Oslo,13 Kasım 2025
20. yüzyılın en önemli siyasal ve ekonomik dönüşüm liderlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken yalnızca bir ulus-devlet inşa etmedi, aynı zamanda üretime dayalı, karma ve devlet yönlendirmeli bir ekonomik sistemin temellerini attı. Bu model, ulusal bağımsızlığın yalnızca siyasi değil, ekonomik egemenlik yoluyla da güvence altına alınması gerektiği anlayışına dayanıyordu. Atatürk’ün ekonomik vizyonu, üretim kapasitesi, sanayileşme ve milli kaynakların rasyonel kullanımı üzerine kurulmuştu. Bu yaklaşım, klasik Batı liberalizmiyle tam anlamıyla örtüşmeyen; planlama, toplumsal refah ve üretim odaklı karma bir modeldir.
Benzer biçimde Çin Halk Cumhuriyeti de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geliştirdiği “devlet yönlendirmeli üretim ekonomisi” modeliyle dikkat çekmiştir. Özellikle 1978 reformları sonrası şekillenen bu model, devletin stratejik yönlendirme rolüyle özel girişimi bir arada barındıran karma yapısıyla Atatürk’ün devletçilik anlayışına benzemektedir. Çin’in başarısı, üretim odaklı kalkınmanın ve planlı büyümenin ekonomik bağımsızlığı güçlendirmedeki etkisini somut biçimde ortaya koymuştur.
Her iki ülkenin tarihsel deneyimi göstermektedir ki, sürdürülebilir kalkınma ancak üretim temelli, planlama ve devlet rehberliğine dayalı bir ekonomik anlayışla mümkündür. Türkiye’nin 1930’lu yıllardaki sanayi hamleleri ile Çin’in 1990’lardan itibaren gerçekleştirdiği üretim devrimi, bu benzerliğin tarihsel ve yapısal temellerini açıkça yansıtmaktadır. Bu makale, Atatürk’ün üretimci karma ekonomi modeli ile Çin’in devlet yönlendirmeli kalkınma modelini karşılaştırmalı biçimde incelemekte ve iki sistemin çağdaş dünyadaki anlamını değerlendirmektedir.
Atatürk’ün Üretimci Karma Ekonomik Modelinin Temelleri
Atatürk’ün ekonomik vizyonu, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle sıkı bir biçimde bağlantılıdır. Ona göre ekonomik bağımsızlık olmadan siyasal bağımsızlık sürdürülemezdi. Bu nedenle Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında üretim kapasitesini artırmak, sanayileşmeyi hızlandırmak ve dışa bağımlılığı azaltmak için karma ekonomik bir model benimsedi. Bu modelde özel girişim desteklenirken, stratejik sektörlerde devletin yönlendirici ve yatırımcı rolü öne çıkarıldı. Bu yaklaşım, hem serbest piyasanın dinamizmini hem de planlamanın disiplinini bir araya getiriyordu.
1930’lu yıllarda uygulanan Birinci ve İkinci Sanayi Planları, bu üretimci anlayışın somut göstergeleridir. Devlet, demir-çelik, tekstil, kimya, enerji ve madencilik gibi sektörlerde yatırımlar yaparak ulusal sanayiyi inşa etti. Bu planlı üretim hamlesi, yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir dönüşüm projesiydi. Kadınların üretim süreçlerine katılması, kooperatiflerin yaygınlaşması ve teknik eğitimin güçlendirilmesi, üretimi bir yurttaşlık görevi haline getirmiştir.
Atatürk’ün modelinde üretim, ekonomik büyümenin ötesinde, ulusal kimliğin bir parçası olarak görülmüştür. “Köylü milletin efendisidir” sözü, üretimi hem ekonomik hem de ahlaki bir değer olarak yüceltir. Bu üretimci yaklaşım, bireyin emeğiyle ülkesine katkı sunmasını, toplumsal dayanışmanın ve milli onurun temeli saymıştır. Böylece Atatürk’ün karma ekonomik modeli, sadece maddi kalkınmayı değil, üretim kültürü ve disiplinini kurumsallaştırmayı da hedeflemiştir.
Çin’in Devlet Yönlendirmeli Üretim Modeli
Çin Halk Cumhuriyeti, 1949 sonrasında planlı ekonomi uygulamalarıyla sanayileşme sürecine girmiş, ancak 1978 sonrası dönemde karma ekonomik yapıya geçişle birlikte büyük bir dönüşüm yaşamıştır. “Sosyalist piyasa ekonomisi” adı verilen bu sistem, piyasanın dinamizmini korurken, devletin stratejik sektörlerdeki belirleyici gücünü muhafaza eder. Çin modelinin merkezinde üretim vardır; üretim, yalnızca ekonomik refahın değil, toplumsal istikrarın ve ulusal güvenliğin de temeli olarak görülür.
Çin’in kalkınma başarısının arkasında, devletin yönlendirici gücüyle organize edilen uzun vadeli planlama bulunmaktadır. Beş yıllık kalkınma planları, ulusal hedeflerin üretim politikalarına dönüştürülmesinde etkili olmuştur. Devlet, altyapı yatırımları, enerji üretimi, ağır sanayi, teknoloji ve eğitim gibi alanlara doğrudan yatırım yaparak üretim kapasitesini artırmıştır. Bu süreçte, özel sektörün büyümesi devletin rehberliğinde gerçekleşmiş, kamu yatırımları ile piyasa mekanizmaları dengelenmiştir.
Eğitim, disiplin ve toplumsal üretkenlik kültürü, Çin’in başarısının diğer belirleyici unsurlarıdır. Çin toplumu, üretimi bir ulusal görev olarak görür; sabah egzersizlerinden iş disiplini ve kolektif bilinç yapısına kadar üretkenlik kültürel bir olgu haline gelmiştir. Bu kültürel altyapı, ekonomik modelin başarısını destekler niteliktedir. Çin’in “ulus için üretim” anlayışı, Atatürk döneminde Türkiye’de geliştirilen “ulusal kalkınma” idealiyle şaşırtıcı ölçüde benzer bir perspektif sunar.
Üretimci Karma Modelde Benzerlikler: Türkiye ve Çin
Atatürk’ün karma ekonomik modeli ile Çin’in devlet yönlendirmeli üretim modeli arasında en temel benzerlik, her iki sistemin de devleti üretim sürecinin merkezine yerleştirmesidir. Devlet, yalnızca düzenleyici değil, doğrudan üretici, yatırımcı ve planlayıcı bir aktör olarak hareket eder. Bu durum, ekonomik kalkınmanın yalnızca piyasa güçlerine bırakılmaması gerektiği anlayışını yansıtır. Her iki model de ekonomiyi, ulusal güvenliğin ve toplumsal istikrarın bir parçası olarak görür.
Her iki modelin diğer ortak noktası, karma ekonomi anlayışıdır. Ne Atatürk modeli tam anlamıyla bir planlı sosyalizm, ne de Çin modeli mutlak bir serbest piyasa sistemidir. Her ikisi de devlet planlaması ile özel girişimi birlikte değerlendirir; üretim ve yatırım süreçlerinde esneklik tanırken, stratejik sektörleri kamusal kontrol altında tutar. Bu yaklaşım, ekonomik bağımsızlığın ve sosyal dengeyi korumanın en etkili yolu olarak değerlendirilmiştir.
Üçüncü ortaklık noktası ise üretimin toplumsal değer olarak benimsenmesidir. Hem Türkiye’nin erken Cumhuriyet döneminde hem de Çin’in modernleşme sürecinde üretim bir yurttaşlık bilinciyle ilişkilendirilmiştir. Çalışmak, üretmek ve kalkınmak; hem bireysel hem de ulusal sorumluluk olarak görülmüştür. Bu üretim ahlakı, sanayi planlarının başarıya ulaşmasında ve ulusal dayanışmanın güçlenmesinde belirleyici olmuştur.
Günümüzde Türkiye-Çin İlişkileri ve Geleceğe Dair Perspektif
Günümüzde Türkiye, üretim kapasitesi açısından geçmişteki devletçi-karma modelden uzaklaşmış, dışa bağımlı bir ekonomik yapıya yönelmiştir. Hizmet sektörü ağırlıklı büyüme modeli, üretim temelli kalkınmanın yerini almış, sanayi ve tarımda verimlilik azalmıştır. Bu durum, ekonomik kırılganlığı artırmakta ve toplumsal refahı sınırlamaktadır. Türkiye’nin yeniden üretimci bir stratejiye dönmesi, Atatürk’ün devletçilik anlayışının çağdaş bir yorumunu gerektirmektedir.
Bu bağlamda, Çin’in üretim odaklı kalkınma tecrübesi Türkiye için önemli bir referans noktası olabilir. Çin, karma modelin modern dünyadaki sürdürülebilirliğini kanıtlamış; devlet öncüllü üretim anlayışıyla hem ekonomik büyümeyi hem de toplumsal istikrarı sağlamıştır. Türkiye, Çin ile ekonomik ve teknolojik işbirliklerini geliştirerek, kendi üretim kapasitesini artırma yolunda önemli adımlar atabilir. Ancak bu süreçte, yerli üretimi güçlendirmek ve ulusal çıkarları korumak temel öncelik olmalıdır.
Türkiye’nin gelecekteki stratejik yönelimi, Atatürk’ün üretimci vizyonu ile Çin’in modern devlet yönlendirmeli ekonomisi arasında bir sentez oluşturabilir. Bilim, teknoloji, sanayi ve eğitim alanlarında devletin aktif rol aldığı, özel sektörün ise yenilikçi üretimle desteklendiği bir model, Türkiye’yi yeniden üretim temelli kalkınma çizgisine taşıyabilir. Bu sentez, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir yeniden yapılanmanın da önünü açacaktır.
Sonuç
Atatürk’ün devletçi ve üretimci karma ekonomik modeli ile Çin’in devlet yönlendirmeli üretim sistemi, tarihsel olarak farklı bağlamlarda doğmuş olsa da, aynı temel ilkeye dayanır: üretim ulusal bağımsızlığın temelidir. Her iki model de ekonomik kalkınmayı yalnızca büyüme rakamlarıyla değil, toplumsal refah, eğitim, disiplin ve ulusal onurla ilişkilendirir. Bu nedenle her iki sistem, üretimi bir ekonomik faaliyet olmanın ötesinde, bir ulusal kimlik unsuru olarak değerlendirmiştir.
Günümüz dünyasında, serbest piyasa sistemlerinin yarattığı dengesizlikler, üretim odaklı karma modellerin yeniden değer kazanmasına yol açmaktadır. Türkiye’nin Atatürk’ün üretimci mirasını çağdaş koşullara uyarlaması, hem ekonomik bağımsızlığını hem de toplumsal dayanışmasını güçlendirebilir. Çin’in deneyimi, bu modelin küresel çağda da etkili olabileceğini göstermektedir.
Sonuç olarak, Atatürk ve Çin modelleri arasındaki benzerlik, yalnızca tarihsel bir tesadüf değil, kalkınmanın evrensel bir yasasıdır: üretmeden özgür olunamaz. Üretimci karma ekonomik model, 21. yüzyılda da ulusal kalkınmanın en sağlam zemini olmaya devam etmektedir.
Kaynakça
• Acar, Bülent Hayri. Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı ve Türkiye’de Karma Ekonomi Deneyimi. DergiPark, 2011.
• Atalar, Münir. Atatürk’ün Ekonomik Modeli: Devletçilik ve Üretim. Ankara Üniversitesi Yayınları, 2017.
• Li, Hui. The Chinese Model of Development and Its Implications. Merrimack College, 2015.
• Qian, Jiwei & Sng, Tuan-Hwee. The State in Chinese Economic History: A Survey. East Asian Institute, 2022.
• Zhang, Wei. China’s State-Led Economic Miracle: Institutions and Development. Beijing University Press, 2020.
• Çetin, Nurullah. Atatürk’ün Ekonomik Devrimi ve Üretim Felsefesi. Türk Kültür Dergisi, 2019.
