BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASI HIRSIZLIK ..!

Kopenhag, 20 Ağustos

Hırsızlık bütün kötülüklerin anasıdır; çünkü insanın yalnızca elindekini değil, toplumun vicdanını da çalar ve güvenin sarsıldığı yerde iyilik yeşermez.

Zaten dünya hayatı,  her şey bir hırsızlıkla başlamadı mı? İnsanlık tarihinin belki de ilk eylemi, cennette yapılan o hırsızlıktı. Bu yalnızca bir malın alınması değildi; özgürlüğün, güvenin ve itaatin çalınmasıydı. O ilk hırsızlık, tüm insanlık tarihine yayılan karanlık bir yankının başlangıcıydı: başkasının hakkını gasp edip çalmak.

Hayat, bazen küçük hırsızlıklarla kendini gösterir. Bir dilim ekmek ya da bir tatlı çalmak… Kimileri için açlığın çaresizliği, kimileri içinse toplumun gözünde silinmez bir leke. Ama hırsızlık sadece suç değildir; bir ayna gibidir. Kim olduğumuzu, neyi önemsediğimizi ve ne kadar çaresiz olabileceğimizi de gösterir.

Hatırlar mısınız, çocukken komşunun bahçesinden elma çaldığımız günleri… Kalbimiz deli gibi çarpar ama o elmayı yediğimizde tattığımız yalnızca meyve değildir; sınırı aşmanın heyecanı, küçük bir isyanın tatlı hazzıdır. Bu yüzden toplum hırsızlığı küçümseyemez; çünkü her hırsızlık, bir bireyin güç, adalet ve açlık üzerine düşündüğü anların iziyle doludur.

Eğitim hakkını engellemek, fırsat eşitliğini yok etmek veya kariyer yolunda haksız engeller yaratmak, insanların hayallerini ve geleceklerini çalmaktır. Küçük bir çocuk, eğitim hakkı elinden alındığında yalnızca derslerini değil, aynı zamanda umutlarını da kaybeder. Devletin çeşitli kademelerine liyakat yerine torpil ve akrabalık ilişkileriyle atamalar yapılması, bu yüzden hayatına son veren insanların yaşam hakkını gasp etmektir; bu duruma sebep olan herkes, hırsızdır.

Benzer şekilde, milletvekilleri veya belediye başkanları seçildikleri partiden istifa ederek halkın oylarıyla geldikleri makamları başka bir şekilde kullanıyorsa, seçmenlerin tercih hakkını hiçe saymış olurlar. Bu durumda da yapılan eylem bir hırsızlıktır; çünkü halkın iradesi ve güveni gasp edilmiştir.

İnsan birini öldürdüğünde sadece bir bedeni yok etmez. Küçük bir çocuk babasının sıcak kucağını bir daha hissedemez, annesi yalnız kalır, hayaller yarım kalır. Bir hırsız, komşusunun evine girip değerli eşyalarını çaldığında güveni ve huzuru da alır. Başkasının zamanını boşa harcamak veya emeğini hiçe saymak da bir hırsızlıktır; iş yerinde sürekli başkalarının işini yapmak zorunda kalan kişi, sadece zamanını değil, motivasyonunu ve umudunu da kaybeder.

Bir yalan söylediğinde arkadaşının güvenini çalarsın. Günlerce kalbinde şüphe büyür; birlikte paylaştığınız anılar kuşku tohumuna dönüşür. İftira attığında bir insanın itibarını yok edersin. Komşular, arkadaşlar ve toplum gözünde değeri düşer, onuru yerle bir olur. Başkasının işini haksız yere almak, onun emeğini ve hayallerini çalmaktır. Bir genç yıllarca çalışıp hazırladığı projeyi kaybedebilir; gözlerindeki düş kırıklığı, hayatının bir parçasının çalındığını hissettirir.

Hırsızlık bazen en görünmez hâliyle ortaya çıkar: başkasının fikirlerini, eserlerini veya başarılarını sahiplenmek. Sanatçının, yazarın veya bilim insanının emeğini çalmak, yaratıcı ruhunu gasp etmektir. Bir kitap, buluş veya tablo üzerinde hak iddia eden kişinin emeği yok sayıldığında hırsızlık ruhun derinliklerine işler. Zorbalık, manipülasyon veya zulüm yoluyla başkasının iç dünyasını çalmak da hırsızlıktır; bir evde sürekli tartışmalar yaşandığında bireylerin mutluluk ve huzuru yok olur. 

Okuduğum bir söze göre, tüm günahlar, bu temel hırsızlığın farklı versiyonlarıdır: birinin hakkını, hayatını, umutlarını veya güvenini çalmak… İnsanlık tarihindeki her kötülük, işte bu ilk hırsızlığın yankısıdır. Sonuç olarak hırsızlık, yalnızca eşyayı almak değil, bir insanın hayatını, emeğini, sevgisini ve hakkını çalmaktır. Bunu anlamak, sadece eylemlerimizi değil, sözlerimizi, niyetlerimizi ve düşüncelerimizi de sorgulamamızı gerektirir.

Doğada hırsızlık daha saf ve ilkel bir zekâ oyunudur. Guguk kuşu başka bir kuşun yuvasına yumurtasını bırakır; sinekler böcek ağlarından yiyecek çalar; örümcekler rakibinin avını kapar. Burada ahlak yargısı yoktur; sadece hayatta kalma ve strateji vardır. İnsan dünyasındaki hırsızlık ise karmaşıktır. Bir yönetici malı çaldığında “strateji” derler; yoksul bir çocuk çaldığında “suç” derler. Güç, hırsızlığı görünmez kılar; yoksulluk ise en küçük hırsızlığı bile büyütür. Ama inanın yaptığım araştırmada en doğada en çok çalan ,hırsızlık yapan canlı türlerinin bazı örümcekler,böcekler, insanlardan ise avcı toplayıcı döneminden beri ataları hırsız olanların olduğudur.

Hırsızlığı anlamak, sadece cezayı görmek değil, yaşamın kırılgan ve bazen acımasız yüzünü kavramaktır. Hırsızlık bir uyarı, bir strateji ve insanın kendi sınırlarını keşfetme biçimidir. Doğanın bu temel kuralını ahlak ve adaletle dengelemeyi öğrenmezsek, kendi hırsızlıklarımızın esiri olabiliriz.

Toplumda basit bir hırsızlık bile, örneğin bir dilim ekmek çalmak, mutlak bir yüz karası olarak görülür. Bu, genellikle yoksullukla ve topluma karşı üstü kapalı bir suçlama ile ilişkilidir. Ufak tefek aşırmaların cezalandırılması, alt tabakalara yönelik bir uyarı niteliği taşır: “Oturun, açlığa ve sefalete razı olun.” Ancak bazı bölgelerde, hatta bazı ülkelerde, bu tür hırsızlıklar yaygın ve alışılmış bir uygulama halini alabilir.

Hırsızlık yalnızca insana özgü değildir. Doğada denge vardır; hayvanlar güçlü olanın zayıfı yemesi gibi davranır. Kleptoparazitizm, bir hayvanın başkasının topladığı yiyeceği çalmasıdır ve bu doğada yaygındır. Guguk kuşları, bazı sinekler, gübre böcekleri ve örümcekler bu stratejiyi kullanır. Bu, yiyeceğin bol veya kıt olmasına bağlı olarak avantaj sağlar.

Hırsızlık, insanda ahlaki ve toplumsal boyutlar kazanırken, doğada evrimsel bir strateji olarak varlığını sürdürür. İnsan dünyasında hem güç hem strateji hem de uyarı mekanizmasıdır; toplumdan topluma değişir, ancak her zaman gerçeği gösterir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir