nın “tehdit söylemi” ve silahlanma odaklı politikalarının sürdürülemez olduğu yönündedir. Bu süreç, hem Avrupa iç siyaseti hem de küresel güney ülkeleri üzerinde doğrudan etkiler yaratmaktadır.

Küresel güneyin yükselişi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik ve stratejik olarak da Batı’ya alternatif bir güç merkezi oluşumuna işaret etmektedir. Türkiye, Venezuela, Afganistan ve Kolombiya gibi ülkeler, ABD ve Batı’nın baskılarına karşı alternatif ittifaklara yönelmektedir (Escobar, 2023). Bu durum, çok kutuplu bir dünya düzeninin oluştuğunu ve Batı’nın hegemonik meşruiyetinin zayıfladığını göstermektedir.

II. TEORİK ÇERÇEVE: HEGEMONYA, ÇOK KUTUPLULUK VE KÜRESEL GÜNEY

Uluslararası ilişkilerde hegemonya kavramı, yalnızca askeri güç değil, aynı zamanda ekonomik, siyasi ve ideolojik üstünlüğü de kapsayan bir anlam taşımaktadır. Antonio Gramsci’ye göre hegemonya, sadece zor kullanımını değil, aynı zamanda rızanın üretimini de içerir (Gramsci, 1971). Bu bağlamda hegemonya, devletlerin ve küresel aktörlerin yalnızca güç gösterisi yapmasını değil, kendi meşruiyetlerini toplumsal ve uluslararası düzeyde de pekiştirmelerini gerektirir.

Robert Cox, Gramsci’nin kavramını uluslararası düzleme taşıyarak hegemonik düzenin belirli sosyal güçler, üretim biçimleri ve devletlerarası kurumlar aracılığıyla oluştuğunu savunmuştur (Cox, 1981). Bu yaklaşım, küresel güçlerin sadece ekonomik ve askeri değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel araçlarla hegemonya kurduğunu göstermektedir. Cox’un teorisi, ABD’nin Batı’daki hegemonik krizini analiz etmek için temel bir çerçeve sağlamaktadır.

Immanuel Wallerstein’ın dünya-sistemleri teorisi ise kapitalist dünya ekonomisini merkez, yarı-çevre ve çevre ülkeler üzerinden açıklar. ABD, 20. yüzyılda bu sistemin merkezi konumunu temsil etmiş ve dünya ekonomisini yönlendirmiştir (Wallerstein, 2004). Ancak Çin’in yükselişi ve Rusya’nın enerji kaynaklarını stratejik bir silah olarak kullanması, bu merkezde kaymalara yol açmış ve çok kutuplu bir yapının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Tek kutupluluk, 1990’larda Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin liderliğini ifade etse de, bu durum uzun süreli olmamıştır (Krauthammer, 1990). 2000’lerden itibaren ABD’nin askeri müdahalelerdeki yıpranması, finansal krizler ve Çin’in ekonomik büyümesi, uluslararası sistemin çok kutuplu bir yapıya doğru kaymasına neden olmuştur (Acharya, 2014). Çok kutupluluk, yalnızca güç dağılımındaki değişimi değil, aynı zamanda küresel güneyin daha aktif bir aktör olarak sahneye çıkmasını da kapsamaktadır.

“Küresel Güney”, eski Üçüncü Dünya tanımının ötesinde, ekonomik ve politik olarak Batı’ya alternatif güç üreten ülkeleri ifade eder (Dados & Connell, 2012). Afrika, Latin Amerika, Orta Doğu ve Asya’daki bazı ülkeler, Batı dışı aktörlerle işbirliğine yönelerek hem ekonomik çeşitlilik yaratmakta hem de Batı’nın tek taraflı yaptırımlarına direnç göstermektedir. Bu bağlamda küresel güney, yalnızca pasif bir alan olmaktan çıkarak çok kutuplu dünyanın aktif kurucu unsuru haline gelmektedir.

Bu teorik çerçeve, ABD’nin hegemonik krizini, Batı’nın Avrupa içindeki çelişkilerini ve küresel güneyin yükselen rolünü anlamak için bir temel sunmaktadır. Wallerstein’ın yapı analizleri, Cox’un hegemonya kavramı ve çok kutupluluk teorileri, makalede hem teorik hem de pratik analizler için referans noktası olarak kullanılmaktadır. Bu çerçeve sayesinde, küresel güç dengelerinin değişimi ve Batı’nın stratejik tepkileri akademik olarak değerlendirilebilmektedir.

III. ABD’NİN KÜRESEL STRATEJİSİ: HEGEMONİK KRİZİ YÖNETME ÇABASI

ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında kurduğu uluslararası düzenin merkez aktörü olmuş, Bretton Woods kurumları (IMF, Dünya Bankası), NATO ve doların rezerv para konumu sayesinde küresel hegemonyasını pekiştirmiştir (Nye, 2011). Bu hegemonik konum, ekonomik, askeri ve ideolojik üstünlüğün birleşimiyle uzun yıllar sürdürülebilmiş, ABD’nin dünya siyaseti üzerindeki etkisini maksimum seviyeye çıkarmıştır.

Ancak 2000’lerden itibaren ABD, Afganistan ve Irak müdahaleleri nedeniyle hem askeri hem de diplomatik anlamda yıpranmış, 2008 finans krizi ve Çin’in ekonomik yükselişi ise hegemonik konumunu zayıflatmıştır (Arrighi, 2007; Stiglitz, 2017). Bu süreç, ABD’nin küresel stratejilerini yeniden gözden geçirmesini ve yeni müdahale araçları geliştirmesini zorunlu kılmıştır.

ABD’nin hegemonik krizini yönetme stratejileri üç ana eksen üzerinden yürütülmektedir. İlk olarak, Rusya ve Çin tehdidini sürekli ön plana çıkararak Batı içindeki müttefiklerini konsolide etmeye çalışmaktadır. İkinci olarak, Avrupa’yı silahlanmaya zorlayarak hem askeri hem ekonomik bağımlılığını artırmakta, üçüncü olarak küresel güney ülkelerine yönelik baskı politikaları uygulamaktadır. Bu stratejiler, ABD’nin hem içeride hem de dış politikada meşruiyetini sürdürmesine hizmet etmektedir.

Rusya ve Çin’in tehdit olarak yeniden inşa edilmesi, ABD stratejisinin merkezinde yer almaktadır. 2014 Kırım krizi sonrası Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar ve Ukrayna savaşında Avrupa’nın Rusya’ya karşı cepheleştirilmesi, ABD’nin tehdit söylemini güçlendirmiştir (Mearsheimer, 2014). Çin ise askeri modernizasyonu, ekonomik yayılımı ve küresel altyapı yatırımlarıyla uzun vadeli stratejik rakip olarak konumlandırılmıştır (White House, 2022).

ABD’nin Avrupa’yı silah pazarına dönüştürme stratejisi de dikkat çekicidir. NATO üyelerinin savunma harcamalarının GSYH’nin %2’sine çıkarılması yönündeki baskılar, ABD savunma sanayii için büyük bir pazar yaratmakta ve Avrupa ülkelerini mali olarak da ABD’ye bağımlı kılmaktadır (SIPRI, 2023). Bu durum, Avrupa sosyal refah bütçelerinin kısıtlanmasına ve toplumsal huzursuzluğun artmasına yol açmaktadır.

ABD’nin küresel güney üzerinde uyguladığı baskılar, Venezuela, Türkiye, Afganistan ve Kolombiya gibi ülkeleri hedef almakta; ekonomik yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve askeri tehditler yoluyla Batı’ya bağımlı kalmalarını sağlamaya çalışmaktadır (Escobar, 2023). Ancak çoğu durumda bu politikalar, söz konusu ülkeleri alternatif ittifaklara yönelterek ABD’nin hedeflerinin tersine etki yaratmaktadır.

Her ne kadar ABD bu stratejilerle hegemonik gücünü sürdürmeye çalışsa da, Avrupa içindeki toplumsal huzursuzluk, küresel güneyin direnç kapasitesi ve ABD’nin mali yükleri, bu stratejilerin sürdürülebilirliğini sorgulatmaktadır. ABD’nin “zor” ve “tehdit” odaklı araçlara daha fazla başvurması, aslında hegemonik meşruiyetinin erozyona uğradığını göstermektedir.

IV. ÇİN-RUSYA VE ŞİÖ–BRICS’İN YÜKSELİŞİ

Çin, 1978 sonrası ekonomik reformlarla başlayan kalkınma sürecini 21. yüzyılda küresel bir güç konumuna dönüştürmüştür. 2010’da dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelen Çin, küresel GSYH’nin önemli bir payını üretmektedir (IMF, 2023). Bu ekonomik yükseliş, Çin’in uluslararası siyasette sadece bölgesel değil, küresel aktör olarak konumlanmasını sağlamıştır.

Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ile Çin, Asya, Afrika ve Avrupa’da altyapı projelerine trilyonlarca dolar yatırım yaparak küresel güney ülkelerinde ekonomik nüfuzunu artırmaktadır (Zhang, 2022). Bu girişim, yalnızca ekonomik bir araç değil aynı zamanda diplomatik ve stratejik bir etki mekanizması olarak da işlev görmektedir. Çin, BRI aracılığıyla ülkelerin kalkınma önceliklerini kendi politik ve ticari hedefleriyle uyumlu hale getirmeyi başarmaktadır.

Rusya, enerji kaynaklarını stratejik bir silah olarak kullanarak küresel siyasetteki rolünü korumaktadır. Dünya doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %24’ü ve petrol rezervlerinin %6’sı Rusya’ya aittir; bu durum, özellikle Avrupa’nın enerji güvenliği üzerinde kritik bir etki yaratmaktadır (BP Energy Report, 2023). Ukrayna savaşı ve Batı yaptırımları sonrası Rusya, Hindistan, Çin, Türkiye ve İran gibi ülkelerle enerji ve ticaret alanında alternatif işbirlikleri geliştirmektedir (Lo, 2023).

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), başlangıçta güvenlik işbirliğine odaklanırken zamanla siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda da etkin bir yapı haline gelmiştir. Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’ın üye olduğu örgüt, 2023 itibarıyla İran’ın katılımıyla daha geniş bir bölgesel blok haline gelmiştir (SCO Declaration, 2023). ŞİÖ, Batı merkezli güvenlik ve ekonomik kurumlara alternatif bir platform olarak öne çıkmaktadır.

BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve genişleyen üyeleri, küresel güneyin Batı’ya bağımlılığını azaltacak yeni finansal ve ekonomik mekanizmalar sunmaktadır. BRICS Yeni Kalkınma Bankası (NDB), üye ülkelerin altyapı ve kalkınma projelerini finanse etmekte, ulusal para birimlerinin kullanımını teşvik ederek doların hakimiyetini sınırlamaktadır (BRICS Joint Declaration, 2023). Bu durum, çok kutuplu dünya düzeninin somut bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Küresel güney için bu yükseliş, alternatif ekonomik ve siyasi yollar geliştirme imkânı sunmaktadır. Venezuela, Türkiye ve diğer ülkeler, Batı yaptırımlarına karşı Çin-Rusya hattı ve BRICS işbirliği ile direnç göstermektedir. Böylece, küresel güney yalnızca pasif bir alan olmaktan çıkarak çok kutuplu düzenin aktif bir aktörü haline gelmektedir.

V. AVRUPA’NIN İÇ ÇELİŞKİLERİ VE SİLAHLANMA KRİZİ

Avrupa ülkeleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde sosyal refah devletini güçlendirmeye odaklanmış, sağlık, eğitim ve sosyal yardımların kapsamını genişletmiştir. Ancak 2014 sonrası Ukrayna krizi ve Rusya’nın enerji politikaları, Avrupa’nın harcamalarını artırmasını zorunlu kılmıştır (Eurostat, 2023). Bu durum, uzun süreli sosyal refah projeleri ile askeri ihtiyaçlar arasında ciddi bir gerilim yaratmaktadır.

GSYH’nin %2’sinin savunmaya ayrılması hedefi, Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük Avrupa ekonomilerinde sosyal hizmet bütçelerinin kısıtlanmasına yol açmaktadır. Eğitim, sağlık ve sosyal yardımların kısıtlanması, toplumsal hoşnutsuzluğun artmasına ve hükümetlere yönelik eleştirilerin yükselmesine sebep olmaktadır (Piketty, 2020). Bu çelişki, Avrupa iç politikasında giderek görünür hale gelmiştir.

Avrupa, ABD’den silah ve savunma teknolojisi tedarik ederek silahlanma yarışına girmiştir. Ancak birçok ülkede yeterli insan kaynağı bulunmamaktadır; asker sayısı ve eğitimli personel eksikliği, gelişmiş silah sistemlerinin etkin kullanımını sınırlamaktadır (SIPRI, 2023). Bu durum, Avrupa’nın savunma kapasitesinin finansal olarak yüksek olmasına rağmen operasyonel anlamda sınırlı kalmasına neden olmaktadır.

Sosyal refahın kısıtlanması ve göçmen karşıtı politikaların yükselişi, Avrupa’da popülist hareketleri güçlendirmektedir. İngiltere, Hollanda ve Fransa’da yaşanan göçmen karşıtı protestolar, toplumsal gerilimin somut göstergeleridir (The Guardian, 2023). Bu hareketler, hem iç huzuru bozmakta hem de Avrupa hükümetlerinin Batı’nın tehdit söylemini dayatmasına zemin hazırlamaktadır.

Avrupa’daki liderlik eksikliği, ABD’nin saldırgan politikalarına karşı bağımsız bir strateji geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. Bu durum, Avrupa ülkelerinin ABD’nin silah ve güvenlik yönelimlerine “kerhen evet” demesine yol açmaktadır (Nye, 2011). Sonuç olarak, Avrupa iç çelişkileri hem sosyal refah alanında hem de güvenlik ve dış politikada sürdürülemez bir baskı yaratmaktadır.

VI. KÜRESEL GÜNEYİN KONUMU VE TEPKİLERİ

“Küresel Güney”, ekonomik ve politik olarak Batı’ya bağımlılığı azaltan ülkeleri ifade eden bir kavramdır (Dados & Connell, 2012). Son yıllarda Çin-Rusya-ŞİÖ-BRICS hattının yükselişi, bu ülkelerin küresel siyasette daha aktif bir rol üstlenmesine olanak sağlamıştır. Küresel güney ülkeleri, çok kutuplu bir sistemde yalnızca pasif gözlemci değil, stratejik kararlar alabilen aktörler haline gelmektedir.

Venezuela, Türkiye, Afganistan ve Kolombiya gibi ülkeler, ABD ve Batı’nın ekonomik ve diplomatik baskılarına karşı alternatif ittifaklara yönelmektedir (Escobar, 2023). Bu durum, küresel güneyin Batı’ya bağımlılığı azaltma çabalarını somutlaştırmakta ve bölgesel işbirliklerinin önemini artırmaktadır. Çin ve Rusya ile yapılan enerji ve ticaret anlaşmaları, bu ülkelerin uluslararası sistemde daha özerk hareket etmelerini mümkün kılmaktadır.

Küresel güney ülkeleri, çok taraflı işbirlikleri aracılığıyla diplomatik ve ekonomik dayanışmayı güçlendirmektedir. BRICS, ŞİÖ ve Güney-Güney işbirliği mekanizmaları, bu ülkelerin finansal ve ekonomik bağımsızlıklarını artırmakta, Batı merkezli yaptırımlar ve müdahalelere karşı direnç mekanizmaları oluşturmaktadır (Zhang, 2022). Bu stratejiler, küresel güneyin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik ve stratejik bir aktör olarak yükselişini temsil etmektedir.

Bölgesel örnekler, küresel güneyin çok kutuplu dünyadaki rolünü somutlaştırmaktadır. Türkiye, ŞİÖ ile ilişkilerini güçlendirerek hem enerji hem ticaret alanında alternatifler yaratmakta; Venezuela, Çin ve Rusya ile enerji anlaşmaları yaparak ABD yaptırımlarına direnç göstermektedir. Afganistan ve Kolombiya ise bölgesel güçlerle işbirliğini artırarak uluslararası izolasyonu dengelemeye çalışmaktadır.

Küresel güneyin bu yükselişi, uluslararası sistemin çok kutuplu ve dengeli bir yapıya doğru evrildiğini göstermektedir. ABD ve Batı’nın tehdit ve yaptırım stratejileri, küresel güneyde ters etki yaratmakta; söz konusu ülkeler, alternatif bloklar ve işbirlikleri ile uluslararası siyasette daha bağımsız hareket etmektedir. Bu durum, çok kutuplu dünyanın aktif olarak şekillendiğini ortaya koymaktadır.

VII. İÇ VE DIŞ ÇATIŞMA SENARYOLARI

Ukrayna savaşı, Avrupa güvenlik yapısında orta ölçekli bir çatışma olarak öne çıkmaktadır. 2014 Kırım krizi ve 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, NATO’nun Avrupa’daki varlığını artırmış ve ABD’nin silah tedarikini hızlandırmıştır (Mearsheimer, 2014; SIPRI, 2023). Bu çatışma, ABD’nin Rusya algısı üzerinden Avrupa’yı silahlanmaya ve askeri hazırlıklara yönlendirme stratejisinin somut bir örneğini temsil etmektedir.

Orta Doğu’daki vekâlet savaşları, bölgesel istikrarı ciddi şekilde etkilemektedir. Suriye, Yemen ve Libya’da yürütülen çatışmalar, küresel güney ülkeleri ile ABD ve Batı arasındaki güç mücadelesini daha görünür kılmaktadır (Lo, 2023). Bu çatışmalar, hem enerji ve ticaret yollarını kontrol etme hem de bölgesel nüfuzu artırma stratejilerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Avrupa’daki toplumsal çatışmalar, iç politik gerilimleri açıkça göstermektedir. Sosyal refahın kısıtlanması, göçmen karşıtı politikalar ve popülist hareketlerin yükselişi, İngiltere, Hollanda ve Fransa’da küçük ölçekli sokak çatışmalarına yol açmıştır (The Guardian, 2023). Bu durum, hükümetlerin hem iç hem dış politika stratejilerini belirlerken baskı altında olduğunu göstermektedir.

ABD ve bazı Avrupa hükümetleri, kamuoyunun dikkatini dış düşmanlara yönlendirmek amacıyla “sahte düşmanlar” yaratmaktadır. Rusya ve Çin tehdidi üzerinden oluşturulan söylemler, hem iç siyasette hem de dış politika alanında meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Ancak bu strateji uzun vadede Avrupa içinde ve dışında çatışma risklerini artırmaktadır (Escobar, 2023).

İç ve dış çatışmaların birleşimi, Avrupa ve ABD’nin istikrarını tehdit etmektedir. İçte protestolar ve toplumsal huzursuzluk, dışta Orta Doğu ve Ukrayna’daki savaşlar ile birleştiğinde, küresel kuzeyde hem sosyal hem de stratejik kırılganlıklar yaratmaktadır. Bu dinamikler, çok kutuplu bir dünyada Batı hegemonyasının sürdürülemezliğini ve küresel güneyin artan rolünü net bir şekilde ortaya koymaktadır.

VIII. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Günümüz uluslararası sistemi, çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmektedir. ABD ve Batı’nın hegemonik krizini yönetme stratejileri kısa vadeli kazanımlar sağlasa da uzun vadede sürdürülebilir değildir (Acharya, 2014). Bu bağlamda, küresel aktörlerin, diplomasi ve işbirliği odaklı politikaları önceliklendirmesi gerekmektedir. Çok kutuplu işbirliği, hem Batı hem de küresel güney ülkeleri için istikrar ve güvenlik sağlamada kritik öneme sahiptir.

Avrupa için önerilen çözüm yolları, sosyal refah ve savunma harcamaları arasında sürdürülebilir bir denge kurulmasını içerir. Savunma harcamalarının “artırılması”, sosyal hizmetler ve kamu yatırımları pahasına olmamalıdır. Ortak Avrupa savunma projeleri, maliyetleri düşürürken askerî kapasitenin etkin kullanımını artırabilir (SIPRI, 2023). Bu yaklaşım, toplumsal huzuru korurken savunma alanında yeterli hazırlığı da sağlar.

Küresel güney ülkeleri, alternatif finansal ve ekonomik mekanizmaları güçlendirmelidir. BRICS ve ŞİÖ gibi yapılar, üye ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarını artıracak araçlar sunmaktadır. Kalkınma bankaları ve altyapı projeleri, ulusal para birimlerinin kullanımını teşvik ederek Batı’ya bağımlılığı azaltmaktadır (Zhang, 2022). Bu politikalar, küresel güneyin özerkliğini ve uluslararası sistemdeki etkinliğini artıracaktır.

Uluslararası kuruluşların reformu, çözüm önerilerinin bir diğer kritik unsurudur. BM, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar, karar mekanizmalarında küresel güneyin temsil oranını artırmalı ve yaptırımların uygulanmasında şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlamalıdır (Stiglitz, 2017). Çok taraflı işbirliği projeleri, hem çatışma risklerini azaltacak hem de adil bir uluslararası düzenin oluşmasını destekleyecektir.

Son olarak, çok kutuplu işbirliği ve diplomasiye dayalı stratejiler, Batı’nın hegemonik krizini yönetirken iç ve dış çatışmaları azaltacak bir yol sunmaktadır. Sosyal refahın korunması, savunma kapasitesinin etkin kullanımı ve küresel güney ile sürdürülebilir işbirliği, 21. yüzyılda uluslararası sistemin barış ve istikrarını sağlamada temel stratejiler olarak öne çıkmaktadır.

IX. SONUÇ

Bu çalışma, 21. yüzyılda uluslararası sistemin çok kutuplu bir yapıya doğru evrildiğini ve ABD ile Batı’nın hegemonik krizini detaylı şekilde analiz etmiştir. Çin-Rusya-ŞİÖ-BRICS hattının yükselişi, küresel güneyin artan rolü ve Avrupa’daki sosyal refah-silahlanma çelişkileri, uluslararası siyasette yeni dinamiklerin ortaya çıktığını göstermektedir (Escobar, 2023; SIPRI, 2023).

ABD ve Batı’nın Rusya ve Çin tehdidini öne çıkararak Avrupa’yı silahlanmaya zorlayan politikaları, kısa vadede stratejik kazanımlar sağlamış olsa da uzun vadede sürdürülemez bir yapı yaratmaktadır. Avrupa’da sosyal huzursuzluk ve göçmen karşıtı hareketler, Batı içindeki çatlakları daha görünür hale getirmiştir. Bu durum, ABD’nin hegemonik meşruiyetini zayıflatmakta ve küresel güneyin alternatif bloklara yönelmesini hızlandırmaktadır.

Küresel güney ülkeleri, BRICS, ŞİÖ ve Güney-Güney işbirliği mekanizmaları aracılığıyla hem ekonomik hem de politik özerkliklerini artırmaktadır. Bu ülkeler, Batı yaptırımlarına ve baskı politikalarına karşı kolektif bir direnç geliştirmekte ve çok kutuplu düzenin aktif aktörleri olarak sahneye çıkmaktadır. Venezuela, Türkiye, Afganistan ve Kolombiya gibi ülkeler, bu stratejilerin somut örneklerini oluşturmaktadır (Zhang, 2022).

Sürdürülebilir bir uluslararası düzen için çözüm yolları, çok kutuplu işbirliği, diplomasi ve sosyal refah-silahlanma dengesinin korunmasına dayanmaktadır. Avrupa’nın toplumsal huzurunu sağlamak, küresel güneyin özerkliğini desteklemek ve uluslararası kuruluşları daha kapsayıcı hale getirmek, barış ve istikrarın temel şartları olarak öne çıkmaktadır (Stiglitz, 2017).

Sonuç olarak, 21. yüzyılın uluslararası sistemi, tek kutuplu hegemonyadan çok kutuplu, dengeli ve katılımcı bir yapıya doğru evrilmektedir. ABD ve Batı’nın mevcut stratejileri kısa vadeli kazançlar sağlasa da uzun vadede sürdürülemezdir. Küresel güneyin yükselişi ve çok kutuplu işbirliği mekanizmalarının güçlenmesi, uluslararası sistemde barış, adalet ve istikrarın sağlanmasında kritik öneme sahiptir.

KAYNAKÇA

1. Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. International Publishers.

2. Cox, R. (1981). “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory.” Millennium.

3. Krauthammer, C. (1990). “The Unipolar Moment.” Foreign Affairs, 70(1).

4. Arrighi, G. (2007). Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century. Verso.

5. Nye, J. (2011). The Future of Power. Public Affairs.

6. Dados, N., & Connell, R. (2012). “The Global South.” Contexts, 11(1), 12–13.

7. Acharya, A. (2014). The End of American World Order. Polity.

8. Mearsheimer, J. (2014). “Why the Ukraine Crisis Is the West’s Fault.” Foreign Affairs.

9. Stiglitz, J. (2017). Globalization and Its Discontents Revisited. Norton.

10. Piketty, T. (2020). Capital and Ideology. Harvard University Press.

11. Zhang, W. (2022). “China’s Belt and Road Initiative and Global South.” Journal of International Studies.

12. White House (2022). National Security Strategy.

13. Escobar, P. (2023). Multipolarity and Global South.

14. IMF (2023). World Economic Outlook.

15. UNCTAD (2023). Trade and Development Report.

16. Eurostat (2023). Government expenditure by function (COFOG).

17. BP (2023). Statistical Review of World Energy.

18. SIPRI (2023). Military Expenditure Database.

19. BRICS Joint Declaration (2023). Johannesburg Summit.

20. SCO Declaration (2023). Samarkand Summit.

21. Lo, B. (2023). Russia and the New World Disorder. Chatham House.

22. The Guardian (2023). Çeşitli haber analizleri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir