Zengin Topraklar, Yoksul Halk: Türkiye’de Ekonomik Bağımlılık, Yönetim Krizi ve Milli Çıkış Yolu

Oslo, 20 Eylül 2025

Türkiye, yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından dünyanın en şanslı ülkelerinden biri olarak görülmektedir. Bor, krom, altın, gümüş, kömür, toryum ve daha niceleri, ülke topraklarının altında zenginlik olarak yatmaktadır (Yılmaz, 2019). Ancak bu zenginlikler, tarihsel süreç boyunca çoğu kez yabancı şirketlerin veya yerli işbirlikçilerin çıkarlarına hizmet etmiş, halkın refahına dönüşmemiştir. Bu çelişki, “zengin topraklar üzerinde fakir halk” olgusunu sürekli yeniden üretmektedir.

Bu durumun en önemli nedenlerinden biri, ekonomik bağımlılık ilişkilerinin tarihsel sürekliliğidir. Osmanlı’nın kapitülasyonlarla başlayan dışa bağımlı ekonomik yapısı, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde büyük ölçüde aşılmaya çalışılmış, ancak sonraki dönemlerde, özellikle 1980 sonrası liberal politikalarla yeniden dışa bağımlı hale gelmiştir (Keyder, 1981).

Türkiye’nin yaşadığı temel sorun yalnızca doğal kaynakların yanlış yönetilmesi değil, aynı zamanda liyakatsiz yöneticiler eliyle halkın çıkarına olmayan kararların alınmasıdır. Siyasi iktidarların günü kurtarmaya dönük politikaları, uzun vadeli kalkınma hedeflerini gölgelemiş ve toplumsal eşitsizliği derinleştirmiştir (Öniş, 2004).

Bu nedenle Türkiye’de madenlerin “peşkeş çekilmesi” olgusu ciddiye alınmalı, mevcut yönetim anlayışından çıkılmalı; çözüm olarak Atatürk’ün (Çin’in de uyarladığı Atatürk modeli) milli ve karma ekonomi modeli ile Çin’deki kalkınma tecrübesi göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye, doğru sistem (ve ilkeler 6 Ok), doğru yönetim ve liyakatli insan kaynağının doğru değerlendirilmesi ile gerçek bir çıkış yolu oluşturulabilir.

1. Türkiye’nin Zengin Yeraltı Kaynakları ve Halkın Yoksulluğu

Türkiye’nin jeolojik yapısı, ülkeyi dünyanın en zengin maden rezervlerinden birine sahip kılmaktadır. Özellikle bor rezervleri açısından Türkiye, dünya rezervlerinin %73’üne sahiptir (MTA, 2020). Buna rağmen, bor madeninden elde edilen katma değer çoğu zaman yabancı şirketlerin veya ham madde ihracatına bağımlı politikaların etkisiyle düşük kalmaktadır. Örneğin, işlenmiş bor ürünleri yerine ham bor ihracatı, Türkiye’nin kayıplarını artırmaktadır (Ertuğrul, 2018).

Yeraltı zenginliklerinin halkın refahına dönüşememesi, devletin planlama ve sanayi politikalarındaki zafiyetlerle doğrudan ilişkilidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan Sümerbank, Etibank ve diğer sanayi tesisleri, madenlerin işlenerek katma değere dönüştürülmesini sağlamıştı (Boratav, 2012). Ancak 1980 sonrası özelleştirme dalgası, bu stratejik kurumların elden çıkmasına yol açmıştır.

Günümüzde maden işletmeciliği çoğu kez kısa vadeli rant amacıyla yapılmaktadır. Çevre felaketlerine yol açan altın siyanür madenciliği, Kaz Dağları ve Fatsa örneklerinde olduğu gibi halkın yaşamını tehdit etmektedir (Çetiner, 2021). Buna rağmen hükümetler, uluslararası şirketlere imtiyaz tanımaya devam etmektedir.

Bu tablo, Türkiye’deki ekonomik yapının sömürüye açık karakterini göstermektedir. Kaynakların bol olmasına rağmen halkın yoksullaşması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir tercihin sonucudur.

2. Yönetemeyen Yönetim: Liyakatsizlik ve Kurumsal Çöküş

Türkiye’nin ekonomik kaynaklarını halk yararına kullanamamasının temel nedenlerinden biri, liyakat ilkesinin yok sayılmasıdır. Devlet kurumlarına atamalarda partizanlık ve sadakat, uzmanlığın ve bilimsel yetkinliğin önüne geçmiştir (Heper, 2000). Bu durum, kamu yönetimini zayıflatmış; teknik bilgi gerektiren sektörlerde dahi kararlar siyasi kaygılarla alınır hale gelmiştir.

Özellikle enerji ve maden politikalarında plansızlık dikkat çekmektedir. Stratejik bir vizyon yerine, kısa vadeli döviz kazancı hedeflenmektedir. Bu bağlamda madenlerin işlenmeden satılması veya yabancı şirketlere uzun süreli imtiyazlar verilmesi, Türkiye’nin kalkınma potansiyelini baltalamaktadır (Pamuk, 2014).

Kurumsal çöküş yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmamaktadır. Yargı bağımsızlığının zayıflaması, hukukun üstünlüğünün ortadan kalkması, yatırım ortamını da belirsiz hale getirmiştir. Yatırımcı güveni yalnızca ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda hukukun işleyişiyle de ilişkilidir (North, 1990). Türkiye’de hukuki güvence eksikliği, kaynakların etkin kullanımını engellemektedir.

Dolayısıyla sorun yalnızca ekonomik politikalarda değil, devlet yönetiminin bütününde derin bir krizdir. Liyakatsiz yönetim, kurumsal erozyon ve keyfi kararlarla birleşince, ülke potansiyelini kullanamayan bir yapıya dönüşmektedir.

3. Çözüm Yolu: Atatürk’ün Milli ve Karma Ekonomi Modeli

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulamaya koyduğu karma ekonomik sistem ile Türkiye’ye özgü bir kalkınma modeli geliştirmiştir. Bu model, ne tamamen devletçi ne de tamamen serbest piyasa yanlısıdır; stratejik sektörlerde devletin öncü rolünü, diğer alanlarda ise özel girişimin katkısını esas almıştır (Kazgan, 2002).

Atatürk döneminde kurulan sanayi tesisleri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bağımsızlığın da güvencesi olarak görülmüştür. “Siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla mümkündür” sözü bu anlayışın temelini oluşturur (Atatürk, 1923). Dolayısıyla, yeraltı kaynaklarının devlet eliyle işlenmesi ve katma değere dönüştürülmesi, milli kalkınmanın anahtarıdır.

Bugün Türkiye için de aynı model geçerlidir. Özellikle enerji, madencilik, tarım ve savunma sanayi gibi stratejik alanlarda devletin etkin rol alması gereklidir. Ancak bu devletçilik, bürokratik hantallık değil; liyakat esasına dayalı etkin bir planlama anlamına gelmelidir (Boratav, 2012).

Karma ekonomi modeli yalnızca ekonomik kalkınmayı değil, aynı zamanda toplumsal adaleti de gözetmektedir. Gelir dağılımında eşitsizliklerin azaltılması, sosyal devletin güçlendirilmesi ve halkın refahının artırılması bu modelin hedefleri arasında yer alır.

4. Çin Deneyimi ve Türkiye İçin Dersler

Çin Halk Cumhuriyeti, 1978’den itibaren uygulamaya koyduğu “Çin’e özgü sosyalizm” modeliyle hızlı bir kalkınma süreci yaşamıştır. Bu model, devletin stratejik kontrolünü sürdürürken, özel sektör ve yabancı yatırımları da belirli ölçülerde sisteme entegre etmiştir (Naughton, 2007).

Çin’in başarısında en kritik unsur, uzun vadeli planlama ve liyakat esaslı kadroların yönetimde etkin olmasıdır. Teknoloji üretimi, altyapı yatırımları ve ihracata dayalı büyüme stratejileri, Çin’i dünya ekonomisinin ikinci büyük gücü haline getirmiştir (Breslin, 2013).

Türkiye için Çin modeli birebir uygulanabilir olmayabilir; ancak temel ilkeler ilham vericidir. Devletin stratejik sektörlerde öncü olması, uzun vadeli kalkınma planları yapması ve nitelikli insan kaynağına yatırım yapması, Türkiye’nin çıkış yolu olabilir.

Bunun için öncelikle eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması ve liyakatli kadroların devlet yönetiminde etkin hale getirilmesi gereklidir. Türkiye, ancak bilgiye, bilime ve planlamaya dayalı bir ekonomi politikasıyla kaynaklarını halkın refahına dönüştürebilir.

Sonuç

Türkiye, maden zenginlikleriyle dünyanın en şanslı ülkelerinden biri olmasına rağmen, bu kaynakların halkın refahına dönüştürülememesi büyük bir yönetim krizini işaret etmektedir. Halkın yoksullaşması yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi tercihlerin bir sonucudur.

Atatürk’ün milli ve karma ekonomi modeli, Türkiye için hâlâ en gerçekçi çıkış yoludur. Stratejik sektörlerde devletin öncülüğü, özel girişimin dinamizmiyle birleştiğinde halkın refahı artabilir. Ancak bunun için liyakatli ve vasıflı insan kaynağına dayalı bir yönetim anlayışı şarttır.

Çin’in kalkınma deneyimi, Türkiye’ye uzun vadeli planlamanın, stratejik düşüncenin ve insan kaynağına yatırımın önemini göstermektedir. Türkiye, kendi tarihsel birikimiyle Çin deneyiminden alacağı dersleride  (Atatürk modelinin güncellenmesi ile ) güncel olarak harmanlayarak yeni bir kalkınma modeli geliştirebilir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin “zengin topraklar üzerinde fakir halk” çelişkisini aşması ancak milli bir ekonomi politikasıyla mümkündür. Bu da yalnızca doğru sistemle değil, aynı zamanda liyakatli ( gerçek diplomalı, gerçekten tecrübeli ve vasıflı) kadrolarla başarılabilir.

Kaynakça

• Atatürk, M. K. (1923). Nutuk. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

• Boratav, K. (2012). Türkiye İktisat Tarihi 1908–2009. Ankara: İmge Kitabevi.

• Breslin, S. (2013). China and the Global Political Economy. Palgrave Macmillan.

• Çetiner, H. (2021). “Türkiye’de Altın Madenciliği ve Çevre Sorunları.” Ekoloji Dergisi, 31(2), 45-60.

• Ertuğrul, M. (2018). “Bor Madenleri ve Türkiye Ekonomisi.” Maden Araştırmaları Bülteni, 12(3), 77-92.

• Heper, M. (2000). Türkiye’de Kamu Yönetimi. Ankara: TODAİE Yayınları.

• Kazgan, G. (2002). Cumhuriyet’in İktisat Tarihi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

• Keyder, Ç. (1981). The Definition of a Peripheral Economy: Turkey 1923–1929. Cambridge University Press.

• MTA (2020). Türkiye Maden Rezervleri Raporu. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü.

• Naughton, B. (2007). The Chinese Economy: Transitions and Growth. MIT Press.

• North, D. C. (1990). Institutions, Institutional Change and Economic Performance. Cambridge University Press.

• Öniş, Z. (2004). “Turgut Özal and His Economic Legacy.” Middle Eastern Studies, 40(4), 113-134.

• Pamuk, Ş. (2014). Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

• Yılmaz, A. (2019). “Türkiye’nin Yeraltı Zenginlikleri ve Kalkınma Sorunu.” Türkiye Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 15(1), 21-39.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir