Netanyahu Örneği, Gazze ve İran Bağlamında
Benjamin Netanyahu’nun siyasi kariyeri, Ortadoğu’da İsrail’in güvenlik kaygılarının ötesinde, tarihsel korkularla harmanlanmış ideolojik bir tahakküm modelinin inşası olarak şekillendi. Hem Gazze’ye hem İran’a karşı yürütülen politikalar, yalnızca dış tehditlere tepki değil; aynı zamanda iç siyasi dengeyi sağlamak, ulusal kimliği yeniden tanımlamak ve liderin kendi iktidarını tahkim etmek amacıyla inşa edilmiş çok katmanlı bir stratejidir. Bu strateji, sürekli bir kriz üretimiyle işleyen otoriter-popülist bir mantığın ürünüdür.
Netanyahu, güvenlik merkezli söylemini hem fiziksel hem de kültürel tehditler üzerinden şekillendirdi. Gazze, “yakındaki terör tehdidi” olarak resmedilirken; İran, “varoluşsal düşman” kimliğiyle çerçevelendi. Bu iki cephe, Netanyahu’nun hem içerideki muhalefeti bastırma hem de uluslararası alanda İsrail’in pozisyonunu güçlendirme hedeflerine hizmet eder. Askeri eylemler, diplomatik saldırganlık ve retorik şiddet, bu siyasi mantığın üç temel aracı haline geldi.
Gazze ve İran’a karşı geliştirilen bu ikili strateji, yalnızca güncel güvenlik meseleleriyle açıklanamaz. Otoriter kişilik yapısı, kolektif travmalar, dini-milliyetçi anlatılar ve uluslararası güç dengeleriyle birleşen Netanyahu’nun politik çizgisi, çağdaş Ortadoğu siyasetinin merkezinde ideolojik bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu çatışmacı yaklaşım; psikolojik, sosyolojik, antropolojik ve siyaset bilimsel düzlemlerde bütüncül olarak anlaşılmalıdır.
1. Netanyahu’nun Liderlik Profili: Psikopolitik Bir Okuma
Netanyahu’nun liderliğinde narsistik özelliklerin belirginleştiği bir kişilik yapısı öne çıkar. Özellikle kendisini İsrail’in tarihsel misyonunu sürdüren kurtarıcı olarak sunması, psikanalitik literatürdeki “mesih-kompleksi” ile ilişkilidir[^1]. Bu eğilim, hem Gazze’ye hem İran’a karşı geliştirilen abartılı tehdit algısında doğrudan etkili olmuştur. Özdeşleştirici söylemlerle halkı seferber ederken, düşmanlaştırıcı dil ile muhalefeti ve dış aktörleri kriminalize etmiştir.
İran’a yönelik tutumda, Netanyahu’nun kişisel korkularının ve politik ihtiyaçlarının iç içe geçtiği bir yapı görülür. Özellikle İran’ın nükleer programına karşı gösterdiği sertlik, yalnızca stratejik bir tutum değil; varoluşsal tehdit algısını içeren psikopolitik bir refleks olarak işlev görür. Bu refleks, İsrail’in Holokost sonrası kimliğini sürekli “yeniden kurbanlaşma” üzerinden yeniden üretir[^2]. Bu psikolojik zemin, askeri ve diplomatik kararların duygusal faktörlerle çarpıtılmasına neden olur.
Benzer şekilde Gazze, Netanyahu için doğrudan ve fiziksel bir tehdit imajıdır. Bu nedenle Gazze’ye yönelik askeri eylemler sıklıkla içerideki siyasi krizlerle eş zamanlı olarak gündeme gelir. Bu tür senkronizasyonlar, liderin narsistik travmalara verdiği tipik tepkilerle açıklanabilir: iç tehdit kontrol altına alınamadığında, dış düşmana saldırılar artar. Psikopolitik analiz, Netanyahu’nun liderliğini salt rasyonalite üzerinden değil; travmatik siyasal kişilik üzerinden okur.
2. İsrail Toplumunun Sosyolojik Dönüşümü: Gazze ve İran Algısı
İsrail toplumu, özellikle 1990’lı yıllardan sonra güvenlik fetişizmi ve kimlik kapanması üzerinden şekillenen bir sosyolojik dönüşüm yaşadı. Bu dönüşümde Netanyahu’nun etkisi büyüktür. Toplum, Arap düşmanlığı ve anti-İran paranoyası üzerinden kutuplaşırken; bu durum, liderin krizleri yönetmekte kullandığı önemli bir kaynak haline geldi. Gazze’den gelen her füze tehdidi, İran’ın her nükleer açıklaması, toplumda bir varoluşsal teyakkuz hali yarattı[^3].
Sosyolog Barry Schwartz’ın “kolektif bellek” kavramı burada aydınlatıcıdır. İsrail’de Holokost, Arap-İsrail savaşları ve intifada gibi geçmiş olaylar, İran ve Gazze tehditlerinin toplumsal bellekte abartılı yer edinmesine neden olur[^4]. Netanyahu bu kolektif bellekleri sürekli güncelleyerek, halkın duygusal tepki düzeyini yüksek tutar. Bu strateji, özellikle seçim dönemlerinde ve koalisyon krizlerinde yoğun biçimde devreye sokulur.
Ayrıca Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı bağlamında, İsrail toplumunun güvenlik refleksleri artık içselleştirilmiş durumdadır. İran’a karşı önleyici saldırı fikri, Gazze’nin tamamen yok edilmesi yönündeki militarist söylemler, sıradan yurttaşın politik gündeminde sıradanlaşmıştır. Bu sosyolojik yapı, Netanyahu’nun sert politikalarını hem mümkün kılar hem de yeniden üretir.
3. Antropolojik Perspektiften Düşmanlaştırma: Gazze ve İran’ın Sembolizasyonu
Antropolojik açıdan Netanyahu’nun politikası, “öteki”nin ritüelleştirilmiş düşman figürü olarak inşasına dayanır. Hem Gazze hem İran, İsrail’in kendisini tanımlarken karşıt olarak konumlandırdığı ikili sembollerdir. René Girard’ın “günah keçisi” teorisi bağlamında, içerideki sosyal çatışmaları dışa yansıtmak için seçilen hedeflerdir[^5]. Her saldırı, sadece fiziksel değil; sembolik bir yeniden doğuş ritüeli gibi işler.
Gazze, antropolojik anlamda “yakın öteki”dir. İsrail’in hemen yanı başında yer alması, düşmanın her an içeri sızabileceği algısını tetikler. Buna karşın İran, “uzak ama kudretli öteki”dir. Gazze tehditken İran kıyamet imgesidir. Mary Douglas’ın “tehlike” kategorileri üzerinden okunduğunda, her iki aktör farklı biçimlerde “kirli ve tehditkar” olarak kodlanır[^6]. Bu kodlama, Netanyahu’nun söylemini kültürel olarak da anlamlı hale getirir.
Ayrıca Victor Turner’ın liminalite kuramı uyarınca, Netanyahu’nun krizi yönetme biçimi geçiş ritüelleriyle benzerlik gösterir. İsrail toplumu “sürekli tehdit” haline mahkum edilerek bir geçiş haline sabitlenmiş, bu geçişin yöneticisi de Netanyahu figüründe somutlaştırılmıştır[^7]. İran’a karşı tehdit konuşmaları, Gazze’ye karşı hava saldırıları bu ritüelin dramatik parçalarıdır.
4. Siyaset Bilimi Perspektifinden İsrail Popülizmi ve Güvenlik Doktrini
Netanyahu’nun Gazze ve İran’a yönelik politikaları, klasik realizm ile çağdaş sağ popülizmin sentezlendiği bir stratejik zihniyeti yansıtır. Devletin güvenliğini sağlamak temel meşruiyet zemini olarak sunulurken, bu güvenlik sürekli bir “kriz durumu” ile gerekçelendirilir. Carl Schmitt’in “istisna hali” kavramı bu bağlamda önemlidir: İsrail, sürekli olağanüstü bir tehdit altındaymış gibi yönetilmekte, lider ise bu tehdide karşı tek meşru aktör olarak kodlanmaktadır[^8].
Netanyahu, bu istisna halini kurumsallaştırarak, demokratik denge ve denetleme mekanizmalarını zayıflatmıştır. Gazze’ye yönelik askeri operasyonlar sıklıkla Meclis onayı alınmadan yürütülmüş; İran’a dair savaş tehditleri ise toplumu psikolojik olarak seferber etme aracı olmuştur. Bu uygulamalar, Max Weber’in “karizmatik otorite” tipolojisiyle de örtüşür: liderlik, kurallardan değil; inançtan ve korkudan beslenir[^9].
Ayrıca çağdaş siyaset biliminde popülist liderlerin dış düşman inşasıyla içerde kutuplaşmayı nasıl yönettiği geniş şekilde incelenmiştir. Netanyahu, Gazze ve İran politikaları üzerinden içerdeki laik-seküler muhalefeti de marjinalleştirmiş, “ulusal güvenlik karşıtı” olarak konumlandırmıştır. Bu siyasal mantık, yalnızca dış politikayı değil, iç politikayı da şekillendiren hegemonik bir stratejiye dönüşmüştür.
Sonuç
Netanyahu’nun siyasi pratiği, Gazze ve İran bağlamında incelendiğinde, sadece askeri veya diplomatik bir stratejiden ibaret olmadığı; çok katmanlı, psikolojik, sosyolojik, antropolojik ve siyaset bilimi perspektiflerinden okunması gereken karmaşık bir siyasi mantığın ürünü olduğu ortaya çıkar. Liderin narsistik kişilik özellikleri, tarihsel travmalar ve varoluşsal tehdit algıları, Gazze ve İran’a karşı geliştirilen sert politikaların arka planını oluşturur. Bu politikalar, hem içerideki siyasi meşruiyet krizlerini yönetmek hem de uluslararası arenada İsrail’in konumunu güçlendirmek amacıyla kullanılmaktadır.
Sosyolojik açıdan, İsrail toplumunda güvenlik odağıyla şekillenen kutuplaşmalar, Netanyahu’nun düşmanlaştırma söylemi ile derinleşmiş ve iç politikada bu tehdit algısı, toplumsal konsolidasyonun aracı haline gelmiştir. Antropolojik düzlemde, Gazze ve İran figürleri “öteki” olarak ritüelistik düşmanlaştırmaya tabi tutulurken, bu süreç hem içsel krizlerin dışa yansıtılması hem de kolektif kimlik inşası için temel bir araçtır. Siyaset bilimi açısından ise Netanyahu’nun liderliği, istisna halinin sürekli kılındığı ve dış düşman üzerinden popülist bir otoriterlik inşa edilen bir yönetim biçimini temsil eder.
Sonuç olarak, Netanyahu’nun Gazze ve İran politikaları, modern Ortadoğu siyasetinin karmaşık dinamikleri içinde yalnızca güvenlik politikaları değil; kimlik, hafıza, psikoloji ve sosyolojik dönüşümlerin kesişiminde şekillenen çok katmanlı bir fenomen olarak değerlendirilmelidir.
Dipnotlar
[^1]: Kernberg, O. (2004). Aggressivity, Narcissism, and Self-Destructiveness in the Psychotherapeutic Relationship. Yale University Press.
[^2]: Volkan, V. D. (2001). Large-group psychology: Terrorism, War, and Peace. Mind and Human Interaction.
[^3]: Peleg, I., & Waxman, D. (2011). Israel’s Palestinians: The Conflict Within. Cambridge University Press.
[^4]: Schwartz, B. (2000). “Abraham Lincoln and the Forge of National Memory.” The University of Chicago Press.
[^5]: Girard, R. (1972). Violence and the Sacred. Johns Hopkins University Press.
[^6]: Douglas, M. (1966). Purity and Danger: An Analysis of the Concepts of Pollution and Taboo. Routledge.
[^7]: Turner, V. (1969). The Ritual Process: Structure and Anti-Structure. Aldine.
[^8]: Schmitt, C. (1922). Political Theology. University of Chicago Press.
[^9]: Weber, M. (1947). The Theory of Social and Economic Organization. Free Press.
Kaynakça
• Bauman, Z. (2001). Community: Seeking Safety in an Insecure World.
• Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste.
• Elias, N. (1994). The Civilizing Process.
• Kahneman, D., & Tversky, A. (1979). Prospect Theory: An Analysis of Decision under Risk.
• Peleg, I., & Waxman, D. (2011). Israel’s Palestinians: The Conflict Within.
• Volkan, V. D. (2004). Blind Trust: Large Groups and Their Leaders in Times of Crisis and Terror.