Türkiye Cumhuriyeti’nin Üniter Yapısı, 66. Madde ve Belediyeler Yasası Üzerinden Yürütülen Tartışmalar: Mehmet Uçum’un Önerilerinin Eleştirisi

Oslo, 9 Eylül

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ulusal bağımsızlık mücadelesinin ürünü olarak ortaya çıkan üniter bir devlet modeline dayanmaktadır. Bu modelin temel dayanağı, ortak bir millet kimliği etrafında bütünleşmiş vatandaşlık anlayışıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bu anlayışı pekiştirmek amacıyla ilk dört maddede devletin varlığını, dilini, bayrağını, başkentini ve temel niteliklerini güvence altına almıştır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, md. 1–4). Özellikle 66. madde, Türk vatandaşlığını tanımlayarak, etnik veya dini farklılıkları aşan kapsayıcı bir kimlik inşa etmektedir.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un, son dönemde gündeme taşıdığı 66. maddeye ve  belediyeler yasasına ilişkin değişiklik önerileri ve “yerel yönetimler reformu” başlığı altında sunduğu görüşler, Cumhuriyetin kurucu felsefesiyle ciddi biçimde çelişmektedir. Uçum’un önerileri, görünürde demokratikleşme ve kültürel haklar adına sunulsa da, aslında Türkiye’nin üniter yapısını zayıflatacak ve ulus-devlet kimliğini aşındıracak niteliktedir. Bu bağlamda, söz konusu öneriler sadece bir anayasa tartışması olarak değil, aynı zamanda Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan uluslararası projelerle de ilişkilendirilmelidir.

Bu makale, Uçum’un önerilerini eleştirel bir perspektiften değerlendirmekte; anayasal, tarihsel ve siyasal bağlamda Türkiye’nin milli kimliği ve üniter yapısına yönelik tehditleri irdelemektedir. Çalışmanın temel amacı, 66. maddenin ve belediyeler yasasının ulus-devlet açısından taşıdığı önemi vurgulamak, Uçum’un önerilerini hukuki ve siyasal açıdan eleştirmek ve üniter yapının korunmasının hayati bir görev olduğunu ortaya koymaktır.

I. Anayasanın 66. Maddesi ve Vatandaşlık Tanımı

1. 66. Maddenin İçeriği

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesiyle ulusal kimliği tanımlar. Bu hüküm, etnik veya dini aidiyeti ne olursa olsun, tüm vatandaşların ortak bir üst kimlik altında birleşmesini sağlayarak, ulus-devletin bütünlüğünü teminat altına almaktadır. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” (Atatürk, 1927/2008, s. 34) sözü, bu anlayışın tarihsel ve ideolojik temelini oluşturur.

Bu bağlamda 66. madde, vatandaşlık ve kimlik arasında ayrım yapmadan, tüm toplumsal kesimleri kapsayıcı bir şekilde tanımlamaktadır. Böylece herhangi bir etnik veya dini gruba ayrıcalık tanınmaz; herkesin ortak kimliği Türk milleti olarak belirlenir. Bu model, hem birleştirici hem de eşitlikçi bir çerçeve sunar.

66. madde, sadece bir kimlik tanımı değil, aynı zamanda Cumhuriyetin bütünlüğünü ve devletin bekasını koruyan bir anayasal güvencedir. Etnik farklılıkları siyasal zeminde ayrışma unsuru olmaktan çıkararak, ortak bir vatandaşlık bağı tesis eder. Bu nedenle, bu maddenin değiştirilmesi yalnızca teknik bir düzenleme değil, devletin temel felsefesini değiştirmek anlamına gelir.

Özetle, 66. madde, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hem siyasi bütünlüğün hem de sosyal uyumun mihenk taşı olmuştur. Bu maddeye yönelik herhangi bir değişiklik, sadece bir anayasa maddesinin revizyonu değil, Türkiye’nin kurucu felsefesine yönelik doğrudan bir müdahale niteliği taşır.

2. Uçum’un Önerisinin Anlamı

Mehmet Uçum, 66. maddenin “Türk vatandaşlığı tanımının hukuki bağ olarak vurgulanması” gerektiğini ileri sürmektedir. Ona göre, “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” biçiminde bir düzenleme yapılabilir. Bu öneri, ilk bakışta kapsayıcı bir yaklaşım gibi sunulsa da, aslında “Türk” kavramını bir ulus kimliği olmaktan çıkarıp salt bir hukuki statüye indirgeme sonucunu doğurmaktadır.

Önerilen formül, “Türk” kavramını millet tanımından kopararak, yalnızca vatandaşlık sıfatı haline getirir. Böylece Anayasa’daki Türk milleti kavramı anlamsızlaşır. Bu durum, etnik kimliklerin hukuki zemin kazanmasına yol açarak, ulusal bütünlüğün zedelenmesine ve bölücülüğe neden olur.

Uçum’un önerisi, etnik kimliklere hukuki dayanak kazandırdığı için, etnik temelli siyasal hareketlerin anayasal zemin bulmasına kapı aralar. Bu durum, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından ciddi riskler doğurur. Vatandaşlık tanımının bu şekilde değiştirilmesi, anayasanın bütünlüğünü sarsacak zincirleme etkiler yaratır.

Sonuçta, Uçum’un önerisi, Cumhuriyetin kurucu felsefesine aykırı olup, Türk milletini ortak bir kimlik olmaktan çıkararak doğrudan parçalanmış bir kimlikler mozaiğine dönüştürme tehlikesini barındırmaktadır.

3. Tehlikeleri

66. maddenin değiştirilmesi, Anayasa’nın ilk dört maddesiyle güvence altına alınmış olan “Türk milleti” kavramını zayıflatır. Vatandaşlık tanımındaki bu değişiklik, fiilen ilk dört maddeyi geçersiz kılar. Çünkü ulusal kimliğin ortadan kaldırılması, devletin bölünmez bütünlüğünü koruyan anayasal çerçeveyi aşındırır (Tanör, 2012, s. 157).

Bu değişiklik, aynı zamanda uluslararası projelerle bağlantılıdır. Türkiye’ye yıllardır dayatılan “çok kimlikli devlet” modeli, anayasa üzerinden hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu model, federalizm veya özerklik taleplerine kapı aralayarak, Türkiye’nin parçalanmasına doğrudan zemin hazırlayabilir.

Eğer 66. madde değiştirilirse, Türkiye’de yaşayan farklı etnik gruplar, anayasal düzeyde kendi kimliklerini öne sürerek siyasi hak talebinde bulunabilecektir. Bu durum, etnik temelli partilerin güçlenmesini ve bölgesel ayrışmaların artmasını beraberinde getirir.

Bu nedenle, Uçum’un önerisi, Türkiye’nin milli birlik ve beraberliğini doğrudan tehdit eden bir düzenlemedir. Bu nedenle, anayasal güvenlik mekanizmaları korunmalı ve 66. maddeye yönelik her türlü girişim reddedilmelidir.

II. BOP Hukuku ve Türkiye’ye Dayatmalar

1. BOP’un Amacı

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 2000’li yılların başında ABD tarafından geliştirilmiş ve Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen bir jeopolitik strateji olarak gündeme gelmiştir. Bu projenin temel amacı, bölgedeki devletleri etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden parçalamak, siyasi ve idari yapıları zayıflatmak ve Batı’nın çıkarlarına uyumlu yönetimler oluşturmaktır (Çelik, 2005, s. 88). Türkiye, coğrafi ve stratejik konumu nedeniyle bu projenin en kritik ülkelerinden biri olarak öne çıkmaktadır.

BOP’un öngördüğü siyasi model, güçlü ulus-devletlerin yerine etnik veya mezhepsel kimlikler temelinde “yumuşak devletler” oluşturulmasıdır. Böylece ulusal kimlikler zayıflatılacak, etnik ve dini farklılıklar anayasal düzeye taşınarak ülkeler içeriden çözülmeye müsait hale getirilecektir. Bu bağlamda Türkiye’de “Türk milleti” kavramının aşındırılması, BOP’un en önemli hedeflerinden biridir.

BOP, aynı zamanda ekonomik ve kültürel bir dönüşümü de öngörmektedir. Türkiye gibi ülkeler, enerji kaynaklarının ve ticaret yollarının kontrolü için birer araç haline getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu planın işlemesi için öncelikle ülkelerin ulusal bütünlüklerinin kırılması gerekmektedir. İşte bu nedenle Türkiye’deki anayasa tartışmaları, yalnızca iç mesele değil, aynı zamanda bir dış müdahale girişimidir.

Kısaca, BOP’un temel amacı Türkiye’nin ulusal kimliğini ve üniter yapısını ortadan kaldırmak, yerine çok kimlikli ve zayıf bir devlet modeli kurmaktır. Bu bağlamda Uçum’un önerileri, doğrudan BOP’un hedefleriyle örtüşmektedir.

2. Uçum’un Önerileri ile BOP İlişkisi

Mehmet Uçum’un 66. maddeye ilişkin önerisi, vatandaşlık tanımını etnik kimliklerden bağımsız bir hukuki bağ gibi sunmaktadır. Ancak bu yaklaşım, “Türk milleti” kavramını içi boş bir sembole dönüştürmektedir. Bu öneri, BOP’un Türkiye’ye biçtiği “çok kimlikli devlet” modeline ( “hukukuna”) uygun düşmektedir (Akşin, 2010, s. 245).

Uçum’un aynı zamanda yerel yönetimlere ilişkin yaptığı “reform” önerisi de dikkat çekicidir. Bu reform, görünürde yerel demokrasiyi güçlendirmek adına sunulsa da, gerçekte özerklik taleplerine kapı aralayacak niteliktedir. BOP’un öngördüğü en önemli adımlardan biri, Türkiye’de “yerinden yönetim” adı altında federatif eğilimleri güçlendirmektir.

Uçum’un açıklamalarında ayrıca dil meselesi ön plana çıkmaktadır. Resmi dilin Türkçe olarak kalacağı belirtilse de, başka dillerin öğretim dili olabileceğine dair bir anayasal düzenleme yapılabileceği vurgulanmaktadır. Bu yaklaşım, uzun vadede resmi dilin konumunu zayıflatır ve eğitim sisteminde parçalanmayı beraberinde getirir.

Dolayısıyla, Uçum’un önerileri, bireysel hak ve özgürlükler söylemiyle sunulsa da, gerçekte BOP hukukunun bir yansımasıdır. Bu önerilerin hayata geçirilmesi, Türkiye’nin ulusal kimliğinin zayıflatılmasına ve üniter yapının erozyona uğramasına ve yıkılmasına neden olacaktır.

3. Avrupa Anayasaları ile Karşılaştırma

Uçum ve benzeri görüşleri savunanlar, genellikle Avrupa demokrasilerinden örnekler vererek önerilerini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak bu örnekler dikkatle incelendiğinde, Türkiye’de yapılmak istenen değişikliklerin Avrupa ülkelerinde karşılığı olmadığı görülmektedir. Almanya’da vatandaş olan herkes “Alman”dır; İngiltere’de “Britanyalı”, Fransa’da “Fransız”, İtalya’da “İtalyan”dır. Hiçbir Avrupa ülkesinde vatandaşlık tanımı etnik kimliklere göre yapılmaz (Teziç, 2012, s. 212).

Avrupa anayasalarında resmi dil tartışmasız bir şekilde belirlenmiş ve eğitim dili olarak da sadece resmi dil kabul edilmiştir. Örneğin, Fransa Anayasası’nın 2. maddesi, Fransızcayı tek resmi dil olarak belirler ve başka dillerin eğitim dili olmasına izin vermez. Benzer şekilde Almanya’da eğitim dili yalnızca Almancadır.

Türkiye’de ise önerilen model, resmi dilin yanına başka dillerin öğretim dili olarak eklenmesini öngörmektedir. Bu durum, Avrupa ülkelerindeki uygulamalardan tamamen farklıdır. Dolayısıyla, Avrupa örnekleri Uçum’un önerilerini meşrulaştırmak için kullanılamaz.

Bu bakımdan, Avrupa’da olmayan bir uygulamanın Türkiye’ye önerilmesi, aslında Türkiye’yi zayıflatma amacı taşımaktadır. Bu nedenle, Avrupa demokrasilerine atıf yaparak anayasal değişiklikleri savunmak, yanıltıcı bir argümandır.

4. BOP “Hukukunun” İçselleştirilme Tehlikesi

Türkiye’de anayasal değişiklik tartışmaları, sadece iç siyasi dengelerin değil, aynı zamanda uluslararası projelerin etkisi altında yürütülmektedir. “BOP hukukunun” en büyük tehlikesi, Türkiye’nin kendi içinden gelen aktörler aracılığıyla uygulanmaya çalışılmasıdır. Uçum’un önerileri, bu bağlamda, dış dayatmaların iç politikaya yansıtılması olarak değerlendirilebilir.

“BOP hukukunun” içselleştirilmesi, Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla bağdaşmaz. Çünkü bu hukuk anlayışı, ulus-devlet kimliğini reddeder ve etnik temelli farklılıkları anayasal düzeyde tanıyarak parçalanmayı teşvik eder. Bu anlayış, Atatürk’ün “ulus-devlet” vizyonuyla taban tabana zıttır.

Bu tehlike karşısında Türkiye’nin yapması gereken, kendi anayasal düzenini ve milli kimliğini korumaktır. Anayasa, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alırken, aynı zamanda devletin bekasını da sağlamalıdır. Bu denge bozulduğunda, ulusal güvenlik de tehlikeye girer.

Bu yüzden, “BOP hukukunun” içselleştirilmesi, Türkiye’nin hem siyasi hem de sosyal bütünlüğünü zedeleyecek bir girişimdir. Bu nedenle, anayasa tartışmalarında BOP’un gölgesi dikkate alınmalı ve buna karşı bilinçli bir duruş sergilenmelidir.

III. Üniter Yapının Temeli: İlk Dört Madde

1. Anayasal Güvence

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk dört maddesi, devletin temel karakterini ve değiştirilemez niteliklerini ortaya koyar. Birinci madde Cumhuriyet rejimini, ikinci madde demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini, üçüncü madde ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü ve resmi dilin Türkçe olduğunu, dördüncü madde ise bu maddelerin değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini hükme bağlar (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, md. 1–4). Bu maddeler, devletin varlık sebebini ve milli kimliğini güvence altına alan temel sütunlardır.

Bu çerçevede, ilk dört madde sadece hukuki değil, aynı zamanda siyasi ve tarihsel bir teminattır. Cumhuriyetin kuruluş mücadelesi, bu maddelerin içerdiği ilkeler üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla bu maddeler, sıradan anayasal düzenlemeler değil, Türk milletinin ortak iradesini yansıtan kurucu hükümlerdir.

Bu nedenle, 66. maddeye yapılacak herhangi bir müdahale, doğrudan ilk dört maddenin ruhuna yönelmiş bir saldırı niteliğindedir. Çünkü Türk milletini tanımlayan vatandaşlık bağı zayıfladığında, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük” ilkesi de zedelenir.

Nihayetinde, ilk dört maddeyi dolaylı yoldan işlevsiz hale getirecek her girişim, anayasanın bütünlüğüne ve devletin temel felsefesine karşı bir tehdit olarak görülmelidir.

2. Zincirleme İhlal Tehlikesi

66. maddenin değiştirilmesi, görünürde ilk dört maddeye dokunmuyormuş gibi görünse de, içerik itibarıyla zincirleme bir ihlal yaratır. Çünkü vatandaşlık tanımı ortadan kaldırıldığında, milli kimlik de işlevsiz hale gelir. Bu durumda anayasanın diğer hükümlerinin dayandığı temel kavramlar aşındırılmış olur (Tanör, 2012, s. 162).

Bu zincirleme etki, sadece hukuk düzleminde değil, aynı zamanda toplumsal düzlemde de sonuçlar doğurur. Vatandaşlar arasındaki ortak kimlik zayıfladığında, etnik temelli aidiyetler öne çıkar. Bu da toplumsal bütünlüğün zedelenmesine ve bölgesel ayrışmaların artmasına yol açar.

Dolayısıyla, 66. maddedeki değişiklik, sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyo-politik bir kırılma yaratır. Bu kırılma, uzun vadede Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehlikeye atar.

Bu bağlamda, 66. maddeye yapılacak müdahale, zincirleme bir anayasa ihlali yaratır ve devletin bütünlüğünü ortadan kaldıracak bir süreci başlatır.

3. Belediyeler Yasası Önerisi

Uçum’un öne sürdüğü belediyeler yasası reformu, yerel yönetimlerin bütçe ve denetim yetkilerinin artırılmasını öngörmektedir. Görünüşte demokratikleşme adına sunulan bu öneri, aslında üniter yapıyı aşındıran bir girişimdir. Çünkü yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, özerklik taleplerine zemin hazırlayabilir.

Türkiye’de daha önce ABD aklıyla hareket eden Terör Örgütü KCK (PKK) ve ınun sözde kegal alt birimi olan DEM türü örgütler tarafından “Demokratik Özerklik” adı altında gündeme getirilen talepler, bölgesel ayrışmaları teşvik eden bir yapıya dayanıyordu. Belediyelerin merkezi denetimden uzaklaştırılması, benzer bir sürecin yeniden gündeme gelmesine yol açabilir. Bu da Türkiye’nin üniter yapısına doğrudan bir tehdittir (Zürcher, 2015, s. 221).

Avrupa’da yerel yönetimler güçlü olsa da, hiçbir ülkede üniter devletin temel nitelikleri tartışma konusu yapılmamaktadır. Türkiye’de ise bu tür öneriler, terör örgütlerinin talepleriyle paralel bir zeminde gelişmektedir.

Özetle, belediyeler yasasına yönelik öneriler, üniter yapıyı zedeleyen bir girişimdir ve dikkatle değerlendirilmelidir.

4. Üniter Devletin Vazgeçilmezliği

Üniter devlet, Türkiye’nin tarihi, coğrafi ve demografik yapısına en uygun modeldir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısının dağılması, ulus-devletin ne kadar hayati olduğunu göstermiştir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, bu tarihi tecrübeye dayanarak üniter yapıyı benimsemiştir (Atatürk, 1927/2008, s. 41).

Üniter yapı, sadece siyasi bir tercih değil, aynı zamanda Türkiye’nin bağımsızlığının teminatıdır. Federal ya da özerk modeller, dış müdahalelere açık bir zemin yaratır. Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik konum, bu tür modellere izin vermeyecek kadar hassastır.

Dolayısıyla, üniter devlet yapısı, Türkiye’nin geleceği açısından vazgeçilmezdir. Anayasa’nın ilk dört maddesi, bu yapıyı koruyan temel güvenlik mekanizmasıdır.

Bu bakımdan, üniter yapının korunması, sadece hukuki değil, aynı zamanda milli bir görevdir. Bu yapıya yönelik her girişim, Türkiye’nin bekasına karşı bir tehdit olarak görülmelidir.

IV. Belediyeler Yasası ve Özerklik Tehlikesi

1. Belediyelerin Yetki Genişliği Tartışması

Türkiye’de belediyeler ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi zaman zaman demokratikleşmenin bir unsuru olarak sunulmaktadır. Ancak bu önerilerin arka planı dikkatle incelendiğinde, üniter devlet yapısını zayıflatabilecek potansiyele sahip oldukları görülmektedir. Yerel yönetimlere verilen mali özerklik, kendi bütçelerini merkezi denetimden bağımsız biçimde yönetme imkânı sağlayabilir. Bu durum, özellikle etnik yoğunluklu bölgelerde, “özerk yönetim” taleplerine kapı aralayabilir.

2. Demokratikleşme Görünümlü Tuzak

Belediyeler yasasında yapılacak düzenlemeler, dışarıdan bakıldığında demokratikleşme adına olumlu bir adım gibi görülebilir. Ancak Türkiye’nin tarihi ve jeopolitik yapısı göz önünde bulundurulduğunda, bu tür adımların terör örgütleri tarafından istismar edilme riski büyüktür. Daha önce “demokratik özerklik” adı altında ortaya konulan bölücü talepler, aslında üniter yapıyı parçalamaya yönelikti. Böylelikle Belediyelere tanınacak geniş yetkiler, aynı taleplerin yeniden gündeme gelmesine yol açacaktır.

3. Uluslararası Modellerin Yanıltıcılığı

Avrupa’daki bazı federal veya özerk yönetim modelleri, Türkiye için örnek olarak sunulmaktadır. Ancak bu ülkelerin tarihsel koşulları ve güvenlik dinamikleri, Türkiye’den oldukça farklıdır. Almanya, İspanya veya Belçika gibi ülkelerdeki özerklik modelleri, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu etnik temelli terör tehdidini barındırmamaktadır. Dolayısıyla bu modellerin Türkiye’ye uyarlanması, üniter yapının zayıflatılması dışında bir sonuç doğurmayacaktır.

4. Üniter Yapı İçin Tehdit

Bu bağlamda, belediyeler yasasına yönelik değişiklikler, yalnızca idari bir düzenleme değil, aynı zamanda stratejik bir tehdittir. Belediyelerin yetki alanlarının genişletilmesi, kısa vadede demokratikleşme görüntüsü verse de, uzun vadede özerklik taleplerine zemin hazırlayabilir. Bu süreç, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü doğrudan tehdit eden bir dinamik haline gelir. Dolayısıyla, belediyeler yasasında yapılacak her değişiklik, üniter devlet perspektifiyle titizlikle değerlendirilmelidir.

V. Uçum’un Önerilerinin Eleştirisi

1. Kavramsal Çelişkiler

Mehmet Uçum, yeni süreci “çözüm süreci” değil, “geçiş süreci” olarak tanımlamaktadır. Ancak bu kavramsal ayrım, gerçekte içi boş bir retorikten ibarettir. Çünkü silah bırakma ve örgüt feshi, devlet inisiyatifi olarak sunulmaktadır. Bu durum, terör örgütüyle ( ABD koordinatörlüğünde- TBMM de kurulan :BOP-Barrack komisyonu çerçevesinde) dolaylı bir mutabakatın işareti olabilir.

Bu yaklaşım, devletin terörle mücadele konusundaki kararlılığını gölgeleme riski taşır. Çünkü devletin asıl görevi, terör örgütlerini masaya oturtmak değil, tamamen tasfiye etmektir. Terör örgütüyle eş zamanlı olarak anayasal değişikliklerin gündeme getirilmesi, şantajla anayasa yapılması anlamına gelir.

Kavramsal çelişkiler, sürecin şeffaflığını da zedelemektedir. “Geçiş süreci” ifadesi, gerçekte terör örgütünün taleplerinin farklı bir ad altında kabul edilmesini meşrulaştırmaktadır.

Bu nedenle, Uçum’un kavramsal ayrımları, terör örgütüne alan açan bir retorik olarak değerlendirilebilir.

2. Milli Egemenlik Açısından Tehdit

Anayasanın değiştirilmesi, yalnızca demokratik süreçlerle mümkündür. Ancak terör örgütünün silah bırakmasıyla eş zamanlı olarak anayasa değişikliğinin gündeme gelmesi, milli egemenlik açısından ciddi bir tehdittir. Bu, halkın iradesiyle değil, şantajla anayasa yapılması anlamına gelir.

Milli egemenlik, Anayasa’nın 6. maddesinde “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde tanımlanmıştır. Bu hükme göre, egemenliğin hiçbir şekilde devredilmesi veya dış baskılarla yönlendirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, terör örgütünün gölgesinde yapılacak bir anayasa değişikliği, milli egemenlik ilkesine aykırıdır (Teziç, 2012, s. 145).

Bu tür bir süreç, halkın iradesini zayıflatır ve anayasanın meşruiyetini tartışmalı hale getirir. Çünkü anayasa, terör örgütlerinin veya dış güçlerin baskısıyla değil, milletin iradesiyle yapılmalıdır.

Kısaca, Uçum’un önerileri, milli egemenliği zedeleyen ve halk iradesini gölgeleyen bir girişimdir.

3. Türk Milleti’ne Hakaret

Uçum’un önerisi, Türk milletini ortak bir kimlik olmaktan çıkarıp salt bir vatandaşlık bağına indirgemektedir. Bu yaklaşım, Cumhuriyetin kurucu felsefesine hakarettir. Atatürk’ün “Türk milleti” tanımı, etnik ve dini farklılıkları kapsayan bir üst kimliktir. Bu kimliğin zayıflatılması, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırıdır (Atatürk, 1927/2008, s. 39).

Türk milleti kavramının ortadan kaldırılması, etnik kimlikleri anayasal düzeyde meşrulaştırır. Bu da etnik temelli ayrışmaların artmasına ve toplumsal huzurun bozulmasına yol açar.

Bu nedenle, Uçum’un önerisi sadece hukuki bir hata değil, aynı zamanda Türk milletini küçümseyen bir yaklaşımdır. Milletin iradesini yok saymak, Cumhuriyetin temel değerlerine doğrudan saldırıdır.

Özetle, Türk milleti kavramını aşındırmak, Cumhuriyetin temeline dinamit koymakla eşdeğerdir.

4. Hukuki ve Siyasal Sonuçlar

Uçum’un önerilerinin hayata geçirilmesi, hukuki ve siyasal açıdan ciddi sonuçlar doğuracaktır. Hukuken, Anayasa’nın ilk dört maddesi fiilen işlevsiz hale gelir. Bu da anayasanın bütünlüğünün bozulması anlamına gelir.

Siyasal açıdan ise etnik temelli hareketler güç kazanır ve bölgesel ayrışmalar artar. Bu süreç, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehlikeye atar. Ayrıca terör örgütlerinin taleplerine zemin hazırlanmış olur.

Uzun vadede bu tür düzenlemeler, Türkiye’nin dış müdahalelere açık hale gelmesine yol açar. Çünkü çok kimlikli devlet modeli, dış güçlerin ülkeler üzerinde daha kolay kontrol sağlamasına imkân tanır.

Sonuçta, Uçum’un önerileri hem hukuki hem de siyasal açıdan Türkiye’nin geleceğini tehdit eden bir girişimdir.

Sonuç

1. Genel Değerlendirme

Mehmet Uçum’un 66. maddeye ilişkin önerileri, Türk milletinin ortak kimliğini zayıflatan ve Cumhuriyetin kurucu felsefesine aykırı olan bir girişimdir. Bu öneriler, görünürde demokratikleşme adına sunulsa da, gerçekte Türkiye’nin üniter yapısını zedeleyen ve BOP hukukunun yansıması niteliğinde olan düzenlemelerdir.

Anayasanın 66. maddesi, tüm vatandaşları kapsayan ve etnik ayrışmaları engelleyen bir hüküm olarak ulus-devletin temelini oluşturmaktadır. Bu maddenin değiştirilmesi, anayasanın ilk dört maddesini dolaylı olarak işlevsiz hale getirir.

Dolayısıyla, Uçum’un önerileri sadece teknik bir düzenleme değil, devletin temel felsefesine yönelik bir saldırıdır. Bu öneriler, milli egemenliği zedeleyen ve Türk milletini küçümseyen bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Bu yüzden, 66. maddeye ve belediye yasasına yönelik bu tür girişimler, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit eden birer anayasal sabotaj olarak değerlendirilmelidir.

2. Milli Görev

Cumhuriyetin korunması, yalnızca siyasi partilerin veya devlet kurumlarının değil, tüm Türk vatandaşlarının görevidir. Anayasa’nın sahibi, Türk milleti ve Atatürk devrimleridir. Dolayısıyla, anayasa değişiklikleri konusunda her vatandaşın bilinçli bir duruş sergilemesi gerekmektedir.

Uçum’un önerileri, sadece hukuki bir tartışma değil, aynı zamanda bir milli güvenlik meselesidir. Çünkü bu öneriler, Türkiye’nin ulusal kimliğini zayıflatarak, dış müdahalelere açık hale getirir.

Bu nedenle, anayasa değişikliklerine karşı durmak, her Türk vatandaşının milli görevidir. Bu görev, yalnızca bugünkü nesillerin değil, gelecek nesillerin de sorumluluğudur.

Bu bakımdan, Türk milletinin anayasanın sahibi olduğu bilinci, Cumhuriyetin geleceğini korumanın en önemli teminatıdır.

3. Tarihsel Perspektif

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci, çok uluslu yapıların zayıflığını açıkça göstermiştir. Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet, bu tarihsel tecrübeden ders alarak üniter yapıyı benimsemiştir. Bu nedenle, çok kimlikli ve özerklik temelli modeller Türkiye için bir çözüm değil, bir tehdit niteliğindedir.

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü, etnik farklılıkları kapsayan bir üst kimliğin ifadesidir. Bu söz, Türk milletini parçalamak değil, birleştirmek için söylenmiştir. Dolayısıyla, Türk milleti kavramını aşındıran her girişim, Atatürk’ün mirasına ihanettir.

Tarihsel perspektiften bakıldığında, Uçum’un önerileri Türkiye’yi geçmişte yaşanan hatalara sürükleme tehlikesi taşımaktadır. Bu nedenle, bu tür girişimlere karşı kararlı bir duruş sergilenmelidir.

Bu yüzden, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine sadık kalmak, Türkiye’nin geleceği açısından hayati bir zorunluluktur.

4. Son Söz

Anayasa, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alırken, aynı zamanda devletin bekasını da sağlamak zorundadır. 66. maddeye yönelik öneriler, bu dengeyi bozarak Türkiye’nin bütünlüğünü tehlikeye atmaktadır.

Hiç kimseyi memnun etmek için, hele ki terör örgütlerinin veya dış güçlerin taleplerini karşılamak için anayasa değiştirilemez. Anayasanın sahibi, Türk milleti ve Atatürk devrimleridir. Bu gerçek unutulmamalıdır.

Üniter devlette anayasa ile oynamak, Türkiye’nin geleceğiyle oynamaktır. Bu nedenle, anayasanın temel hükümleri korunmalı ve hiçbir şekilde tartışmaya açılmamalıdır.

Sonuç olarak, Uçum’un önerileri reddedilmeli, Türk milletinin birliği ve Cumhuriyetin temel değerleri kararlılıkla savunulmalıdır.

Kaynakça

• Atatürk, M. K. (1927/2008). Nutuk. Türk Dil Kurumu Yayınları.

• Çelik, A. (2005). “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye.” Toplum ve Bilim Dergisi, 103, 85–102.

• Tanör, B. (2012). Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu. Beta Yayınları.

• Teziç, E. (2012). Anayasa Hukuku. Beta Yayınları.

• Zürcher, E. J. (2015). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları.

• Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982). Resmî Gazete, 9 Kasım 1982.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir