2025 Lahey NATO Zirvesinde ABD Başkanı Donald J. Trump’ın diplomatik sahneye dönüşüyle birlikte NATO’nun kurumsal kimliğinde yaşanan dönüşüm, liderlerin temsil krizleri, Avrupa halklarının tepkileri ve İspanya’nın farklılaşan tavrı merkeze alındı. Popülizm, politik estetik ve temsil teorisi çerçevesinde, bu zirve bir güvenlik buluşmasından çok bir siyasi maskeli balo olarak ele alınmadı daha doğru olacaktır.
1. NATO Zirvesi mi, Medya Gösterisi mi?
Haziran 2025’te Lahey’de gerçekleşen NATO Zirvesi, klasik diplomatik protokoller, kolektif güvenlik vizyonları ya da teknik savunma stratejilerinden ziyade bir medya performansına ev sahipliği yaptı. Etkinliğin resmi teması “yeni nesil savunma işbirliği” olarak ilan edilse de, zirvenin fiilî teması, Donald J. Trump’ın dramatik geri dönüşü ve bu dönüşe Avrupa’nın verdiği “tepkisiz tepki”ydi. Bu bağlamda zirve, akademik literatürde daha önce yalnızca totaliter rejimlerde incelenmiş olan “otoriteye bağlılık ritüelleri”yle benzeşir biçimde gelişti.¹
Zirvenin görsel dili, içerikten bağımsız biçimde tek bir merkez etrafında şekillendi: Trump. Girişteki kırmızı halıdan oturum aralarındaki mikrofonlara kadar, liderlerin bütün jestleri bu merkezle uyumlu olmak zorundaydı. Bu nedenle zirve, NATO’nun kurumsal reflekslerinin değil; bir bireyin jestlerinin belirlediği bir politik estetik ve Trump’ın siyasi orgazm gösterisine dönüştü.²
2. Siyasetin Sahnesinde Trump: Stratejist mi, Şovmen mi?
Trump, 2024 seçimlerini yeniden kazandıktan sonra, 2025’te ilk kez büyük bir uluslararası zirveye katıldı. Onun zirveye gelişi, siyasi değil, teatraldi. NATO salonuna bir devlet adamı gibi değil; yıllar sonra geri dönen bir pop yıldızı gibi girdi. Önde ABD bayrağı, arkada danışmanlar, yüzünde memnun bir tebessüm: bu kare, uluslararası basının tamamında zirvenin özeti olarak yayımlandı.
Popülizm sahneye çıktığında, diplomasinin dili susar. Trump’ın konuşmaları içerikten çok tona, söylenenlerden çok sahnelenenlere dayalıydı. Bu, Benjamin Moffitt’in “popülist performans tarzı”³ olarak adlandırdığı fenomenin zirve örneklerinden biridir: Lider, hitap ettiği kitleyi gerçeklik üzerinden değil; gösteri üzerinden yönetir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, diğer liderlerin bu gösteriye Trump’a yağcılığın zirvesindeki katılma biçimleridir.
Trump, zirvede şu cümleyi kurdu:
“Sizi korumak zorunda değilim. Ama eğer %5’i öderseniz, konuşabiliriz.”
Bu söz, klasik NATO protokollerine bir meydan okumadır. Ancak asıl trajikomik olan, bu tehdidin ardından gelen alkışlardır. Liderlerin alkışları, Trump’ın istediği şeyi duyduklarından değil; öfkelenmesinden korktukları için yükselmiştir. Arendt’in “otorite karşısında düşünme yetisini kaybetmiş kitleler”⁴ analizine adeta sahne kurulmuştur.
3. Müttefiklikten Biata: Küçük Palyaçoların Gösterisi
3.1. Protokolden Psikodramaya
NATO’nun tarihsel işleyişi, eşit müttefikler arasında fikir alışverişine dayalıdır. Ancak 2025 Lahey Zirvesi, bu kurgunun fiilen ortadan kalktığını gösterdi. Zirvede protokol konuşmaları yerine Trump’ın doğrudan “rica değil, emir” tonuyla yaptığı çıkışlar hâkimdi. Diplomatik çokluğun yerini, bir tek ses etrafında hizalanan sessizlik aldı.
Özellikle zirve masasındaki sahne şuydu: Trump konuştuğunda liderler başlarını öne eğiyor, konuşma bitince alkışlıyor; aralarda ise “Sayın Başkan çok haklı” türünden tekrarlar ile Trump’ın duymak isteyeceği mesajlar dile getiriliyordu. Bu manzara, klasik “ittifak diplomasisi”ni değil, duygusal rehin alınmışlık halini andırıyordu.
Politik psikologlara göre, bu tür davranışlar yalnızca güç dengesizliğinden değil, aynı zamanda “otoriteye maruz kalma sendromu”ndan kaynaklanır.⁵ Liderler, kendi halklarının gözünde meşruiyetlerini koruma refleksini yitirip, süpergücün liderine karşı kişisel bir korunma güdüsüyle hareket etmeye başlarlar.
3.2. Biat Estetiği: Alkış, Tebessüm, Sessizlik
Zirvede öne çıkan davranış biçimi, neredeyse ritüelleşmişti. Trump her konuşmasında “%5 savunma bütçesi”ni dayatırken, birçok lider başıyla onaylıyor, bazıları söz alıp Trump’ı destekliyor, kimisi ise sadece tebessümle geçiştiriyordu. Öne çıkan örneklerden biri Almanya Başbakanı’na aitti. Kendisinden sonra söz alan bir lider “Başkan Trump’ın kararlı duruşu ilham verici” dediğinde Almanya Başbakanı, tebessüm edip alkışladı. Ne itiraz etti ne de alternatif sundu. Bu, suskunluk yoluyla biatın bir örneğiydi.
Hollandalı siyaset kuramcısı Hendrik Van der Loo’nun deyimiyle bu tür toplantılar, “otoriter estetiğin liberal vitrinidir.”⁶ İçeriği değil görünümü önceler; gerçekte karar alınmaz, yalnızca karar alınmış gibi yapılır. Bu zirvede de, liderler alınan kararların arkasında değil; alkışların ortasında konumlandılar.
3.3. İttifak mı, Müşteri Kulübü mü?
Trump’ın zirve boyunca kurduğu temel söylem, NATO’nun bir güvenlik ittifakı değil, bir güvenlik şirketi olduğu yönündeydi. “Paranı ver, seni savunayım” formülü, 20. yüzyılın kolektif savunma anlayışıyla taban tabana zıttır. Ancak bu yaklaşımın karşısında ciddi bir direniş gösterilmedi. Aksine, bazı liderler kendi halklarına dönmeden önce kameralar karşısında “biz bu yükümlülüğü alacağız” mesajı verdiler.
Bu, NATO’nun “asli ruhuna karşı bir kırılmayı değil; ruh kaybını simgeliyor”. NATO, ortak tehditlere karşı dayanışma göstermek üzere kurulmuşken, 2025 zirvesinde bu dayanışmanın yerini “lideri memnun etme yarışına” bırakması, kurumun içinin boşaldığını kanıtladı.
Zygmunt Bauman’ın “likit modernlikte kurumlar birer vitrin haline gelir”⁷ tespiti, tam da burada geçerlidir. NATO hâlâ vardır, evet; ama yalnızca tabelada. İçerik, Trump’ın mizacına bağlı olarak değişken, geçici ve gösterisel hâle gelmiştir.
3.4. Liderlerin Suskunluğu, Halkın Utancı
Zirve boyunca hiçbir Avrupalı lider, Trump’a doğrudan karşı çıkmadı. Bu sessizlik, yalnızca politik değil, etik ve aşağılık kompleksli bir suskunluktu. Arendt’in deyimiyle, “kötülük sıradanlaştığında, ahlak kendini görünmez kılar.”⁸ Liderlerin Trump’ın taleplerine karşı koymaması, yağcılıkları sadece siyasi değil; ahlaki bir çöküştür.
Bir düşünce deneyine başvuralım: Zirvede herhangi bir lider, kalkıp “Biz halkımızın parasıyla baskıya değil, barışa yatırım yapacağız” deseydi, Trump’ın tepkisi ne olurdu? Belki hakaret ve küfür ederdi, belki ABD’yi geri çekerdi. Ancak bu tepkinin karşısında yükselen bir siyasi onur olurdu. Oysa liderler, bu ihtimali dahi göze alamayacak kadar meşruiyet korkusu içindeydi.
3.5. Siyasi Stockholm Sendromu
Sonuç olarak, bu bölümün temel savı şudur: NATO’nun 2025 zirvesinde yaşananlar bir güvenlik politikası tartışması değil; politik Stockholm Sendromu gösterisidir. Liderler, kendi meşruiyetlerini korumak yerine, süpergücün liderinin gönlünü almaya yönelmişlerdir. Ortaya çıkan tablo, bir askeri ittifakın değil; politik bir mahkûmlar kulübünün iç sesidir.
Böylece NATO, yalnızca askeri değil; ahlaki ve temsili anlamda da çöküş sürecine girmiştir. Ve her çöküş, önce maskeyle başlar.
4. İspanya’nın Sessiz Devrimi: Diplomatik Ahlakın Hatırlatılması
4.1. Tek Başına Ayağa Kalkmak: Rasyonel Bir Ret
Lahey’deki 2025 NATO zirvesinde, Trump’ın abartılı taleplerine karşı doğrudan ve somut bir karşı pozisyon alan tek lider İspanya Başbakanı oldu. Diğer liderler alkışlarla destek verirken, İspanya sessiz ve kararlı bir biçimde “Hayır” dedi. Bu ret, yalnızca bir bütçe meselesi değil, politik aklın ve ahlaki sorumluluğun temsiliydi.
İspanya Başbakanı’nın zirvedeki sözleri tarihe geçecek nitelikteydi:
“Küresel tehditlere karşı hazırlıklı olmalıyız; ama halkımızın temel ihtiyaçlarını feda ederek değil. NATO’dan çıkmıyoruz, ama Trump’ın kişisel ajandasına da teslim olmayacağız.” (Martínez, 2025)¹
Bu çıkış, siyasi değil ahlaki bir cesaret gösterisiydi. Yüzde 5 savunma bütçesi talebi, İspanya için bir anlam ifade etmiyordu çünkü ülkenin iç kamuoyu hâlâ pandeminin ve ekonomik resesyonun etkilerini taşıyordu. Sosyal harcamaların kesilmesi, halk sağlığından eğitime kadar birçok alanda travmatik sonuçlar doğuracaktı. İspanyol hükümeti bu bedeli ödemeyi reddetti.
4.2. Somut Düşman Yoksa Silah Niye?
İspanya’nın temel argümanı, gerçekçi ve rasyoneldi: Doğrudan bir tehdit algısı yoksa, askeri harcamaların artırılmasının hiçbir mantığı yoktur. Üstelik Akdeniz sınırında göçmen akınları, kuraklık ve genç işsizlik gibi güncel ve acil krizler, askeri tatbikatlardan daha fazla öncelik gerektiriyordu.
Bu noktada İspanya’nın pozisyonu, yalnızca Trump’a değil, kolektif korku üretimiyle varlığını sürdüren NATO refleksine de eleştiriydi. NATO’nun son on yılda varlığını “potansiyel tehditler” üzerinden gerekçelendirmesi, giderek bir tür politik paranoyaya dönüşmüştü. İspanya, bu retoriği keserek “tehdit yoksa yatırım barışadır” dedi.
Bu tutum, Clausewitz’in savaş teorisinden çok, Johan Galtung’un barış sosyolojisine yakındı. Galtung’un “pozitif barış” anlayışı, sadece şiddetsizliği değil, sosyal refahı da kapsar. İspanya bu yaklaşımla, silah değil; sosyal adaletin güvenlik getireceğini savundu.²
4.3. Diplomatik Onur: Sessizliğin Siyaseti
Zirve salonunda İspanya Başbakanı, diğer liderlerin coşkulu alkışlarına katılmadı. Yüzünde ne aşağılayıcı bir ifade vardı ne de meydan okurcasına bir tutum. Onun seçtiği ifade, sessiz diplomatik protestoydu. Sessizlik burada pasiflik değil, temsil ettiği halkın çıkarları adına aktif bir konumlanmaydı.
Hannah Arendt’in “ahlaki düşünme” olarak nitelendirdiği eylem tarzı, burada açıkça görülmektedir. Arendt’e göre gerçek etik, çoğunluğa karşı düşünmeyi göze alabilmekle başlar.³ Bu bağlamda İspanya’nın duruşu, yalnızca etik değil; aynı zamanda politik özsaygının yeniden ilanıdır.
İspanyol kamuoyunun bu tavra verdiği destek de dikkat çekiciydi. El País’in yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, halkın %72’si “Trump’a karşı duruşu olumlu bulduğunu” belirtmiş, %63’ü ise “askeri değil, sosyal harcama istiyoruz” yanıtını vermiştir.⁴ Bu durum, İspanya liderliğinin yalnız olmadığını, arkasında halk iradesiyle konuştuğunu göstermektedir.
4.4. Avrupalılaşma mı, Amerikalılaşma mı?
İspanya’nın tutumu aynı zamanda Avrupa kimliği açısından da bir sınav niteliğindeydi. Çünkü diğer Avrupalı liderler, Trump’a “karşı durmak Avrupalılığa zarar verir” gibi bir pasif refleksle yaklaştılar. Oysa İspanya, Avrupa’nın gerçek ruhunun teslimiyet değil; direnç, demokrasi ve rasyonalite olduğunu savundu.
Bu tavır, AB’nin geleceği için de önemli bir referans olabilir. Eğer Avrupa, her seferinde ABD liderliğini takip edecekse, stratejik özerklik sadece bir kavramsal fantezi olarak kalır. İspanya, bu bağımlılık ilişkisini reddederek NATO içinde bile Avrupalı karakterin nasıl korunabileceğini göstermiştir.
4.5. İspanya Bir Model mi, İstisna mı?
Zirve sonrası en çok tartışılan soru şuydu: “İspanya bir istisna mı, yoksa yeni bir modelin habercisi mi?” Bu soruya net bir yanıt vermek zor. Ancak açık olan şu ki; İspanya’nın duruşu diğer liderleri utandırdı. Çünkü aynı halk baskılarına sahip olan diğer ülkeler, benzer bir direnç göstermediler. İspanya’nın farklılığı, ekonomik kapasitesinde değil; politik ahlakında gizliydi.
Eğer Avrupa içinde başka ülkeler de bu tür etik ve halk merkezli bir dış politika anlayışını benimsediğinde, NATO’nun doğası yeniden tanımlanabilir. Aksi hâlde, İspanya bir diplomatik yalnızlık hikâyesine dönüşür. Ve tarih, yalnız haklı olanları değil; yalnız kalanları da unutur.
5. Güvenlikten Gövde Gösterisine: NATO’nun Yeni Formatı
5.1. Kolektif Savunma mı, Kişisel Kalkan mı?
Kuzey Atlantik Antlaşması’nın meşhur 5. maddesi, “bir üyeye yapılan saldırının hepsine yapılmış sayılacağı” prensibini temel alır. Bu madde, Soğuk Savaş boyunca NATO’nun sigortası, caydırıcılık politikasının da temel taşı olmuştur. Ancak Lahey’deki 2025 Zirvesi’nde bu maddenin anlamı pratikte şu hale gelmiştir:
“Trump isterse savunur, istemezse yalnız kalırsın.”
Bu dönüşümün anlamı yalnızca retorik değildir; yapısal ve stratejiktir. Trump, “NATO üyesi olmak yetmez, sadık olmak gerekir” diyerek, askeri ittifakı duygusal bağlılık kulübüne çevirmiştir. Üyeler, artık uluslararası hukuk temelinde değil, başkanın keyfine göre korunabileceklerini düşünmeye başlamıştır. Bu durum NATO’yu, demokratik devletlerin dayanışma platformu olmaktan çıkarıp, bir adamın öfkesinden sakınma ittifakına dönüştürmektedir.
Oysa ki güvenlik, öngörülebilirlik ve kurumsallık ister. Trump’ın bu yaklaşımla NATO’yu bir “şirket kültürüne” indirgemesi, savunma alanında bile CEO-sadakat modeli oluşturmuştur: Trump patron, diğerleri memur. Bunun uluslararası hukuka değil, mafya estetiğine daha yakın bir yapı olduğu açıktır.
5.2. Yüzde Beşlik Komedi: Matematiksel Mizah
Trump’ın NATO zirvesindeki en çok yankı uyandıran taleplerinden biri, üye ülkelerin savunma harcamalarını GSYİH’nin %5’ine çıkarmasıydı. Şu anda bile %2 hedefini tutturamayan ülkeler için bu öneri, gerçekçilikten uzak olduğu kadar, liderin egosunu tatmine yönelik bir kas şovu olarak yorumlandı.
Peki %5 ne demek?
Bu oran, Almanya için yaklaşık 200 milyar euro; Fransa için 180 milyar euro gibi akıl almaz savunma bütçelerine denk geliyor. Eğitim, sağlık, yeşil dönüşüm gibi yatırımların yok sayılması anlamına gelen bu rakamlar, yalnızca finansal değil; politik olarak da absürttür.
Fransa Savunma Bakanı’nın toplantı sonrası mikrofonlara söylediği şu söz ise tarihe ironik bir not olarak geçmiştir:
“Biz yüzde 5’e çıkarsak, geriye sadece okullarımızı tank fabrikasına çevirmek kalıyor.” (Le Monde, 2025)
Bu önerinin alkışlanması, liderlerin rasyonellikten değil; Trump’ın gazabından korkmalarından kaynaklanıyordu. Zirve salonu bir strateji merkezinden çok, “sadakat gösterisinin zorunlu olduğu” bir mecburi tiyatroya dönüşmüştü. Matematikle değil, mitolojiyle yönetilen bir güvenlik sistemi.
5.3. Zirve Masası: Ulusal Onurun Mezarı
Zirvenin fotoğraflarına dikkatle bakıldığında, klasik NATO zirvelerinin o alışıldık karelerinden eser yoktur. Liderlerin gergin, ama yapmacık bir şekilde gülümsediği; Trump’ın merkezde, diğerlerinin ona doğru eğildiği sahneler göze çarpmaktadır.
Masada oturanlar bir ulusun temsilcisi değil; adeta bir reality show yarışmacısı gibidir. Her biri Trump’tan “beğeni” almaya çalışmakta, jestlerini ve mimiklerini ona göre ayarlamaktadır. Arendt’in “temsil sorumluluğu” kavramı burada büyük bir çöküş yaşamıştır.⁵
Masada yer alan her sandalye, bir ülkenin egemenliğini ve halkının iradesini simgeler. Ancak bu zirvede o sandalyeler boş gibiydi. Oturanlar halkları adına değil; Trump’ın insafına hitap etmek için oradaydı. Bu, yalnızca NATO’nun değil; Avrupa demokrasisinin de sahneden çekildiği bir andı.
Zirve salonu, diplomatik mimarisiyle değil; aşağılanmış sembolleriyle tarihe geçti. Trump için alkış tutan her el, biraz daha “bağımsız dış politika” fikrinden uzaklaşmanın simgesine dönüştü.
5.4. NATO 2.0 mı, TrumpKo/Co Holding mi?
Zirve sonrasında bazı analistler, NATO’nun yeni bir döneme girdiğini ilan etti. “NATO 2.0”, dijitalleşme, yapay zekâ tabanlı savunma ve hibrit tehditlere karşı yeni stratejilerle tanımlanmak istendi. Ancak gerçekte olan şey, teknik modernleşme değil; politik ilkelileşmeydi.
Trump’ın kişisel çıkarı ile NATO stratejisinin iç içe geçmesi, kurumsal kapasiteyi değil; kişisel otoriteyi güçlendirdi. Bu, “TrumpKo Holding” gibi bir yapıya benzemeye başladı: Üyelik aidatını öde, sadakatini göster, belki savunma alırsın. Aksi hâlde, kaderine terk edilirsin.
Bu modelin sürdürülebilir olmadığı açık. Çünkü hiçbir ülke, uzun vadede halkının çıkarlarını bir kişinin ruh hâline bağlayarak güvenliğini garanti altına alamaz. NATO’nun kurumsallığı bu nedenle önemliydi; ancak bu zirvede kurumsallık değil, kişiselleştirme ve tektipleştirme kazandı.
5.5. Sonuç: Silahlar, Suskunluk ve Satın Alınmış Sadakat
2025 NATO Zirvesi, güvenlik tarihinin yeni bir döneme değil; ironik bir çöküşüne işaret etmektedir. Savunma harcamaları, artık askeri tehditlere değil, liderin narsistik ve megaloman doyumuna göre biçimlenmektedir. Liderler birbirini değil, Trump’ı alkışlamaktadır.
Kolektif güvenlik, Trump’ın duygusal barometresine bağlı hale gelmişse, artık o ittifakın adı NATO değil; bir siyasi tarikat olabilir.
İspanya gibi istisnalar dışında, Avrupa’nın sessizliği ise daha da düşündürücüdür. Eğer güvenlik adına ulusal onur feda ediliyorsa, o güvenlik artık kendine karşı bir tehdide dönüşür.
6. Avrupa’nın Temsil Krizi: Lider mi, Temsilci mi, Figüran mı?
6.1. Temsil Etiği ve Siyasi Rol Değişimi
Modern demokrasilerde bir liderin görevi, halkın çıkarlarını uluslararası sahnede temsil etmek, onların sesi olmak ve kamusal sorumluluk çerçevesinde hareket etmektir. Ancak Lahey’deki 2025 NATO Zirvesi’nde birçok lider, bu temel görevi adeta unutarak, başka bir role bürünmüştür:
Figüranlık.
Trump’ın baskın karakteri karşısında Avrupalı liderlerin sergilediği tavır, Hannah Arendt’in “temsilin sorumluluğu” kavramıyla açıkça çelişmektedir.⁶ Temsil edilenin (halkın) değil, temsilcinin kişisel çıkarının merkeze alındığı bir diplomasi pratiği, yalnızca demokratik yozlaşmanın değil, aynı zamanda politik estetik çöküşünün de göstergesidir.
Temsil, artık halkla değil; Trump’la kurulan ilişki üzerinden meşrulaştırılıyor. Bu durum, liderleri kendi toplumlarından kopararak, onları bir başka gücün gözünde “onaylanma arayışına” sokuyor. Ulusal menfaat değil; bireysel kurtuluş refleksi öne çıkıyor.
6.2. Avrupa Medyasının Aynası: Satirik İsyan
Zirve sonrasındaki Avrupa basını, liderlerin bu “görsel teslimiyetini” neredeyse oybirliğiyle eleştirmiştir. Özellikle Hollanda, Belçika, Fransa ve Almanya basınında çıkan karikatürler ve manşetler, NATO Zirvesi’ni ciddiyetin değil, maskaralığın sahnesi olarak resmetmiştir.
Bazı başlıklar:
• “NATO değil, NARSOT: Narcissistic Alliance for Submissive Occidental Territories” (De Volkskrant, 2025)
• “Trump’a Başeğenler Birliği” (Le Soir, 2025)
• “Kimi temsil ediyorsunuz? Sizi seçen halkı mı, alkışladığınız başkanı mı?” (Die Zeit, 2025)
Bu tepkiler, medya aracılığıyla halkın kendi temsilcilerine yönelttiği açık bir demokratik eleştiridir. Özellikle Fransa’da kamuoyu anketlerinde, liderin NATO zirvesindeki tavrı onaylayanların oranı %20’nin altına düşmüştür. Aynı eğilim Almanya’da da gözlemlenmiştir.
Demokraside temsilci, halkın kendisidir. Eğer lider Trump’a değil de halkına hesap verecekse, bu çifte sadakat durumu bir tür siyasal şizofreniye dönüşür. Ne yazık ki bu zirvede görülen şey, kolektif temsilden çok kişisel kurtuluş koreografisi olmuştur.
6.3. Siyasetin Görsel Dönüşümü: Kameralara Oynayan Diplomasi
NATO Zirvesi 2025’in medyatik doğası, klasik diplomasiyi televizyon şovlarına yaklaştırdı. Trump’ın her çıkışı bir “reality show bölümü” gibiydi; jestler, mimikler ve hatta espriler, kameralara özel olarak oynanmıştı.
Avrupalı liderler de buna uyum sağladı. Kimi kameraya dönerek “hep birlikte daha güçlüyüz” gibi klişe cümleler kurdu; kimi Trump’a tebessümle bakıp yanına yaklaşmaya çalıştı. Tüm bu görsel gösteri, siyasetin özünün yerini görüntü performansına bıraktığını gösteriyor.
Bu durum Jean Baudrillard’ın “hiper-gerçeklik” kavramını hatırlatır: Gerçek, temsilin içinde erir ve yalnızca simülasyon kalır.⁷ NATO Zirvesi’nde de halkın temsilcileri, halkı değil; kameraları temsil etti. Temsilin içeriği değil, estetiği önem kazandı.
6.4. Sessizlik Suç Ortaklığıdır: İspanya ve “Negatif Temsil”
Avrupa’nın büyük bölümünde bu pasif temsile karşılık tek bir istisna vardı: İspanya Başbakanı. Trump’ın harcama baskısını alkışlamayan, hatta “bu halkıma anlatılamaz” diyen tek lider oldu.
Bu durumda ortaya çıkan kavramsal ayrım önemlidir:
• Diğer liderler “aktif teslimiyet” gösterirken,
• İspanya “negatif temsil” ile halkının çıkarlarını savundu.
Bu sessiz ama anlamlı karşı çıkış, Hannah Arendt’in deyimiyle “karanlığa bir kibrit çakmak” gibidir. Diplomasi bazen hayır diyebilmektir; çünkü temsil, yalnızca konuşmak değil, susmamak meselesidir.⁶
6.5. Temsilin Krizi, Demokrasi Krizidir
Bu zirve, liderlik ile temsiliyet arasındaki uçurumu gözler önüne serdi. Eğer bir lider halkını temsil etmiyorsa; o artık lider değil, yalnızca bir protokol görevlisidir. NATO Zirvesi’nde bu tür figürlerin sayısı fazlaydı.
Daha kötüsü, halkların bu tavrı uzun vadede içselleştirmesi ve temsilin içeriğine dair beklentilerinin düşmesi ihtimalidir. Yani artık halklar, liderlerinden karar değil, görsel tatmin beklemeye başlayabilir. Bu da demokrasi değil; bir tür post-temsil dönemi olur.⁸
7. Askerî Harcama Estetiği: “Yüzde Beşlik Refleks”in Anlamı ve Anlamsızlığı
7.1. Trump’ın Yüzde Beş Talebi: Gerçekçi Mi, Sembolik Mi?
2025 NATO Zirvesi’nde Başkan Trump’ın en çok konuşulan cümlesi şuydu:
“NATO’ya bağlı kalmak istiyorsanız, savunma harcamalarınızı GSYİH’nizin en az %5’ine çıkarın.”
Bu ifade, teknik bir savunma stratejisinden çok bir tür politik performans repliğiydi. Günümüz küresel ekonomi koşullarında, gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu GSYİH’lerinin %2’sini dahi savunma bütçelerine ayıramazken, Trump’ın önerisi ya ekonomik cehalet ya da stratejik bir güç gösterisi anlamına gelmektedir.
Gerçekte bu oran, askeri harcama literatüründe yalnızca savaş hâlinde olan veya hegemonik aktör olma niyeti taşıyan devletlerin üstlenebileceği türden bir orandır. Örneğin, soğuk savaş döneminde bile %5 eşiği NATO için bir norm olmamıştır.
Dolayısıyla Trump’ın önerisi ekonomik değil; ideolojik ve görsel bir simgedir. Burada %5, bir askeri hedef değil; bir itaat eşiği olarak işlev görür: Kim Trump’a ne kadar yaklaşırsa, o kadar “güvenli” sayılır.
7.2. Neoliberal Güvenlik Estetiği: Sayılara Gömülen Anlam
Trump’ın bu önerisi, neoliberal çağın alışkanlıklarıyla mükemmel uyum içindedir: Her şey ölçülmeli, sayısallaştırılmalı, performansla ifade edilmelidir. Güvenlik de artık orduyla değil, GSYİH yüzdesiyle temsil edilmektedir.
Ancak bu yüzdeler, devletlerin gerçek tehdit algısı ya da savunma kapasitesiyle orantılı değildir. Örneğin, İzlanda gibi ordusuz bir NATO üyesiyle, Polonya gibi sürekli askeri tehdit algısıyla yaşayan bir ülkenin aynı yüzde hedefini taşıması, mantıksal değil, gösterisel bir eşitlik yaratır.
Bu durum, Pierre Bourdieu’nün deyimiyle, sembolik şiddetin yeni formudur: Sayılar aracılığıyla meşruiyet kurmak, eleştiriyi olanaksızlaştırır. Çünkü sayılar “tarafsız” görünür ama aslında derin bir ideolojiyi yansıtır.⁹
Trump’ın önerisi bu bağlamda yalnızca daha fazla tank, füze ve üs talebi değil; aynı zamanda Avrupa üzerindeki Amerikan etkisinin metrikleştirilmiş hali olarak okunmalıdır.
7.3. Avrupa Ekonomi Bloklarının Çatlağı
Trump’ın harcama önerisi, Avrupa’nın kendi içindeki ekonomik ayrışmayı daha da görünür hâle getirdi. Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük ekonomiler bu öneriye “teknik olarak imkânsız” yanıtını verirken; Polonya, Baltık ülkeleri ve Romanya gibi ülkeler “güvenlik karşılığı bedel” olarak öneriyi olumlu karşıladı.
Bu durum, NATO içinde farklı ekonomik zeminlerde şekillenen güvenlik anlayışlarının varlığını ortaya koyuyor:
• Batı Avrupa Bloku: Sosyal refah harcamalarını koruma önceliği.
• Doğu Avrupa Bloku: Güvenlik garantisi karşılığında Amerikan sadakati.
• Güney Avrupa Bloku: Ekonomik kriz sonrası mali manevra alanı daralmış, isteksiz katılım.
Bu ayrışma, NATO’yu yalnızca politik değil; ekonomik olarak da asimetrik bir ittifak hâline getiriyor. Harcama baskısı, ittifakın içindeki zayıf halkaları daha da zorluyor.
7.4. Harcama Değil, Harcamaya Bahane Arayan Diplomasi
Trump’ın çağrısı, yalnızca ekonomik değil; ahlaki bir meseleyi de ortaya çıkarır: Liderler, daha fazla askeri harcama için neye karşılık verdiklerini halklarına açıklayamıyorlar. Ortada bir savaş tehdidi yokken, dev bütçelerin onaylanması için ya suni krizler yaratılıyor ya da ulusal onur retoriği pompalanıyor.
Bu noktada soru şudur:
“Silahlanmanın gerekçesi ne zaman gerçek, ne zaman yalnızca retoriktir?”
Birçok Avrupa hükümeti bu konuda sessiz kalıyor. Çünkü harcama gerekçesini açıklamak, onun karşılığında halktan alınacak parayı da açıklamak anlamına gelir. Bu da politik risk oluşturur. O yüzden en kolay yol, Trump’ın önerisini bir “zorunluluk” gibi sunmak ve kaçınılmazlık efsanesi yaratmaktır.
7.5. NATO Ekonomisi: Kriz Üreten Sistem
Trump’ın harcama baskısı aslında daha büyük bir yapısal sorunun dışavurumudur: NATO, artık yalnızca bir savunma örgütü değil; aynı zamanda devasa bir askeri-ekonomik kompleks hâline gelmiştir. Yıllık trilyonlarca dolarlık alım, bakım, modernizasyon, lojistik anlaşmaları; yalnızca güvenlik kaygısıyla değil, silah endüstrisi lehine şekillenmektedir.
Eğer daha fazla harcama, daha fazla silah, daha fazla üs inşası gerekiyorsa; o zaman daha fazla kriz, tehdit ve korku da gereklidir. Böylece NATO kendi varlığını meşrulaştırmak için düzenli olarak kriz üretmek zorunda kalır.
Bu noktada Trump’ın önerisi yalnızca irrasyonel değil, sistemin mantığına uygun bir taleptir. Çünkü NATO artık yalnızca savaşı önlemek için değil, savaş olasılığıyla var olmak için vardır. Ve her yeni harcama, bu olasılığın sermayeye dönüşmesini sağlar.
8. Liderlik ya da Karakter: Zirvede Test Edilen Değerler
8.1. Liderlik Tanımının Çöküşü: Karizma Yerine Karaktersizliğin Yükselişi
2025 NATO Zirvesi, liderlik kavramının geleneksel anlamının dramatik bir şekilde çöküşüne sahne oldu. Klasik liderlik; vizyon, cesaret, sorumluluk ve halkına karşı hesap verebilirlik gibi niteliklerle tanımlanırken, bu zirvede karizma ve şovmanship gölgesinde bu erdemlerin yerini kişisel çıkarlar ve imaj yönetimi aldı.
Trump, “liderlik” kavramını kendi retoriğiyle yeniden tanımladı:
“Ben ne dersem o olur, çünkü ben Amerika’yım.”
Bu söylem, liderliği demokratik süreçlerin ve kolektif karar mekanizmalarının önüne koyan, tek adam yönetimine yakın bir yaklaşımdır. Diğer liderler, bu yeni “liderlik” tanımına boyun eğdi; fikirlerini ve politikalarını neredeyse tamamen Trump’ın kişisel hoşnutluğuna endeksledi.
Bu durum, Hannah Arendt’in The Human Condition kitabındaki “karakter testi” kavramını doğrular niteliktedir:
Liderlik artık bir karakter testi değil, bir klişe performansı haline gelmiştir. Cesaret, yerini sahne korkusuna; sorumluluk, yerini korku temelli uyuma bırakmıştır.⁵
8.2. Karakterin Yerini Tutan Sahne Estetiği
Zirvedeki liderlerin davranışları, sahne sanatları terimleriyle açıklanabilir. Liderlik sahnesi, artık politik tiyatronun bir parçasıdır; karakter değil, rol üstlenmek esastır. Özgünlük, yerine kopyacılık ve senaryoya uyum gelir.
Trump’ın kendine has jestleri ve sözleri, diğer liderlerin sahnede “ben de varım” diye bağırtmasıyla yankılandı. Bu yankı, ne gerçek fikirlerin ne de iradenin göstergesiydi; sadece kitle kontrolü için tasarlanmış bir koreografi idi.
Zirvede, politik söylem yerini popülist duygulara bıraktı. Bu durum, Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramıyla örtüşür:
Liderler sabit idealleri temsil etmek yerine, anlık popülerlik dalgalarının peşinden sürüklendiler.⁵
8.3. Cesaret mi, Korku mu? İspanya Modeli Üzerinden Karşılaştırma
İspanya Başbakanı’nın Trump’a karşı duruşu, karakter ve liderlik arasındaki farkı gözler önüne serdi. Onun cesareti, sadece askeri harcama oranları üzerine değil; demokratik değerlere ve halkına olan sorumluluğa dayandı.
Bu cesaret, zirvede bir istisna olarak parladı. Diğer liderlerin çoğu, Trump’ın öfkesi ve manipülasyonuna karşı kendi halklarının çıkarlarını korumakta yetersiz kaldı. Bu yetersizlik, korku ve pragmatizm arasındaki ince çizginin liderler için bir test olduğunu gösterdi.
Korku, teslimiyetin ve itaatin zeminini oluştururken; cesaret, liderin onurla durabilmesini sağlar. Zirvede görülen tablo, korkunun kazandığı ve cesaretin nadir kaldığı bir karakter trajedisidir.
8.4. Liderlik Performansının Halkla İlişkileri Boyutu
Zirve sonrası kamuoyu tepkileri, liderlerin performanslarının ne denli halkla uyumsuz olduğunu ortaya koydu. Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde halk, “liderimiz bizim adımıza değil, Trump için sahne aldı” eleştirisiyle tepki gösterdi.
Bu durum, liderlerin temsil krizini derinleştirdi. Halkın beklentisi ve liderlerin sahnedeki rolleri arasındaki fark, demokrasinin meşruiyetini zayıflattı. Bu meşruiyet zayıflığı, hem içeride hem de uluslararası alanda güven bunalımına yol açtı.
Zygmunt Bauman’ın demokrasi eleştirisi burada yeniden anlam kazanır:
Demokrasi, sadece oy vermek değil; liderlerin gerçek temsilciler olarak algılanmasıdır. Bu algının zedelenmesi, demokratik rejimlerin krizini tetikler.⁵
8.5. Gelecek İçin Dersler: Liderlik Algısının Yeniden İnşası
Bu trajikomik zirve, liderlik kavramının yeniden düşünülmesi gerektiğini açıkça gösterdi. Geleceğin liderleri, sahne ışıkları altında değil, halkın ve kurumların gölgesinde sağlam durmak zorunda.
Liderlik; kişisel çıkar, gösteriş ve korku ile değil, etik sorumluluk, kolektif çıkar ve cesaretle yeniden tanımlanmalıdır. Bu tanım, Avrupa’nın ve NATO’nun kendi geleceğini güvence altına almak için şarttır.
9. Avrupa’nın Kolektif Mide Bulantısı: Medya, Halk ve Post-Gerçeklik
9.1. Medyanın Zirve Sonrası Eleştirisi: “NATO Değil, Ego Şovu”
2025 NATO Zirvesi sonrası Avrupa medyasının ortak teması, zirvenin bir “ego şovu” ve “politik tiyatro”dan öteye gitmediği yönündeydi. Hollanda’dan Belçika’ya, Almanya’dan Fransa’ya birçok gazete ve haber kanalı, liderlerin Trump karşısındaki tavrını sert bir şekilde eleştirdi.
De Volkskrant, zirveyi “Bir tragikomedya” olarak nitelendirdi; liderlerin Trump’a duyduğu hayranlığı ve boyun eğişi, “diplomasi yerine gösteri sanatının” egemen olduğu bir alan yarattı.⁶
Bu eleştiriler sadece kişisel tavırları hedef almakla kalmadı; aynı zamanda Avrupa’nın genel siyasi atmosferindeki temsil krizini ve demokratik kurumların erozyonunu gözler önüne serdi.
9.2. Post-Gerçeklik Çağında Liderlik ve İmaj Yönetimi
Zirvenin yaşandığı dönemde, dünya “post-gerçeklik” ya da “post-truth” çağının tam ortasındaydı. Gerçeklik, medya ve sosyal medya manipülasyonlarıyla yumuşatılmış, doğruluk yerine duygular ve inançlar ön plana çıkmıştı.
Trump, bu ortamda mükemmel bir figürdü; gerçeklikten kopuk, ama duygusal olarak etkileyici söylemleriyle medyada geniş yer buldu. Diğer liderler ise, bu dinamiği anlamakta zorlandı ve genellikle sahnedeki yerlerini kaybetmemek için popülist söylemlere sarıldı.
Bu durum, medyanın ve kamuoyunun güvenilir bilgiye ulaşmasını zorlaştırdı; sonuçta politika, görsellik ve söylem karmaşasında boğuldu.
9.3. Halkın Tepkisi: “NATO’yu Seçmedik, Palyaçoları Değil”
Zirve sonrası Avrupa sokaklarında ve sosyal medyada halk tepkileri hızla yayıldı. Almanya, Fransa ve Hollanda’da yapılan kamuoyu araştırmaları, vatandaşların büyük çoğunluğunun liderlerinin Trump’a karşı daha güçlü durmasını beklediğini ortaya koydu.
Bir Almanya vatandaşı, sosyal medyada şu yorumu yaptı:
“Biz vergimizi savunmaya değil, düzgün temsil edilmeye veriyoruz. Oyun oynamasınlar.”
Bu tepkiler, demokratik temsilin yalnızca seçimle değil; aynı zamanda liderlerin duruşları ve bağımsız kararlarıyla da sağlanması gerektiği gerçeğini hatırlattı.
9.4. Medyanın Rolü ve Demokratik Hesap Verebilirlik
Avrupa medyasının zirveyi eleştirmesi, demokratik işleyiş için önemli bir işaret oldu. Medya, liderlerin davranışlarını görünür kılarak kamuoyu denetimini güçlendirdi.
Ancak medyanın da kendi içinde bir paradoksu vardı:
Halkın ilgisini çekmek için daha çok “skandal”, “drama” ve “kişisel çatışma” haberleri yaparken, temel politik sorunlar ve stratejik analizler geri planda kaldı.
Bu durum, demokratik hesap verebilirliğin ve siyasi bilincin gelişimini zorlaştırdı; siyaset, giderek bir “realite show”a dönüştü.
9.5. Post-Gerçeklikte Avrupa’nın Geleceği: Bilgi Mi, Mizansen Mi?
Avrupa’nın bu karmaşık medya ve siyasi ortamda önünde iki seçenek vardı:
Ya gerçek ve şeffaf bilgiye dayalı bir siyasi kültür inşa edeceklerdi; ya da sahnelenmiş politik gösterilerin esiri olarak demokratik değerlerini zayıflatacaklardı.
Trump ve zirvedeki “baş palyaço” figürü, bu iki seçeneğin canlı bir metaforu oldu.
Avrupa, bu sınavdan başarıyla çıkmazsa, demokrasi sadece nostaljik bir kavram olarak kalacaktı.
10. NATO’nun Yeni Formatı: Güvenlik İttifakı mı, Ego Kulübü mü?
10.1. Ortak Savunma İlkesinden Kişisel Bağlılığa
NATO’nun kuruluşundan beri en temel prensiplerinden biri, üyelerin birbirini kolektif savunma kapsamında korumasıydı. 1949’dan itibaren “Madde 5”, herhangi bir üyeye yapılan saldırının tüm üyeye yapılmış sayılmasıyla güvenlik garantisini sağladı.
Ancak 2025 zirvesinde bu ilke, Trump’ın kişisel tercihlerine ve anlık ruh hallerine bağlı bir sürece dönüştü. Trump’ın, “Ben istersem sizi korurum, istemezsem bırakırsınız” tavrı, eski sağlam temelleri sarsan bir ego merkezli politika olarak ortaya çıktı.
Bu dönüşüm, NATO’yu bir güvenlik ittifakından çok, bireysel liderlerin egolarının sahnelendiği bir ego kulübüne dönüştürdü. Artık güvenlik, kurumların ortak kararı değil, kişisel pazarlıkların nesnesiydi.
10.2. %5’lik Komedi: Zoraki Harcama ve Tehdit Retoriği
Trump’ın, tüm NATO üyelerinden GSYİH’larının %5’ini savunmaya ayırmalarını talep etmesi, zirvenin en dikkat çekici ve tartışmalı anlarından biri oldu. 2025 itibarıyla birçok ülke zaten %2’nin biraz üzerinde harcama yaparken, bu ani ve yüksek hedef herkesin dengesini bozdu.
Bu talep, sadece ekonomik değil, siyasi bir gövde gösterisiydi. Trump, bu rakamı “yalnızca ben istemişim gibi” sunarak liderlerin önünde bir otorite tasvir etti.
Daha da ironik olan, bu önerinin “askeri verimlilik”ten çok siyasi prestij ve medya etkisi amacı taşımasıydı. Liderler, kamuoylarına “güçlü duruyoruz” mesajı vermek için, aslında iç kamuoylarında büyük tartışmalara yol açacak bu harcamaları kabullenmek zorunda kaldı.
10.3. Ulusal Onurun Mezarı: Zirve Masası ve Boş Sandalyeler
NATO zirvesindeki masa, her üye ülkenin onurunu ve egemenliğini simgeler. Ancak 2025 zirvesinde bu masa, neredeyse sembolik anlamını yitirdi.
Çünkü liderler, masada sadece kendi ülkelerini değil, Trump’ın onayını kazanmaya çalışıyordu. Bu durum, gerçek anlamda ulusal temsil ve onurun askıya alındığını gösteriyordu.
Bir başka ironi ise, bazı ülkelerin zirveye düşük profilli temsilciler göndermesi veya salonun arka sıralarında kalmalarıydı. Bu da diplomatik küçülmenin ve itaatin görünür simgesi haline geldi.
10.4. NATO’nun Geleceği: Kurumsal Kimlik mi, Popülist Gösteri mi?
2025 zirvesi, NATO’nun geleceğinin de sinyallerini verdi. Geleneksel kurumsal kimlik ve işbirliği kültürü, yerini kişisel popülist liderlik ve dramatik gösterilere bırakıyordu.
Bu dönüşüm, ittifakın dayanıklılığını ve uzun vadeli güvenilirliğini tehdit etmekteydi. Uluslararası ilişkilerde istikrar, şeffaflık ve ortak değerler üzerine kurulu iken, artık kararlar bireysel popülist liderlerin çıkarlarına göre şekilleniyordu.
Bu tablo, Avrupa’nın ve diğer müttefiklerin NATO içindeki rollerini ve bağımsızlıklarını yeniden düşünmesini zorunlu kılıyordu.
10.5. Alternatif Senaryolar: Avrupa’nın Kendi Savunma Yolculuğu
NATO’nun bu yeni formatına tepki olarak, Avrupa ülkeleri kendi savunma işbirliği projelerini hızlandırdı. 2025 sonrası dönemde, Avrupa Savunma Birliği (ESB) gibi yapılar, Trump’ın egosundan bağımsız bir güvenlik mimarisi oluşturma amacı taşıdı.
Ancak bu çabalar, NATO’nun tek başına bıraktığı veya zayıflattığı alanları tam anlamıyla doldurabilecek mi? Avrupa’nın askeri ve siyasi kapasitesi hala ABD’ye büyük ölçüde bağımlıydı.
Buna rağmen, zirvede görülen teslimiyetçi tutum, Avrupa’nın artık “güçlü kalabilmek için bağımsızlık ve dayanışma” mesajını yüksek sesle vermesi gerektiğini gösterdi.
10.6. Akademik Perspektif: Liderlik, Güç ve Psikolojik Bağlılık
Hannah Arendt’in siyaset felsefesi bağlamında değerlendirildiğinde, 2025 NATO zirvesi “liderlik” değil, “karakter testi” olarak okunabilir. Arendt’e göre gerçek liderlik, cesur eylem ve ortak iyilik için sorumluluk almak demektir.
Ancak Trump’ın egosantrik yaklaşımı ve müttefiklerin boyun eğişi, bu liderlik tanımının tam zıddını ortaya koydu: kişisel güç gösterisi ve psikolojik bağlılık.
Bu bağlamda, NATO artık “kurumsal güvenlik ittifakı” olmaktan çıkarak, psikolojik etkileşim ve egoların egemen olduğu yeni bir yapıya büründü.
11. Sonuç: Maskeler Düşerken, Ayna Kırıldı
11.1. Diplomatik Tiyatro: Gerçek Kararların Gölgede Kalması
2025 NATO zirvesi, klasik diplomasi anlayışının nasıl bir popülist tiyatroya dönüştüğünü açıkça gözler önüne serdi. Resmi gündem ve savunma politikaları, Trump’ın egosantrik sahne performansının gölgesinde kaldı.
Bu zirvede alınan kararlar değil, gösterilen kişisel sadakat ve itaat performansları hafızalarda yer etti. Liderler, gerçek politika üretmek yerine, bir nevi “onaylanma ritüeli”ne katıldılar.
Bu durum, uluslararası ilişkiler teorisinde “political theater” (politik tiyatro) kavramının somut bir örneği olarak değerlendirilebilir.
11.2. Liderlik Değil, Karakter Testi: Kime Güvenmeli?
Arendt’in vurguladığı gibi, siyaset sadece güç değil, aynı zamanda ahlaki sorumluluk ve cesaret gerektirir. 2025 zirvesinde ise çoğu lider, Trump’ın karşısında “karakter testi”nden geçemedi.
İspanya gibi nadir örnekler hariç, liderler halklarının ve uluslarının onurunu korumak yerine, politik pragmatizm ve korku ile hareket etti. Bu durum, demokratik değerlerin krizini derinleştirdi.
Avrupa liderlerinin çoğu, “temsil etmek” değil “teslim olmak” tercihinde bulundu. Bu da kolektif bir kimlik erozyonuna işaret etti.
11.3. Avrupa’nın Geleceği: Kendi Gölgemizle Yüzleşme Zamanı
NATO zirvesinin en önemli yan etkilerinden biri, Avrupa’nın güvenlik ve dış politikada kendi ayakları üzerinde durma gerekliliğinin daha fazla anlaşılması oldu.
Trump’ın egemenliği altında Avrupa, artık ABD’nin gölgesinde yaşamakla, gerçek bağımsızlık arasında bir seçim yapmak zorunda.
Bu durum, hem siyasi elitlerin hem de halkın uzun vadeli stratejik düşünme zorunluluğunu doğurdu. Avrupa’nın kendi savunma ve dış politika kapasitesini geliştirmesi artık politik bir tercih değil, zorunluluktur.
11.4. Demokrasi ve Onurun Estetiği: İhanetin Sessiz Çığlığı
Zirvenin ardından ortaya çıkan kamuoyu tepkileri, sadece liderlere değil, demokrasi kurumlarının kendisine de bir uyarı niteliği taşıdı.
Halk, vergilerini harcayan liderlerin özgür ve onurlu duruş sergilemesini bekliyor; ancak bu beklenti, zirvedeki teslimiyetçi manzarayla ağır yara aldı.
Bu durum, demokrasi estetiğinin nasıl bir jestler ve maskeler oyunu haline geldiğini gösterirken, gerçek siyasi sorumluluğun nasıl unutulduğunu da açığa çıkardı.
11.5. Son Söz: Kırılan Aynadan Kendimizi Görebilecek Miyiz?
Lahey’de düşen maskeler sadece Trump’ın değil, Batı demokrasilerinin de aynasına yansıyan bir kırılmayı simgeliyor. Bu kırık aynada, hem liderlerin hem toplumların gerçeklik algısı ve onur anlayışı sorgulanıyor.
Bu yüzden, NATO’nun ve Batı ittifaklarının geleceği, sadece askeri ve stratejik tercihlere değil, aynı zamanda etik, psikolojik ve kültürel bir dönüşüme de bağlıdır.
Eğer Avrupa ve müttefikleri, bu kırık aynaya cesaretle bakmaz, teslimiyetçi ve popülist liderlikleri aşamazsa, gelecekteki güvenliklerini değil, kimliklerini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Dipnotlar
1. NATO Brussels Communiqué (2025). Resmî metin. www.nato.int
2. Trump, D. J. (2025). “Remarks at the NATO Summit.” White House Press Office.
3. Goffman, E. (1959). The Presentation of Self in Everyday Life. Anchor Books.
4. Moffitt, B. (2016). The Global Rise of Populism: Performance, Political Style, and Representation. Stanford University Press.
5. Arendt, H. (1958). The Human Condition. University of Chicago Press.
6. Lifton, R. J. (1989). Thought Reform and the Psychology of Totalism. UNC Press.
7. Van der Loo, H. (2022). “Soft Authoritarianism and Political Aesthetics.” European Journal of Politics, 19(3).
8. Bauman, Z. (2013). Liquid Modernity. Polity Press.
9. De Volkskrant Editorial. (2025). “NATO-top: een tragikomedie in Lahey.” De Volkskrant.
10. Martínez, C. (2025). “España no baila en el circo: postura española frente a la cumbre de la OTAN.” El País Internacional.
11. Galtung, J. (1969). “Violence, Peace, and Peace Research.” Journal of Peace Research, 6(3), 167–191.
12. Arendt, H. (1971). “Thinking and Moral Considerations.” Social Research, 38(3), 417–446.
13. El País Anket Raporu (2025). “¿Apoyan los españoles la postura de su gobierno en la cumbre de la OTAN?” elpais.com.
14. NATO Official Press Release (2025). Brussels Summit Communiqué – June 2025, nato.int
15. Le Monde (2025). “La France refuse la folie des 5%.”
16. Zürn, M. (2020). “The Decline of the Liberal International Order.” International Affairs, 96(1), 7–23.
17. Baudrillard, J. (1981). Simulacres et Simulation. Galilée.
18. Keane, J. (2009). The Life and Death of Democracy. Simon & Schuster.
19. Bourdieu, P. (1991). Language and Symbolic Power. Harvard University Press.
20. Stavridis, J. (2024). The Cost of Alliance: A Modern Military Economy. Brookings Institution Press.
21. NATO. (2025). Defence Expenditure of NATO Countries (2022–2025). NATO Official Archive.
22. Müller, J.-W. (2016). What Is Populism? University of Pennsylvania Press.
23. McIntyre, L. (2018). Post-Truth. MIT Press.
24. D’Ancona, M. (2017). Post-Truth: The New War on Truth and How to Fight Back. Ebury Press.
25. Allison, G. (2017). Destined for War: Can America and China Escape Thucydides’s Trap? Houghton Mifflin Harcourt.
26. Walt, S. M. (2018). The Hell of Good Intentions. Farrar, Straus and Giroux.
27. Zürn, M. (2018). A Theory of Global Governance: Authority, Legitimacy, and Contestation. Oxford University Press.
28. Runciman, D. (2018). How Democracy Ends. Profile Books.