DİRENİŞ CEPHESİ ve DÜNYADA SULH, BÖLGEDE SULH PAKTI

Ortadoğu’da Egemenlik, Adalet ve Güvenlik İçin Ortak Vizyon

21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken küresel güvenlik mimarisi ciddi bir dönüşüm içerisindedir. Özellikle Ortadoğu coğrafyası, nükleer tehditler, askeri işgaller ve emperyalist müdahaleler nedeniyle tarihin en kırılgan dönemlerinden birini yaşamaktadır. Bu coğrafyada barışın tesisi, yalnızca bölge halkları için değil, küresel istikrar açısından da hayati önem taşımaktadır.

İsrail’in ABD desteğiyle yürüttüğü saldırgan politikalar, sadece Filistin halkını değil; İran, Suriye, Irak ve hatta Türkiye gibi çevre ülkeleri de doğrudan tehdit eder konuma getirmiştir[^1]. İsrail’in elinde olduğu tahmin edilen yaklaşık 80-300 adet nükleer savaş başlığı ve ABD’nin 5000’e yakın nükleer bombası bu tehdidin gerçekliğini ortaya koymaktadır[^2].

Bu tehlike karşısında, bölgesel güçlerin sadece savunmaya değil, aynı zamanda ortak bir vizyona dayalı, stratejik bir iş birliği eksenine yönelmesi gereklidir. Bu bağlamda, Direniş Cephesi askeri-siyasi direnişi temsil ederken, “Dünyada Sulh, Bölgede Sulh Paktı” diplomatik, hukuki ve kültürel direnişin taşıyıcısı olmalıdır.

1. Küresel Güç Dengeleri ve Ortadoğu’da Nükleer Tehdit

Ortadoğu, Soğuk Savaş’tan bu yana büyük güçlerin rekabet alanı olarak konumlanmıştır. ABD-İsrail ittifakı, bölgedeki statükoyu silah gücüyle sürdürürken; İsrail’in nükleer gücü resmi olarak açıklanmasa da çeşitli kaynaklarda 80 ila 300 arasında savaş başlığına sahip olduğu tahmin edilmektedir[^3].

İran gibi ülkelerin ise, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) denetiminde barışçıl nükleer programlar yürütmesine rağmen sürekli ambargo ve tehditlerle karşı karşıya kalması, bu dengesizliğin en açık örneğidir[^4].

Bu dengesizlik, yalnızca bölgesel değil, küresel adaletsizliğin göstergesidir. ABD ve Batı blokunun İran’ın nükleer programını baskılarken, İsrail’in programını “yok sayması” çifte standarttır. Bu çifte standarda karşı, Direniş Cephesi caydırıcı güç oluştururken; Sulh Paktı hukuki ve diplomatik bir karşı duruş sergilemelidir.

2. İran’a Yönelik Saldırganlık ve Türkiye’nin Ulusal Güvenliği

İran’a yönelik saldırı tehditleri sadece bu ülkenin enerji, sınır ve rejim yapısını değil; aynı zamanda Türkiye’nin jeopolitik güvenliğini de tehlikeye atmaktadır. İran’a olası bir saldırı, enerji hatlarının kesintiye uğraması, sınır güvenliği problemleri ve göç dalgası gibi çok boyutlu krizlere yol açacaktır[^5].

Özellikle ABD’nin “nükleer tehdit” bahanesiyle Irak’ta olduğu gibi askeri müdahale planları, Ortadoğu’da yeni bir felaketi tetikleyebilir. Türkiye, İran’a yönelik böylesi bir müdahaleyi kendi güvenliği açısından da tehdit olarak değerlendirmelidir[^6].

Bu çerçevede oluşturulacak Direniş Cephesi, Türkiye, İran, Suriye, Irak, Lübnan ve Azerbaycan arasında karşılıklı güveni artıracak askeri ve siyasi iş birliği mekanizmalarını içermelidir. Sulh Paktı ise bu ittifakın uluslararası meşruiyetini oluşturacak diplomatik platform görevi görecektir.

3. Emperyalizme Karşı Bölgesel Direniş ve Tarihsel Hafıza

Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı verdiği mücadele, tarihsel hafızada derin izler bırakmıştır. 1916 Sykes-Picot anlaşmasıyla başlayan yapay sınırlandırmalar, günümüzde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgal politikalarıyla devam etmektedir[^7].

ABD’nin 2003 Irak işgali, bölgeye istikrar değil, milyonlarca insanın ölümü, altyapıların yıkımı ve radikal örgütlerin yükselişiyle sonuçlanmıştır[^8]. Aynı şekilde Suriye’de vekâlet savaşlarıyla yaratılan kaos, bölge halklarını parçalamayı hedefleyen bir stratejinin ürünüdür.

Direniş Cephesi, bu tarihsel bağlamda dış müdahalelere karşı kolektif refleksi temsil ederken; Dünyada Sulh, Bölgede Sulh Paktı, bölgenin kendi hukukuna, kimliğine ve barış vizyonuna dayanan yeni bir siyasi dili inşa etmelidir.

4. Ortak Güvenlik ve Gelecek Perspektifi: Cephenin ve Paktın Yapılanması

Direniş Cephesi, askeri, teknolojik ve istihbarat alanlarında birlikte hareket eden bir yapı olmalıdır. İran’ın füze teknolojileri, Türkiye’nin insansız hava aracı (İHA) gücü, Suriye ve Irak’ın sınır bilgisi gibi stratejik unsurlar birlikte kullanılmalıdır[^9].

Diğer taraftan Dünyada Sulh, Bölgede Sulh Paktı, ortak kültürel diplomasi, medya iş birlikleri ve uluslararası hukuk girişimleriyle dünya kamuoyunu etkileyen bir güç merkezi olmalıdır. UNESCO ve BM nezdinde bu pakt aracılığıyla yeni barış metinleri gündeme taşınmalıdır[^10].

Her iki yapı da birbirinden ayrı değil, tamamlayıcı yapılar olarak tasarlanmalıdır. Direniş askeri caydırıcılığı sağlar, sulh paktı meşruiyet üretir.

5. İsrail Saldırganlığına Karşı Ortak Duruş ve Caydırıcılık

İsrail’in Gazze’ye yönelik 2008, 2012, 2014, 2021 ve 2023’teki saldırıları binlerce sivilin ölümüne ve BM raporlarında yer alan savaş suçu tespitlerine rağmen herhangi bir yaptırımla karşılaşmamıştır[^11].

İsrail’in saldırganlığının cezasız kalması, uluslararası sistemin çifte standartlı yapısına işaret etmektedir. Bu durum, yalnızca Filistin’e değil; bütün bölge ülkelerine yönelik bir tehdit olarak görülmelidir[^12].

Bu bağlamda Direniş Cephesi, askeri caydırıcılık sağlarken; Sulh Paktı, uluslararası hukuk nezdinde dava süreçleri, medya girişimleri ve boykot kampanyalarıyla İsrail’in yalnızlaştırılmasını hedeflemelidir.

Sonuç ve Öneriler

Ortadoğu’da kalıcı barış ve güvenlik, dış güçlerin müdahalesiyle değil; bölge halklarının eşitlik, egemenlik ve karşılıklı saygıya dayalı birlikteliğiyle sağlanabilir.

Türkiye’nin öncülüğünde şekillenecek Direniş Cephesi ve Dünyada Sulh, Bölgede Sulh Paktı, bölgesel güvenliğin iki temel sütunu olabilir. Bu iki yapı birbirine rakip değil, tamamlayıcıdır. Biri caydırıcılık ve direnç inşa ederken, diğeri diplomatik çözüm ve meşruiyet üretir.

Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Azerbaycan başta olmak üzere bütün bölge devletleri bu tarihi sorumluluğu üstlenmeli; halkları savaş ve yıkım sarmalından kurtaracak yeni bir bölgesel vizyonu hayata geçirmelidir.

Kaynakça / Dipnotlar

[^1]: Noam Chomsky, Middle East Illusions, Rowman & Littlefield, 2003.

[^2]: Federation of American Scientists, “Status of World Nuclear Forces,” 2024.

[^3]: Hans Kristensen & Matt Korda, “Israeli nuclear weapons, 2022,” Bulletin of the Atomic Scientists, 2022.

[^4]: International Atomic Energy Agency (IAEA), “Iran’s Safeguards Reports,” 2023.

[^5]: Sedat Laçiner, “İran Krizi ve Türkiye’nin Jeopolitik Konumu,” Ortadoğu Analiz, 2010.

[^6]: Graham E. Fuller, Turkey and the Arab Spring: Leadership in the Middle East, World Politics Review, 2012.

[^7]: James Barr, A Line in the Sand: Britain, France and the Struggle That Shaped the Middle East, Simon & Schuster, 2011.

[^8]: Richard Falk, “Iraq War and International Law,” Yale Journal of International Law, Vol. 31, 2005.

[^9]: Can Kasapoğlu, “Turkey’s Drone Strategy,” EDAM Research Report, 2021.

[^10]: United Nations, “UNESCO Cultural Diplomacy Framework,” 2020.

[^11]: UNHRC, “Report of the Commission of Inquiry on the 2014 Gaza Conflict,” 2015.

[^12]: Rashid Khalidi, The Hundred Years’ War on Palestine, Metropolitan Books, 2020.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir