Türkiye’de Milletvekili ve Belediye Başkanlıklarında Partilere Yatay Geçişler
19 Ağustos 2025
Demokratik sistemlerin temel direği, seçmen iradesinin özgür, eşit ve şeffaf biçimde sandığa yansımasıdır. Türkiye’de 14 Mayıs 2023 genel seçimleri ve 31 Mart 2024 yerel seçimleri sonrasında gözlemlenen milletvekili ve belediye başkanı “yatay geçişleri”, yani seçildikten sonra parti değiştirme vakaları, demokrasinin işleyişi üzerine ciddi tartışmalar yaratmıştır. Bu tür geçişler, özellikle seçmenin belirli bir parti programına güvenerek oy verdiği temsilcilerin, farklı siyasi oluşumlara geçmesiyle seçmenin iradesinin gasp edilip edilmediği sorusunu gündeme taşımaktadır.
Son dönemde, iktidar partisi olan AKP’nin, farklı partilerden seçilmiş belediye başkanlarını ve milletvekillerini kendi saflarına katması kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Medyada yer alan haberlere göre 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra 56 belediye başkanı ve 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra 11 milletvekili AKP’ye geçmiştir (Cumhuriyet, Türkiye Gazetesi, çeşitli haber kaynakları). Bu tablo, siyasal literatürde “parti transferi” olarak adlandırılan fenomenin Türkiye’de kurumsallaşmaya başladığını göstermektedir.
Bu süreç sadece siyasal bir tercih ya da bireysel kariyer hamlesi olarak değerlendirilemez; aynı zamanda seçmen iradesine yönelik ciddi bir ihlali de barındırmaktadır. Zira bir seçmen, belirli bir ideolojik hattı ya da parti programını onayladığı için oy verirken, temsilcinin sonradan farklı bir partinin çatısı altında siyaset yapması, seçmenin iradesini boşa düşürmektedir. Bu bağlamda, demokratik meşruiyet tartışması ortaya çıkmaktadır.
Bu durumda , Türkiye’deki milletvekili ve belediye başkanlarının seçim sonrası yatay geçişleri; siyasal bilimler, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, hukuk, kültürel çalışmalar ve demokrasi teorileri bağlamında ele alınması önemli olmaktadır . Makalenin temel iddiası, bu transferlerin yalnızca siyasi etik açısından değil, aynı zamanda demokratik temsilin özüne ve toplumsal güvene zarar verdiği yönündedir. Bu tür geçişlerin önlenmesi için yasal ve kurumsal düzenlemeler önerilmeli; özellikle seçilmiş temsilcilerin parti değiştirmeleri halinde ya bağımsız kalmaları ya da mazbatalarının iptal edilmesi gerektiği savunulmalıdır.
Siyasal Bilimler Perspektifinden Analiz
Siyasal bilimler açısından bakıldığında, milletvekili ve belediye başkanlarının seçim sonrası parti değiştirmeleri, demokratik temsiliyetin meşruiyetini zedeleyen bir olgudur. Çünkü seçimler, yalnızca bireysel adayların değil, aynı zamanda siyasi partilerin ideolojik vizyonlarının ve programlarının yarıştığı bir süreçtir. Giovanni Sartori’nin parti sistemleri üzerine çalışmasında vurguladığı gibi, seçmen davranışı çoğunlukla adaydan ziyade partinin ideolojik kimliği üzerinden şekillenir (Sartori, 2005). Dolayısıyla bir temsilcinin seçimden sonra farklı bir partiye geçmesi, seçmen iradesinin doğrudan ihlali anlamına gelir.
Parti sistemlerinin sağlıklı işleyişi, siyasal rekabetin şeffaf, adil ve öngörülebilir olmasıyla mümkündür. Ancak Türkiye’de 14 Mayıs 2023 seçimleri ve 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra yaşanan milletvekili ve belediye başkanı transferleri bu mekanizmayı bozmaktadır. Medya haberlerine göre, sadece 2024 yerel seçimlerinden sonra 56 belediye başkanı farklı partilerden AKP’ye katılmış, ayrıca 11 milletvekili muhalefetten AKP’ye geçmiştir (Cumhuriyet, 2024; Türkiye Gazetesi, 2024). Bu durum, iktidar partisinin sadece seçim kazanmakla yetinmeyip, seçim sonrası süreçte de siyasal rekabeti lehine manipüle ettiğini göstermektedir.
Siyaset bilimi literatüründe bu tür vakalar, “seçim sonrası manipülasyon” veya “politik mühendislik” başlığı altında incelenmektedir (Schedler, 2002). Demokratik rejimlerde iktidar değişiminin temel yolu seçimlerdir; fakat seçimden sonra seçilmiş temsilcilerin baskı, vaat ya da tehditlerle iktidar partisine geçmesi, seçimlerin anlamını boşaltmaktadır. Türkiye örneğinde bu uygulamanın sistematik hale gelmesi, sadece muhalefeti zayıflatmakla kalmayıp, demokrasiye duyulan toplumsal güveni de aşındırmaktadır.
Özetle, siyasal bilimler perspektifinden bakıldığında, Türkiye’deki yatay geçişler temsili demokrasiyi işlevsiz hale getiren bir sürece dönüşmektedir. Seçmen iradesi, seçim günü sandıkta değil; seçimden sonra iktidarın yönlendirmesiyle şekillenmektedir. Bu durum, Robert Dahl’ın “poliarki” (çoğulcu demokrasi) kuramında vurguladığı “seçimlerin anlamlılığı” ilkesine açıkça aykırıdır (Dahl, 1971). Dolayısıyla siyasal bilimler açısından bu geçişler, yalnızca siyasi etik ihlali değil, aynı zamanda demokrasinin kurumsal yapısına yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmelidir.
Sosyolojik Perspektiften Analiz
Sosyolojik açıdan bakıldığında, milletvekili ve belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri, toplumda güven erozyonuna yol açan bir olgu olarak karşımıza çıkar. Demokrasi yalnızca hukuksal bir sistem değil, aynı zamanda toplumsal bir sözleşmedir (Almond & Verba, 1963). Bu sözleşmede seçmenler, temsilcilerine güven temelinde yetki verirler. Ancak seçilmiş kişilerin farklı siyasi partilere geçmesi, bu güvenin bozulmasına ve seçmenlerde “ihanete uğrama” hissiyatının doğmasına neden olur (Özcan, 2024; Kılıç, 2024). Bu durum, seçmen ile temsilci arasındaki sembolik bağı koparmakta ve siyasal yabancılaşmayı derinleştirmektedir.
Seçmenler açısından oy vermek, sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda kimliksel ve kültürel bir ifadedir. Türkiye’de siyasal tercihler çoğunlukla ideolojik, etnik, dini veya sınıfsal kimliklerle örtüşmektedir (Lipset, 1960). Dolayısıyla seçmen, belirli bir partiye oy verdiğinde aslında kendi kimliğini ve aidiyetini de ifade etmiş olur. Temsilcilerin seçim sonrasında bu kimlikten koparak başka bir partiye geçmesi, seçmenin kendi kimliğinin inkâr edilmesi gibi algılanır. Bu, toplumsal bütünlük üzerinde yıkıcı etkiler yaratır ve demokrasiye olan inancı zayıflatır (O’Donnell, 1994).
Ayrıca sosyolojik araştırmalar, siyasal kurumlara duyulan güvenin, toplumsal istikrar ve demokratik rejimlerin sürekliliği açısından kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir (Dahl, 1971). Seymour Martin Lipset’in klasik çalışmasında belirttiği gibi, demokrasi yalnızca seçimlerden ibaret değildir; aynı zamanda toplumsal güven, meşruiyet ve istikrar üzerine inşa edilir. Türkiye’de seçim sonrası yaşanan parti transferleri, siyasal kurumlara yönelik güvenin azalmasına, seçmenlerin demokrasiye yabancılaşmasına ve sandığa katılımın düşmesine yol açabilecek bir kriz üretmektedir (Rawls, 1971; Schumpeter, 1942).
Sosyolojik açıdan bu olgunun bir diğer boyutu da, iktidar partisinin devletin baskı araçlarını –savcı, yargı, kolluk kuvvetleri– kullanarak muhalefet temsilcileri üzerinde baskı kurduğu iddialarıdır (Özcan, 2024). Bu durum, seçilmiş temsilcilerin “özgür iradeleriyle” değil, çoğu zaman baskı, tehdit ya da siyasi çıkar hesaplarıyla parti değiştirdikleri algısını güçlendirmektedir. Dolayısıyla toplumda “seçimlerin anlamı” tartışmalı hale gelmekte, seçimlerin sadece bir formaliteye dönüştüğü düşüncesi yayılmaktadır. Bu da demokratik kültürün erozyonunu hızlandırmaktadır (Kılıç, 2024; Dahl, 1971).
Antropolojik Perspektiften Analiz
Antropolojik açıdan siyasal temsil olgusu, yalnızca modern demokratik kurumlar üzerinden değil, aynı zamanda kültürel ritüeller, toplumsal aidiyetler ve sembolik iktidar ilişkileri üzerinden de incelenebilir (Geertz, 1973). Antropolojiye göre siyasal süreçler, toplumların kendilerini ifade etme ve ortak kimlik yaratma biçimleridir. Seçimler bu açıdan sadece teknik bir temsil mekanizması değil, aynı zamanda bir “ritüel”dir. Clifford Geertz’in belirttiği gibi, siyaset toplumsal semboller üzerinden işler; liderler ve temsilciler, seçmenler için belirli anlamları ve kimlikleri temsil eder. Dolayısıyla seçildikten sonra parti değiştiren milletvekili veya belediye başkanları, bu sembolik düzeni bozmakta ve toplumsal hafızada bir “ihanet” figürü olarak yer edinmektedir (Özcan, 2024; Kılıç, 2024).
Türkiye bağlamında, seçmen ile temsilci arasındaki ilişki aynı zamanda kültürel bir bağdır. Özellikle yerel düzeyde belediye başkanları, yalnızca bir idari görevli değil, aynı zamanda halkın kültürel ve sosyal yaşamında güvenilen bir figürdür (Bozdağ, 2019). Antropolojik gözlemler, seçmenlerin belediye başkanlarını çoğu zaman bir “aile büyüğü”, “koruyucu” ya da “kanaat önderi” gibi gördüklerini göstermektedir. Bu nedenle bir belediye başkanının seçimden sonra farklı bir partiye geçmesi, yalnızca siyasi bir tercih değil, toplumsal bağların ihlali olarak algılanır (Geertz, 1973; Özcan, 2024).
Antropolojik literatürde bu tür kopuşlar, toplumsal kimliklerin yeniden tanımlanmasına yol açar. Seçmen, oy verdiği temsilcinin bir başka partiye geçmesiyle, kendi kimliğinin iktidar partisi tarafından asimile edildiğini hissedebilir (Friedman, 2014). Bu durum, toplumsal kutuplaşmayı daha da artırır. Çünkü bir grup, temsilcisinin “satıldığını” düşünürken, diğer grup ise bunu “iktidarın gücü ve meşruiyeti” olarak yorumlayabilir. Bu tür çelişkili anlamlandırmalar, kültürel gerilimi yükseltir ve demokrasiye duyulan ortak inancı zayıflatır (Kılıç, 2024).
Ayrıca antropolojik açıdan bakıldığında, Türkiye’deki bu geçişler bir tür “iktidarın hegemonya kurma ritüeli” olarak da okunabilir (Gramsci, 1971). İktidar partisi, muhalefetten belediye başkanlarını ve milletvekillerini kendi safına katarak sadece pratik bir güç elde etmez; aynı zamanda sembolik olarak da “bizim gücümüz karşı konulamaz” mesajı verir. Bu ritüel, seçmenin gözünde iktidarı mutlaklaştırır ve demokratik çoğulculuğun yerini hegemonik bir siyasal kültür alır. Sonuçta temsilcilerin geçişleri, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve sembolik bir iktidar gösterisine dönüşmektedir (Geertz, 1973; Özcan, 2024).
Psikolojik Perspektiften Analiz
Psikolojik açıdan milletvekili ve belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri, seçmenler üzerinde ciddi bir hayal kırıklığı, öfke ve yabancılaşma duygusu yaratır (Seligman, 1975; Festinger, 1957). Siyasal psikoloji literatürüne göre seçmenler, oy verdikleri temsilcilerle duygusal bir bağ kurar; bu bağ, aidiyet, güven ve umut unsurlarını içerir. Temsilcinin seçimden sonra farklı bir partiye geçmesi, bu bağın kopmasına ve seçmenin kendisini aldatılmış hissetmesine yol açar. Bu durum, bireysel düzeyde güven krizine, toplumsal düzeyde ise demokrasiye yönelik inanç kaybına neden olur (Dalton, 2004; Özcan, 2024).
Seçmen davranışlarını inceleyen araştırmalar, bireylerin çoğu zaman rasyonel hesaplardan çok duygusal ve kimliksel aidiyetler üzerinden oy verdiklerini göstermektedir (Abramson ve Inglehart, 1995). Türkiye’de partiler yalnızca politik programlarıyla değil, aynı zamanda kimlik, tarihsel aidiyet ve ideolojik konumlarıyla da seçmeni etkiler. Bu nedenle bir temsilcinin parti değiştirmesi, seçmenin yalnızca siyasi tercihine değil, aynı zamanda kimliksel bağlılığına da ihanet gibi algılanır. Seçmen bu durumda psikolojik bir “ihanete uğramışlık sendromu” yaşar (Özcan, 2024; Kılıç, 2024).
Ayrıca bu geçişler, seçmenlerde “öğrenilmiş çaresizlik” duygusunu pekiştirir. Martin Seligman’ın ortaya koyduğu bu kavram, bireylerin sürekli engellenme ve başarısızlık deneyimleri sonucunda değişim umudunu kaybetmesini açıklar (Seligman, 1975). Türkiye’de seçmen, defalarca iradesinin yok sayıldığını görürse, sandığa gitmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine inanabilir. Bu da seçimlere katılım oranlarının düşmesine ve demokratik kültürün zayıflamasına yol açar (Dalton, 2004).
Bir diğer psikolojik boyut ise, temsilcilerin parti değiştirmesinin “bilişsel uyumsuzluk” yaratmasıdır. Leon Festinger’in teorisine göre insanlar, inançlarıyla eylemleri arasında uyumsuzluk olduğunda ya inançlarını değiştirir ya da eylemi meşrulaştırmaya çalışır (Festinger, 1957). Bu durumda seçmen ya temsilcisini “satılmış” olarak damgalayarak öfkesini dışa vurur ya da kendi verdiği oyun anlamını korumak için temsilcisinin kararını rasyonelleştirmeye çalışır. Her iki durumda da seçmen-temsilci ilişkisi derinden sarsılır ve siyasal sistemin meşruiyeti zarar görür (Abramson ve Inglehart, 1995; Özcan, 2024).
Hukuksal Perspektiften Analiz
Hukuksal açıdan milletvekili ve belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri, temsili demokrasinin özüne aykırı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır (Özbudun, 2017; Arslan, 2022). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda milletvekillerinin ve belediye başkanlarının parti değiştirmeleri açıkça yasaklanmamış olsa da, anayasanın “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” (Madde 6) ve “seçimlerin serbestliği” (Madde 67) ilkeleri bağlamında, seçmenin iradesini gasp eden bu tür geçişlerin meşruiyeti tartışmalıdır (Anayasa, 1982). Seçmen, bir partinin programını ve temsilcisini onaylayarak oy verir; dolayısıyla temsilcinin seçim sonrası başka bir partiye geçmesi, anayasal anlamda seçmenin iradesini dolaylı biçimde ihlal etmektedir (Arslan, 2022; Şimşek, 2023).
Milletvekillerinin ve belediye başkanlarının parti değiştirmesi, hukuki literatürde “temsiliyet krizi” olarak tanımlanabilecek bir boşluk yaratmaktadır (Özbudun, 2017). Avrupa ülkelerinin pek çoğunda bu tür geçişler ya yasalarla sınırlandırılmıştır ya da temsilcilerin bağımsız kalmaları şart koşulmuştur. Örneğin Almanya’da Anayasa Mahkemesi, parti değiştiren milletvekillerinin yeni partiler adına Meclis’te grup kuramayacağına hükmetmiş; İtalya’da ise benzer şekilde parti değişiklikleri sıkı etik kurallara bağlanmıştır (Müller, 2018; Rossi, 2020). Türkiye’de ise bu konuda hukuki bir düzenlemenin olmaması, sistemin suiistimale açık hale gelmesine yol açmaktadır (Arslan, 2022).
Belediye başkanları açısından durum daha da vahimdir. Belediye başkanları doğrudan halkın oylarıyla seçildiği için onların parti değiştirmesi, seçmen iradesine doğrudan müdahale niteliği taşımaktadır (Yılmaz, 2021). Bir aday, belirli bir parti listesinde seçime girip belediye başkanı seçildiğinde, aslında yalnızca kişisel bir temsil değil, aynı zamanda partinin programını uygulama yetkisini de üstlenmiş olur. Dolayısıyla seçimden sonra parti değiştirmesi, seçmenlerin iradesini yok saymak anlamına gelir (Özbudun, 2017). Bu bağlamda, Türkiye’de belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri halinde ya bağımsız kalmaları ya da mazbatalarının iptal edilmesi gerektiği yönünde güçlü bir hukuksal argüman bulunmaktadır (Şimşek, 2023).
Hukukun temel ilkelerinden biri, seçmenin oyunun korunmasıdır. Eğer temsilciler seçildikten sonra keyfi biçimde parti değiştirebiliyorsa, seçmenin iradesi korunmamış olur. Bu durum, sadece demokratik temsil ilkesini değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeler (Arslan, 2022; Yılmaz, 2021). Dolayısıyla hukuksal perspektiften bakıldığında, Türkiye’de milletvekili ve belediye başkanlarının seçim sonrası yatay geçişleri, acilen düzenlenmesi gereken bir boşluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Aksi takdirde seçimlerin anlamı ortadan kalkar ve hukuk devleti ciddi biçimde yara alır (Özbudun, 2017).
Kültürel Perspektiften Analiz
Kültürel açıdan bakıldığında, milletvekili ve belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri, toplumun siyasal kültürü üzerinde derin etkiler yaratmaktadır (Almond & Verba, 1963; Inglehart, 1997). Siyasal kültür, vatandaşların demokrasiye, kurumlara ve temsilcilerine yönelik tutumlarını biçimlendiren bir değerler bütünü olarak tanımlanır. Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın klasik çalışmalarında ortaya koyduğu gibi, siyasal kültür demokratik istikrar için kritik bir öneme sahiptir (Almond & Verba, 1963). Türkiye’de ise sıkça rastlanan parti geçişleri, siyasal kültürü yozlaştırmakta ve vatandaşların siyasal sisteme olan inancını zayıflatmaktadır (Kalaycıoğlu, 2015).
Seçmenler açısından seçim yalnızca siyasal bir tercih değil, aynı zamanda bir kültürel katılım biçimidir (Easton & Dennis, 1967). Seçime katılmak, vatandaşın kamusal alandaki varlığını ve sesini duyurmasının en somut yoludur. Ancak seçilmiş temsilciler seçimden sonra parti değiştirdiğinde, seçmen bu katılımın anlamsız olduğunu düşünmeye başlar. Bu da “katılımcı kültür”ün erozyona uğramasına yol açar. Katılımcı kültürün yerini zamanla kayıtsızlık, umutsuzluk ve siyasal ilgisizlik alır (Inglehart, 1997; Kalaycıoğlu, 2015).
Kültürel açıdan bir başka boyut, bu geçişlerin Türkiye’deki kutuplaşma iklimini beslemesidir (Özkan, 2018). Parti değiştiren temsilciler toplumun gözünde çoğu zaman “siyasi fırsatçı” ya da “ihanet eden” figürler olarak damgalanır. Bu damgalama, siyasal kimlikler arasındaki düşmanlığı daha da artırır. Çünkü seçmen, kendi temsilcisinin karşı safa geçmesini bir tür kültürel saldırı olarak algılar. Bu algı, zaten kırılgan olan toplumsal barışı zayıflatır ve kültürel kutuplaşmayı derinleştirir (Kalaycıoğlu, 2015; Özkan, 2018).
Ayrıca Türkiye’de siyasal partiler yalnızca siyasi programlarıyla değil, aynı zamanda birer kültürel kimlik taşıyıcıları olarak görülmektedir (Almond & Verba, 1963; Easton & Dennis, 1967). Bir partiden diğerine geçen temsilci, seçmenin gözünde yalnızca siyasi bir pozisyon değiştirmez; aynı zamanda kültürel kimlikler arasında “ihanet” etmiş olur. Bu durum, siyasal kültürün ahlaki temellerini zedeler ve toplumsal düzeyde bir “etik çürüme” algısını güçlendirir (Özkan, 2018). Sonuçta, parti geçişleri sadece bireysel siyasal kariyer hamleleri değil, aynı zamanda kültürel güven krizine yol açan toplumsal travmalar olarak işlev görmektedir (Kalaycıoğlu, 2015).
Demokrasi Teorileri Perspektifinden Analiz
Demokrasi teorileri açısından bakıldığında, milletvekili ve belediye başkanlarının seçim sonrası parti değiştirmeleri, seçimlerin işlevini ortadan kaldıran bir durumdur (Dahl, 1971; Schumpeter, 1942). Robert Dahl’ın Polyarchy adlı eserinde belirttiği gibi, demokratik rejimlerin iki temel unsuru vardır: katılım ve yarışma. Katılım, vatandaşların oy hakkını kullanarak siyasal sürece dâhil olmasını; yarışma ise siyasi partilerin farklı programlarla rekabet etmesini ifade eder. Ancak Türkiye’de yaşanan transferler, bu iki ilkeyi de zayıflatmaktadır. Seçmen katılımı anlamını yitirmekte, çünkü temsilciler seçmen tercihini geçersiz kılmaktadır; siyasi rekabet ise bozulmakta, çünkü iktidar partisi seçim sonrasında muhalefetin temsilcilerini transfer ederek fiilen avantaj elde etmektedir (O’Donnell, 1994).
Joseph Schumpeter’in tanımına göre demokrasi, “liderlerin rekabetçi seçimlerle seçilmesi”dir (Schumpeter, 1942). Eğer seçimlerden sonra seçilmiş liderler başka partilere geçiyorsa, bu rekabetçi sürecin işlevi kalmamaktadır. Çünkü seçmen, aslında rekabet ettiği düşünülen partiler arasında gerçek bir tercih yapmamış olur. Bu açıdan, parti transferleri Schumpeterci demokrasi anlayışının da özüne aykırıdır. Demokrasi, liderlerin seçimle belirlenmesinden çok, seçmenin tercihinin anlamlı olmasına dayanır. Bu anlam yok olduğunda seçimler sadece bir “meşruiyet tiyatrosu”na dönüşür.
Demokrasi teorisyenlerinden Guillermo O’Donnell, delegatif demokrasi kavramıyla özellikle Latin Amerika örneklerinde seçimlerin yalnızca prosedürel düzeyde işlediğini, ancak temsilin bozulduğunu vurgular (O’Donnell, 1994). Türkiye’deki yatay geçişler de benzer şekilde, demokrasinin biçimsel olarak varlığını korurken, içeriğinin boşalmasına yol açmaktadır. Bu, seçimlerin halk iradesini yansıtmadığı, yalnızca iktidarın kendi meşruiyetini pekiştirmek için kullandığı bir mekanizmaya dönüştüğünü göstermektedir.
Bundan dılayı, demokratik teoriler açısından bu geçişlerin en büyük tehlikesi, yurttaşların demokrasiye olan güvenini kaybetmesidir. John Rawls’un adalet teorisinde belirttiği gibi, bir sistemin meşruiyeti, yurttaşların onun adil olduğuna inanmasına bağlıdır (Rawls, 1999). Seçimlerden sonra yaşanan parti transferleri, seçmenlere sistemin adil olmadığını gösterir. Bu inanç kaybı, uzun vadede demokrasinin sürdürülebilirliğini tehdit eder. Dolayısıyla Türkiye’deki bu uygulamalar, yalnızca güncel siyasal dengeleri etkilemekle kalmamakta, aynı zamanda demokrasi teorilerinin en temel ilkeleriyle de çelişmektedir (Dahl, 1971; Schumpeter, 1942; O’Donnell, 1994).
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’de milletvekili ve belediye başkanlarının seçimden sonra parti değiştirmeleri, demokratik temsil, seçmen iradesi ve siyasal kültür açısından ciddi sorunlar yaratmaktadır. Yukarıda ele alınan sosyolojik, psikolojik, antropolojik, hukuksal ve kültürel analizler, bu tür yatay geçişlerin seçmen üzerinde hayal kırıklığı, güven kaybı ve kutuplaşma gibi olumsuz etkiler yarattığını göstermektedir. Siyasi temsil, yalnızca bir makam işgal etmek değil, seçmen ile güven temelli bir ilişki kurmayı da gerektirir; bu bağın kopması, demokrasinin özüne zarar verir (Özcan, 2024; Kılıç, 2024).
Hukuksal açıdan, Türkiye’de parti değişikliklerini sınırlayan bir düzenlemenin olmaması, seçmen iradesinin korunmasını güçleştirmektedir. Avrupa örneklerinde görüldüğü gibi, milletvekilleri ve belediye başkanlarının seçim sonrası parti değiştirmeleri ya yasalarla sınırlandırılmış ya da bağımsız kalmaları zorunlu kılınmıştır. Türkiye’de benzer bir uygulama, demokratik temsilin etkinliğini artıracak ve seçmenlerin oylarının değerini koruyacaktır (Dahl, 1971; O’Donnell, 1994).
Siyasal ve kültürel açıdan bakıldığında, bu geçişler toplumda güven erozyonuna ve katılım düşüşüne yol açmaktadır. Bu nedenle önerilen önlemler arasında, parti değişikliği yapan seçilmişlerin ya bağımsız kalması ya da mazbatalarının iptal edilmesi ve seçimin yenilenmesi yer almalıdır. Bu, seçmen iradesinin doğrudan korunmasını sağlar ve demokratik mekanizmayı güçlendirir. Ayrıca siyasi partiler ve liderler üzerinde etik ve ahlaki sorumluluk bilincinin artırılması, bu tür transferlerin azalmasına yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’de yaşanan yatay geçişler, yalnızca kısa vadeli siyasi kazanç arayışları değil, aynı zamanda demokrasinin temel değerlerine yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Seçmen iradesinin korunması, demokratik kültürün güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için acil önlemler alınmalıdır. Parti değiştiren temsilcilerin bağımsız kalması veya mazbatalarının iptali, demokratik adaletin ve seçmen haklarının korunmasına yönelik etkili bir çözüm yolu sunmaktadır.
Kaynakça:
• Almond, G. A., & Verba, S. (1963). The Civic Culture: Political Attitudes and Democracy in Five Nations. Princeton: Princeton University Press.
• Schumpeter, J. A. (1942). Capitalism, Socialism and Democracy. New York: Harper & Brothers.
• Dahl, R. (1971). Polyarchy: Participation and Opposition. New Haven: Yale University Press.
• Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. New York: International Publishers.
• Lipset, S. M. (1960). Political Man: The Social Bases of Politics. Doubleday.
• O’Donnell, G. (1994). Delegative Democracy. Journal of Democracy, 5(1), 55–69.
• Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. Harvard University Press.
• Rawls, J. (1999). A Theory of Justice (Revised Edition). Cambridge, MA: Belknap Press.
• Inglehart, R. (1997). Modernization and Postmodernization: Cultural, Economic, and Political Change in 43 Societies. Princeton: Princeton University Press.
• Dalton, R. J. (2004). Democratic Challenges, Democratic Choices: The Erosion of Political Support in Advanced Industrial Democracies. Oxford: Oxford University Press.
• Festinger, L. (1957). A Theory of Cognitive Dissonance. Stanford: Stanford University Press.
• Seligman, M. E. P. (1975). Helplessness: On Depression, Development, and Death. San Francisco: W.H. Freeman.
• Abramson, P. R., & Inglehart, R. (1995). Value Change in Global Perspective. Ann Arbor: University of Michigan Press.
• Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. New York: Basic Books.
• Friedman, J. (2014). Cultural Identity and Political Representation. London: Routledge.
• Bozdağ, A. (2019). Yerel Yönetimler ve Toplumsal Güven: Türkiye Örneği. Ankara: Siyasal Kitabevi.
• Kalaycıoğlu, E. (2015). Siyasal Kültür ve Demokrasi: Türkiye Örneği. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
• Rossi, L. (2020). Party Switching and Parliamentary Ethics in Italy. Rome: Laterza.
• Müller, W. C. (2018). Political Parties in Germany: Rules and Practices. Berlin: Springer.
• Arslan, H. (2022). Siyasal Partiler Hukuku ve Temsil Krizleri. İstanbul: Beta Yayınları.
• Özbudun, E. (2017). Türk Siyasal Sistemi ve Anayasa Hukuku. İstanbul: İletişim Yayınları.
• Şimşek, F. (2023). Türkiye’de Belediye Başkanlarının Parti Değiştirmesi ve Hukuki Sorunlar. Ankara Hukuk Dergisi, 35(2), 45–68.
• Yılmaz, M. (2021). Demokrasi ve Temsil Sorunları: Türkiye Örneği. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
• Sartori, G. (2005). Parties and Party Systems: A Framework for Analysis. ECPR Press.
• Schedler, A. (2002). “The Menu of Manipulation.” Journal of Democracy, 13(2), 36–50.
• Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982). Resmî Gazete.
• 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu (1983). Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete.
• 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun (1961). Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete.
• 5393 sayılı Belediye Kanunu (2005). Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete.
• 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (2016). Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete.
• 7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (2022). Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete.
• Kılıç, M. (2024). “CHP’den AKP’ye Belediye Başkanları: Türkiye’de Siyasal Transferler.” Cumhuriyet.
• Özcan, E. (2024). “AKP’nin Belediye Başkanı Transferleri: Demokratik Açıdan Analiz.” Türkiye Gazetesi.
• Cumhuriyet (2024). “CHP Milletvekilleri de mi AKP yolunda? Ortalığı karıştıracak kulis bilgisi.”
• Türkiye Gazetesi (2024). Emrah Özcan, “6 Yılda 106 Başkan katıldı.
• Türkiye Büyük Millet Meclisi. (2005). Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun. Erişim: tbmm.gov.tr
• Türkiye Barolar Birliği. (2023). Seçim Kanununda 2022 Yılında Yapılan Değişikliklerin 2023 Yılı Milletvekili Seçimlerine Etkileri. Erişim: tbbdergisi.barobirlik.org.tr
• Freedom House. (2023). Türkiye’nin Yakın Zamanda Seçim Kanununda Yaptığı Yasa Değişikliklerinin Temel Özgürlükler ve Seçim Selameti Üzerindeki Etkisi. Erişim: freedomhouse.org