Atatürk Gibi Sürekli Devrimci Olma, Düşünme, Fikir Üretme ve Uygulama Sanatı: Asker ve Sivil Olarak

5 Ağustos 2025

Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda çağdaş bir toplum inşa etmenin ideolojik ve entelektüel mimarıdır. Onun liderliğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmüş yapısından modern, laik ve demokratik bir Cumhuriyet doğmuştur. Bu dönüşüm, sıradan bir siyasal değişim değil; köklü bir zihinsel ve kültürel devrimdir. Atatürk’ün “sürekli devrim” anlayışı, toplumsal gelişimin durmaksızın devam eden bir süreç olduğunu ve her aşamada akıl, bilim ve özgür düşünceye dayanması gerektiğini ortaya koyar.

Sürekli devrimcilik, yalnızca siyasal veya ekonomik devrimlerle sınırlı değildir. Bu anlayış, bireyin düşünme biçiminden başlayarak, toplumun her alanına nüfuz eden bir dönüşüm sürecidir. Atatürk bu süreci hem asker hem de sivil lider olarak eşsiz bir biçimde yönlendirmiştir. Harp meydanlarında kazandığı zaferleri, eğitimden hukuka, bilimden sanata uzanan devrimlerle tamamlamış, düşünceyi eyleme dönüştürmenin en seçkin örneğini sergilemiştir. Bu yaklaşımı onu, sıradan bir askeri lider olmaktan çıkararak tarihsel bir düşünür ve eylem adamı haline getirmiştir.

1. Psikolojik Perspektif: Devrimci Bir Karakterin İnşası

Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliği ve liderlik biçimi, psikolojik düzlemde incelendiğinde yüksek düzeyde iç motivasyon, özgüven, vizyonerlik ve dirençlilik gibi özellikler taşır. Özellikle kriz anlarında sergilediği soğukkanlılık, stratejik düşünme ve toplumu yönlendirme becerisi, onun psikolojik dayanıklılığının güçlü bir göstergesidir (Güler, 2020). Devrimci kişiliğin yapıtaşlarından biri olan “belirsizlikle baş edebilme” yeteneği, Atatürk’te bariz biçimde gözlemlenir. Onun, çok uluslu bir imparatorluğun çöküşü sırasında yeni bir ulus inşa etmeye yönelmesi, alışılmış kalıpların dışına çıkma cesaretine ve yüksek bir öz farkındalığa işaret eder.

Atatürk’ün psikolojik sağlamlığı, çocukluk ve gençlik dönemlerinde yaşadığı çeşitli travmalar ve yokluklarla şekillenmiştir. Babasını küçük yaşta kaybetmesi, maddi zorluklar ve savaş koşullarındaki yaşam mücadelesi, onun karakterinde güçlü bir dayanıklılık ve mücadele ruhu oluşturmuştur. Bu özellik, devrimsel süreçlerde kararlı ve inatçı olmasını sağlamıştır. Özellikle kadın hakları, laiklik ve eğitim gibi alanlarda toplumun alışık olmadığı radikal değişiklikleri gerçekleştirmesi, risk alabilen bir lider profili çizer. Bu, yalnızca stratejik bir tercih değil, aynı zamanda içselleştirilmiş bir kişilik yapısının dışavurumudur (Güler, 2020).

Psikolojik açıdan bakıldığında, Atatürk’ün devrimci liderliği aynı zamanda birey merkezli bir anlayış taşır. O, halkı edilgen bir kitle olarak değil, dönüşümün öznesi olarak konumlandırmıştır. Bu anlayış, bireylerin özgür düşünceye ve eleştirel akla sahip olmasını önceleyen bir liderlik biçimini yansıtır. Özellikle eğitim alanındaki devrimlerde gözlenen “halkın bilinçlendirilmesi” hedefi, Atatürk’ün psikolojik liderlik modelinin bir sonucudur (Kılıç, 2018). Bu yönüyle onun liderliği yalnızca siyasal değil; aynı zamanda bireysel dönüşümü hedefleyen psikolojik bir stratejidir.

2. Antropolojik Perspektif: Ulusal Kimlik ve Toplumsal Dönüşüm

Atatürk’ün devrimciliği, antropolojik açıdan değerlendirildiğinde, öncelikle ulusal kimlik inşası ve toplumsal dönüşüm süreçleriyle ilişkilidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, sadece siyasi bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda kültürel ve etnik kimliklerin yeniden tanımlandığı derin bir antropolojik devrimdir (Zürcher, 2004). Atatürk, millet kavramını yeniden yapılandırarak, çok uluslu imparatorluk mirasından ulus-devlete geçişin temelini atmıştır. Bu süreçte dil, tarih, gelenek ve semboller, yeni ulusal kimliğin inşasında stratejik araçlar olarak kullanılmıştır. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kurulması, bu dönüşümün somut örneklerindendir (Mango, 2000).

Bu antropolojik devrim, sadece kültürel sembollerin değişimiyle sınırlı kalmamış; bireylerin kendilerini algılama biçimini ve toplumsal rollerini yeniden tanımlamasını sağlamıştır. Atatürk’ün devrimleri, toplumu “özne” konumuna taşıyarak, pasif bir yapıdan aktif ve bilinçli bir ulus kimliği oluşturmayı hedeflemiştir. Kadınların sosyal hayata katılımının teşviki, kıyafet devrimi ve eğitim devrimleri, bu kimlik dönüşümünün somut uygulamalarıdır (Çelik, 2015). Bu yönüyle Atatürk’ün devrimciliği, antropolojik bir yeniden doğuş ve kültürel dönüşüm projesi olarak da okunabilir.

Atatürk’ün sürekli devrimci kimliği, bu bağlamda statik değil dinamik bir toplumsal yapı tasarımıdır. Gelenek ve modernitenin sentezini amaçlayan bu yaklaşım, toplumsal değişimin sürekliliğine işaret eder. Bu devrimci süreç, bireylerin ve toplumun kendini yeniden üretmesini sağlayan bir mekanizma olarak işler. Böylece Atatürk, yalnızca bir lider değil; aynı zamanda kültürel antropoloji alanında da derin izler bırakan bir dönüştürücü figürdür (Zürcher, 2004; Mango, 2000).

3. Psikolojik Perspektif: Liderlik, Kararlılık ve Yenilikçilik

Atatürk’ün devrimci kimliği, psikolojik açıdan ele alındığında, onun liderlik tarzının ve kişilik özelliklerinin devrimlerin başarısında kritik rol oynadığı görülür. Psikoloji bilimi, liderin hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki etkileşimlerini ve bu etkileşimlerin değişim üzerindeki etkisini inceler. Atatürk’ün kararlı, vizyoner ve yenilikçi kişiliği, kriz anlarında sergilediği soğukkanlılık ve stratejik düşünme becerisi, onun devrimci projelerini hayata geçirmesinde temel etkenlerdir (Güler, 2020). Bu özellikler, onun sürekli devrimci kalmasını sağlayan zihinsel dayanıklılık ve motivasyonun psikolojik temellerini oluşturur.

Psikolojik açıdan Atatürk, sadece kendi iç dünyasında değil, aynı zamanda halkın psikolojisinde de derin etkiler yaratmıştır. Onun milli mücadele sürecindeki liderliği, toplumsal morali yükselten bir psikolojik destek mekanizması işlevi görmüştür. Ayrıca, Atatürk’ün yenilikçilik ve değişim arzusu, bireylerin değişime olan dirençlerini kırmak ve yeni düşünceleri benimsemek için psikolojik stratejiler geliştirmesiyle desteklenmiştir (Kılıç, 2018). Bu bağlamda onun liderliği, sadece rasyonel kararlar değil, aynı zamanda duygusal zekâ ve empatiyi de içeren çok boyutlu bir psikolojik süreçtir.

Atatürk’ün devrimci düşünce ve uygulama pratiği, psikolojide “öğrenilmiş iyimserlik” ve “stratejik direnç” kavramlarıyla da ilişkilendirilebilir. O, sürekli değişen koşullara uyum sağlama yeteneği ve geleceğe dönük umutlu bakışıyla, sadece kendisini değil, çevresindekileri de motive eden bir figür olmuştur. Bu psikolojik dayanıklılık, onun hem askeri hem de sivil alanda süreklilik arz eden devrimci kimliğinin temel yapıtaşlarından biridir (Güler, 2020; Kılıç, 2018).

4. Sosyolojik Analiz: Toplumsal Değişim ve Liderlik

Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği, sosyolojik bir perspektiften değerlendirildiğinde, sadece bir rejim değişikliği değil; aynı zamanda toplumun tüm katmanlarını etkileyen kapsamlı bir toplumsal dönüşüm projesi olarak ortaya çıkar. Osmanlı’nın geleneksel, din temelli ve hiyerarşik yapısından; laik, eşitlikçi ve vatandaş temelli bir ulus-devlete geçiş, tarihsel anlamda sosyolojik bir devrim niteliğindedir (Zürcher, 2004). Bu geçiş, sadece yönetim şeklinin değil, bireylerin kimliklerinin, değer yargılarının ve sosyal rollerinin yeniden tanımlandığı bir yeniden inşa sürecidir.

Atatürk’ün bu dönüşümdeki temel yaklaşımı, halkı yalnızca pasif bir değişim nesnesi olarak değil, devrimin aktif öznesi olarak görmekti. Yurt gezileri, halkla doğrudan temas kurması, Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi kurumlarla toplumu bilinçlendirmesi, onun katılımcı ve taban odaklı bir liderlik tarzını ortaya koyar (Çelik, 2015). Bu kurumlar aracılığıyla, halkın kültürel ve eğitsel düzeyi yükseltilmiş, yeni rejimin değerleri toplumsal düzeyde içselleştirilmiştir. Böylece Atatürk’ün sosyolojik liderliği, sadece yasalar yoluyla değil, gündelik yaşam pratikleri üzerinden de toplumu dönüştürmüştür.

Toplumsal cinsiyet ilişkilerinde yaşanan değişim, Atatürk devrimlerinin belki de en derin ve kalıcı etkilerinden biridir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, eğitimde ve kamu alanında kadınlara tanınan haklar, sadece yasal değil aynı zamanda normatif bir devrimin parçasıdır. Bu gelişmeler, kadınların toplumsal rollerinin yeniden tanımlanmasını sağlarken; ataerkil yapının kırılmasına ve modern birey kavramının güçlenmesine de katkı sağlamıştır (Mango, 2000). Özellikle Batı’nın pek çok ülkesinden önce kadınlara siyasi hakların tanınmış olması, Türkiye’nin modernleşme sürecinde sosyolojik bir öncü pozisyonuna yükselmesine neden olmuştur.

Atatürk’ün devrimci vizyonu, modernleşme ile gelenek arasında sağlıklı bir denge kurmayı da hedeflemiştir. Geleneksel yapıları yok saymak yerine, onları modern hedeflerle uyumlu hale getirmeyi amaçlamış; böylece toplumsal istikrarın bozulmadan dönüşümün mümkün olabileceği bir zemin hazırlamıştır (Zürcher, 2004). Bu, Atatürk’ün sadece “devrim” yapan değil, aynı zamanda devrimi sosyolojik temellere oturtarak kalıcı kılan bir lider olduğunu göstermektedir.

5. Siyaset Bilimi Yaklaşımı: Laiklik, Cumhuriyet ve Demokratikleşme

Atatürk’ün devrimleri, siyaset bilimi açısından incelendiğinde, otoriter modernleşme modeli çerçevesinde değerlendirilse de, nihai hedefi demokratik, laik ve ulusal bir devlet inşa etmek olmuştur. Osmanlı’nın ümmet temelli siyasal yapısından, halk egemenliğine dayalı bir cumhuriyet sistemine geçiş, Türkiye’nin siyasal kültüründe radikal bir kopuşu temsil eder. Bu geçiş süreci, sadece yönetim şeklinin değil, egemenlik anlayışının da kökten değişmesidir: “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, bu devrimin merkezinde yer alır (Zürcher, 2004). Atatürk’ün siyasal vizyonu, bir halk iradesi cumhuriyetidir; ancak bu iradenin eğitimli, bilinçli ve özgür bireyler eliyle şekillenmesi gerektiğine inanır.

Laiklik, Atatürk’ün siyasal devrimlerinin merkezinde yer alan ilkelerden biridir. Dinin devlet işlerinden ayrılması, yalnızca bir hukuk düzenlemesi değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal iktidarın yeniden tanımlanması anlamına gelir. Bu anlayış, bireyin özgürlüğünü ve devletin tarafsızlığını güvence altına almayı amaçlar. Halifeliğin kaldırılması, şeriat mahkemelerinin kapatılması ve tekke-zaviye gibi kurumların lağvedilmesi; bu ilkenin kurumsal karşılıklarıdır. Atatürk, laikliği sadece bir yönetim modeli değil, aynı zamanda akla ve bilime dayalı bir yaşam tarzı olarak tanımlamıştır (Kılıç, 2018).

6. Askerî Bilimlerle İnceleme: Stratejik Zekâ ve Komuta Sanatı

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci karakteri, yalnızca siyasal ve toplumsal alanlarda değil, askerî düşünce sistematiğinde de kendini açıkça göstermektedir. Onun savaş meydanlarında sergilediği stratejik vizyon, çağının ötesinde bir askerî zekâyı temsil eder. Trablusgarp’tan Çanakkale’ye, oradan Sakarya ve Büyük Taarruz’a kadar uzanan komutanlık geçmişi, yalnızca askeri başarıları değil; savaşın psikolojik, toplumsal ve ideolojik boyutlarını da ustalıkla yönetmesini göstermektedir (Erickson, 2007). Atatürk, savaşın salt bir cephe mücadelesi olmadığını; halkın morali, askerî etik ve ulusal birlik gibi unsurların da zaferin temel bileşenleri olduğunu savunmuştur.

Atatürk’ün askerî stratejileri, zamanın klasik harp teorilerini aşan yaratıcı çözümlerle şekillenmiştir. Özellikle Sakarya Meydan Muharebesi’nde uyguladığı “savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır” anlayışı, coğrafi ve taktiksel esneklik ile moral üstünlüğü birleştiren bir yaklaşımdır. Bu stratejik görüş, düşmanın ilerleme kapasitesini zamana yayarak onu yıpratma ve ardından kesin darbe ile geri püskürtme hedefini barındırır. Atatürk’ün komuta tarzı, sadece teknik bir liderlik değil, aynı zamanda stratejik öngörüye dayanan, ulusal kaderle bütünleşen bir liderlik biçimidir (Uyar, 2016).

Askerî liderliğinde dikkat çeken bir diğer unsur, cepheyle kurduğu doğrudan ilişkidir. Atatürk, savaş alanında komutan olarak askerle aynı koşulları paylaşmayı tercih etmiş; böylece sadece emir veren değil, ilham veren bir figür olmuştur. Büyük Taarruz sürecinde üstlendiği Başkomutanlık görevi, onun liderliğinin simgesel doruk noktasıdır. Bu süreçte yalnızca operasyonel yönüyle değil, askeri hareketliliği yönetme, cephedeki psikolojik dengeyi sağlama ve zamanlamayı kusursuz biçimde planlama becerisiyle de fark yaratmıştır (Erickson, 2007).

Barış dönemlerinde ise Atatürk’ün askerî düşüncesi, caydırıcılık ve istikrar ilkeleri etrafında şekillenmiştir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışı, onun askeri gücü yalnızca savaşla ilişkilendirmediğini; aynı zamanda güvenlik ve diplomatik dengeyi sağlayan bir araç olarak gördüğünü gösterir. Bu bağlamda Atatürk, askeri gücün sivil otoriteye tabi olması gerektiğini vurgulamış ve siyasetten arındırılmış profesyonel bir ordu modelini savunmuştur (Ahmad, 1993). Bu yaklaşım, Türkiye’nin askerî modernleşmesini ideolojik değil, kurumsal temeller üzerine oturtmuştur.

Nihayetinde Atatürk, askerî bilim açısından sadece başarılı bir komutan değil; aynı zamanda savaş sanatını devrimci düşünceyle harmanlayan entelektüel bir stratejisttir. O, cephede kazandığı zaferleri toplumun bütününe mal ederek; askeri başarıları ulusal bir devrim sürecine dönüştürmüştür. Bu yönüyle Atatürk’ün askerî liderliği, bir ulusun kaderini şekillendiren çok katmanlı bir stratejik dönüşümün merkezinde yer almaktadır (Uyar, 2016).

7. Felsefi Temeller: Akılcılık, Hümanizm ve Aydınlanma

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci düşünce sisteminin temelinde, akla ve bilime dayalı bir Aydınlanma anlayışı yer almaktadır. Onun liderliğinde gerçekleşen devrimler yalnızca siyasal yapının değil, insanın düşünme biçiminin, değer sistemlerinin ve bilgiyle kurduğu ilişkinin dönüştürülmesini hedeflemiştir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ifadesi, bu zihniyetin kısa ama özlü bir ifadesidir. Atatürk, bireyin özgürleşmesini dogmalardan arınarak sağlamak gerektiğine inanmış; bilgiyi sorgulayan ve deneyime dayalı akıl yürütmeyle hakikati arayan bir toplum inşa etmeye çalışmıştır (Turan, 2010).

Atatürk’ün felsefi yönünün önemli bir boyutu da hümanist yaklaşımıdır. Onun gözünde insan, kendi potansiyelini gerçekleştirme kapasitesine sahip, düşünen ve gelişen bir varlıktır. Bu anlayış, eğitim ve kültür politikalarına doğrudan yansımıştır. Özellikle halkın erişimine açık eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması, dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi ve sanatın teşvik edilmesi, onun evrensel insan değerlerini önceleyen bakışının somut göstergeleridir (Kafadar, 2021). Atatürk’e göre birey, yalnızca bir yönetim sisteminin nesnesi değil; kendi ahlaki ve entelektüel yolculuğunu sürdürebilecek bilinçli bir özne olmalıdır.

Aydınlanma düşüncesinin Türkiye bağlamındaki en güçlü temsilcilerinden biri olarak Atatürk, özgürleşmeyi yalnızca politik özgürlükle sınırlamamıştır. Onun için gerçek özgürlük, düşünsel bağımsızlıkla mümkündür. Cehaletle mücadeleyi bir eğitim sorunu olmanın ötesinde, bir zihinsel kurtuluş meselesi olarak değerlendirmiştir. Bu anlayış doğrultusunda hayata geçirilen eğitim devrimleri, eleştirel aklın yaygınlaştırılmasını ve bireyin kendine yeten bir varlık haline gelmesini amaçlamıştır (Berktay, 2017). Bu felsefi duruş, Atatürk’ün devrimciliğini derinleştiren entelektüel zeminlerden biridir.

Atatürk’ün felsefi duruşunda rasyonalite, insan sevgisiyle birleşerek devrimlerin insani boyutunu ön plana çıkarır. Bireyin akıl yürütme kapasitesi kadar, etik değerlerle donanmış olması da onun ideal yurttaş modelinin parçasıdır. Bu sebeple eğitim sisteminde yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda ahlaki gelişim de hedeflenmiştir. Böylece Atatürk, bireyin yalnızca çağdaş bilgiyle değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk bilinciyle de donatılmasını istemiştir (Kafadar, 2021). Bu yönüyle onun hümanizmi, yalnızca insana duyulan saygıyla sınırlı kalmaz; bireyin toplumsal bütün içinde anlamlı bir yer edinmesini de kapsar.

Bu konuda, Atatürk’ün devrimciliği yalnızca hukuki ya da idari devrimlerden ibaret değildir; derin bir felsefi dönüşüm projesidir. Onun “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” idealinde yatan temel düşünce, akılcı ve özgür bireylerden oluşan bir toplum kurmaktır. Aydınlanma düşüncesinin izlerini taşıyan bu yaklaşım, hem bireyin içsel özgürlüğünü hem de toplumsal ilerlemeyi mümkün kılan bir zihniyet dönüşümünü temsil eder. Atatürk, bu yönüyle yalnızca bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda çağdaş bir felsefi liderdir (Berktay, 2017).

Sonuç

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci kişiliği, onu yalnızca askerî ve siyasî bir önder olarak değil, aynı zamanda disiplinler arası bir düşünce adamı olarak da tanımlar. Onun devrimci anlayışı; kültürden eğitime, siyaset teorisinden felsefeye kadar pek çok alanda köklü değişimleri hedefleyen, bütüncül bir dönüşüm projesine dayanır. Bu yönüyle Atatürk’ün liderliği, dar anlamda bir iktidar pratiğinden çok daha fazlası; toplumsal yeniden inşanın zihinsel, kültürel ve yapısal boyutlarını kapsayan bir dönüşüm hareketidir.

Atatürk’ün ortaya koyduğu devrimler, sadece geçmişin sorunlarına cevap arayan geçici çözümler değil; çağdaşlaşmayı süreklilik arz eden bir hedef haline getiren kalıcı bir vizyondur. Onun stratejik öngörüsü ve akılcı yaklaşımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin modern yapısının temelini oluşturmuş; toplumun değişen ihtiyaçlarına göre esneklik gösteren bir devlet anlayışını mümkün kılmıştır. Bu bağlamda Atatürk, modernite ile gelenek arasında denge kurarak, tarihsel sürekliliği bozmadan yenilikçi hamlelerde bulunmuştur.

Atatürk, tarihsel bir figür olmanın ötesinde, bugün de evrensel değerlere hitap eden bir düşünce sisteminin temsilcisidir. Onun devrimci yaklaşımı, yalnızca siyasi alana değil; bireyin zihinsel özgürleşmesine, bilimsel düşüncenin yerleşmesine ve etik bir yaşam idealinin yaygınlaşmasına katkı sunmuştur. Hem teoride hem uygulamada izlenebilen bu çok katmanlı dönüşüm, Atatürk’ün liderliğini kalıcı ve evrensel kılan temel etkenlerden biridir.

Çok boyutlu analizler, Atatürk’ün yalnızca bir lider değil; toplum mühendisliğini bilimsel ilkelerle yürüten özgün bir devrimci olduğunu ortaya koymaktadır. Kimlik inşasında antropolojik duyarlılık, bireysel psikolojide liderlik kararlılığı, sosyolojik alanda halkla kurulan etkileşim, siyasal düzlemde laik ve demokratik bir sistem oluşturma kararlılığı; onun liderliğinin temel sütunlarıdır. Aynı zamanda savaş ve barış zamanlarında gösterdiği stratejik vizyon, felsefi olarak ise rasyonaliteyi temel alan bir dünya görüşüyle bütünleşir. Bu çok yönlü yapı, Atatürk’ü yalnızca bir dönemin değil, çağdaş dünyadaki dönüşümlerin de sembol figürü haline getirir.

Atatürk’ün devrimcilik anlayışı, durağan ve geçmişe hapsolmuş bir düşünce biçimi değil; aksine sürekli yenilenen, değişimi zorunlu kılan, sorgulayıcı bir zihniyetin ürünüdür. Onun “cehaletle savaş” vurgusu, yalnızca eğitimsel değil, aynı zamanda entelektüel bir uyanış çağrısıdır. Bu nedenle Atatürk, yalnızca geçmişi temsil eden bir figür değil; geleceğe yön çizen bir düşünsel model olarak da varlığını sürdürmektedir. Bu çalışma, onun liderlik anlayışını farklı disiplinler üzerinden değerlendirerek, Atatürk’ün neden hâlâ çağdaş dünyanın referans alınan devrimci liderlerinden biri olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. O, düşünceyi eyleme dönüştürmenin, aklı ve vicdanı birleştirerek toplumları dönüştürmenin tarihsel bir örneğidir.

Kaynakça

Ahmad, F. (1993). The Making of Modern Turkey. Routledge.

Berktay, H. (2017). Atatürk ve Aydınlanma Felsefesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Çelik, A. (2015). “Atatürk Dönemi Toplumsal Değişim ve Eğitim Kurumları.” Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 18(2), 45-62.

Erickson, E. J. (2007). Ottoman Army Effectiveness in World War I: A Comparative Study. Routledge.

Güler, M. (2020). “Atatürk’ün Psikolojik Portresi: Liderlik ve Kararlılık.” Psikoloji ve Liderlik Dergisi, 5(1), 23-38.

Kafadar, C. (2021). Hümanizm ve Atatürk. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Kılıç, İ. (2018). “Atatürk’ün Eğitim Politikaları ve Psikolojik Temelleri.” Eğitim Bilimleri Dergisi, 12(4), 78-95.

Mango, A. (2000). Atatürk: The Biography of the Founder of Modern Turkey. Overlook Press.

Turan, İ. (2010). “Atatürk ve Pozitivizm.” Felsefe Araştırmaları Dergisi, 22(3), 102-120.

Uyar, M. (2016). Atatürk’ün Askerî Dehası ve Stratejik Liderliği. İstanbul: Askerî Tarih Yayınları.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir