Emperyalizm ve Kapitalizmin En Zalim Yüzü: Gazze, Irak, Suriye, Libya ve Türkiye Örneği

Oslo, 3 Ekim 2025

Emperyalizm, kapitalizmin en yıkıcı ve kalıcı sonuçlar doğuran aşamalarından biri olarak, siyasi, ekonomik ve askerî araçlarla toplumsal yapıları dönüştüren çok katmanlı bir süreçtir. Bu süreç, uluslararası ilişkilerde güç hiyerarşisini pekiştirirken, yerel halklar üzerinde derin insani, ekonomik ve politik etkiler yaratmaktadır.

Gazze’de uygulanan abluka ve askeri operasyonlar, Irak’ta gerçekleştirilen işgaller ve kaynak kontrolü, Suriye’de süregelen iç savaş ve dış müdahaleler, Libya’da NATO operasyonları ile Türkiye’deki siyasi-ekonomik bağımlılık süreçleri, emperyalizmin çok boyutlu yapısını somutlaştırmaktadır.

Emperyalizm, modern tarih boyunca en tartışmalı kavramlardan biri olmuş ve özellikle 20. yüzyılda kapitalist devletlerin dünya düzenindeki hâkimiyetini açıklamak için sıklıkla kullanılmıştır. Kavram, güçlü devletlerin ekonomik, siyasi ve askerî araçlarla zayıf devletleri kontrol altına alma sürecini ifade eder.

Kapitalizmin gelişimi, emperyalizmin ortaya çıkışını anlamak için kritik öneme sahiptir. Sanayi Devrimi ile birlikte üretim fazlası ve sermaye yoğunlaşması, yeni pazarların ve hammadde kaynaklarının zorunlu olarak ele geçirilmesini gündeme getirmiştir. Bu durum, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik ve askerî müdahaleleri de gerekli kılmıştır.

Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır ve tekelci kapitalizm ile finans kapitalin birleşimi, uluslararası alanda sömürgeci ve bağımlılık yaratıcı politikaların doğmasına yol açmıştır. Hobson ise sermaye fazlasının ve yerel talebin yetersizliğinin, dışa yönelimi ve emperyalist müdahaleleri tetiklediğini belirtir.

Ortadoğu coğrafyası, stratejik konumu ve enerji kaynakları nedeniyle emperyalizmin yoğun biçimde uygulandığı bir bölge olarak dikkat çeker. Gazze, Irak, Suriye ve Libya örnekleri, emperyalizmin hem doğrudan şiddet hem de dolaylı ekonomik ve siyasi kontrol yollarını nasıl kullandığını göstermektedir.

Kuramsal Çerçeve

Hobson ve Emperyalizmin Ekonomik Kaynakları

John A. Hobson, 1902 tarihli Imperialism: A Study adlı eserinde, emperyalizmi ekonomik bir zorunluluk olarak değerlendirir. Hobson’a göre, gelişmiş kapitalist ülkelerde sermaye fazlası ve tüketim yetersizliği, ulusal sınırlar içinde yeterli yatırım alanı bulunamamasına yol açar.

Sermaye, kârlı alan arayışıyla dış pazarlara yönelir ve bu durum politik ve askerî araçlarla desteklenir. Hobson’un analizine göre emperyalizm, yalnızca güç kullanımı değil, ekonomik yapının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Bu yaklaşım, emperyalizmin geçici bir siyasi tercih olmadığını; aksine kapitalist sistemin yapısal bir özelliği olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Hobson’un tespitleri, günümüz dünyasında sermaye ihracı ve küresel ekonomik bağımlılık ilişkilerinin anlaşılmasına temel oluşturur.

Gazze, Irak veya Libya gibi örnekler, Hobson’un analizini doğrular niteliktedir. Sermaye, dış pazarlarda ve stratejik bölgelerde çıkar sağlamak için siyasi ve askeri müdahaleleri zorunlu kılmaktadır.

Lenin ve Kapitalizmin En Yüksek Aşaması

Lenin, 1916’da kaleme aldığı Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması eserinde Hobson’un analizini genişletir. Ona göre, kapitalizm tekelci ve finans kapital aşamasına ulaştığında, yeni pazarlar, ucuz işgücü ve hammadde kaynakları ele geçirilmek zorundadır.

Bu aşamada emperyalizm, yalnızca ekonomik bir süreç değil, aynı zamanda siyasi ve askerî bir stratejidir. Tekellerin ve bankaların birleşmesi, uluslararası rekabeti yoğunlaştırır ve dünya çapında çatışmalara yol açar.

Lenin’in analizinde emperyalizm, kapitalist sistemin zorunlu bir aşaması olarak görülür. Sistem bu aşamaya ulaşmadan sürdürülemez; bu nedenle savaşlar ve işgaller, ekonomik ve politik zorunlulukların bir sonucudur.

Modern Ortadoğu örnekleri, Lenin’in öngördüğü yapısal emperyalist süreçleri somutlaştırır. İşgal ve askeri müdahaleler, sadece siyasi kararların değil, sistemin kendisinin bir yansımasıdır.

Wallerstein ve Dünya-Sistemleri Teorisi

Immanuel Wallerstein, dünya-sistemleri teorisi ile emperyalizmi küresel kapitalist düzenin işleyişi bağlamında açıklar. Ona göre dünya, merkez, yarı-çevre ve çevre ülkelerinden oluşan hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Merkez ülkeler, ileri teknoloji ve finansal üstünlükleri sayesinde çevre ülkelerin emeğini ve kaynaklarını sömürürken; yarı-çevre ülkeler bu iki düzey arasında konumlanır.

Ortadoğu ülkelerinin çoğu, zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen çevre veya yarı-çevre konumunda kalmış, bu nedenle emperyalist ilişkilerin baskısına en fazla maruz kalan bölgelerden biri olmuştur. Wallerstein’in yaklaşımı, emperyalizmin sadece tek bir devletin politikası değil, küresel kapitalist sistemin bir özelliği olduğunu ortaya koyar.

Bu bağlamda, Gazze, Irak, Suriye ve Libya örnekleri, merkez-çevre ilişkilerinin somutlaşmış hâllerini temsil eder. Emperyal güçler, stratejik ve ekonomik çıkarlarını güvence altına almak için bu ülkeler üzerinde uzun süreli etkiler kurmuştur.

Harvey ve Yeni Emperyalizm

David Harvey, modern emperyalizmi açıklarken “yeni emperyalizm” kavramını ortaya atar. Ona göre, günümüz emperyalizmi yalnızca doğrudan işgal ve askeri müdahaleden ibaret değildir. Borçlandırma, özelleştirme, küresel finans kurumlarının baskısı ve serbest ticaret anlaşmaları gibi mekanizmalarla işleyen bir “mülksüzleştirme yoluyla birikim” süreci söz konusudur.

Bu süreç, neoliberal politikaların yaygınlaşmasıyla birlikte küresel ölçekte derinleşmiş ve özellikle gelişmekte olan ülkeleri dışa bağımlı hâle getirmiştir. Harvey’in analizleri, modern Ortadoğu ülkelerinin ekonomik ve siyasi bağımlılık süreçlerini anlamada yol gösterici olur.

Kuramsal çerçeve bir bütün olarak değerlendirildiğinde, emperyalizm yalnızca askeri müdahalelerden ibaret olmayıp; ekonomik, politik ve toplumsal boyutlarıyla sürekli işleyen çok katmanlı bir süreçtir. Gazze, Irak ve Libya örnekleri, Hobson, Lenin, Wallerstein ve Harvey’in teorilerini somutlaştıran vaka çalışmalarıdır.

Gazze

Abluka, Ekonomik Sömürü ve Soykırım Boyutu

Gazze, coğrafi olarak küçük olmasına rağmen stratejik ve sembolik önemi nedeniyle emperyal müdahalelerin odak noktalarından biridir. 2007’den bu yana uygulanan İsrail ablukası, bölgenin ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkilemiştir. Limanlar ve sınır kapıları sıkı kontrol altında tutulmakta, temel gıda, yakıt ve ilaç malzemelerinin giriş çıkışı ciddi şekilde kısıtlanmaktadır.

Abluka, Gazze ekonomisinin çökmesine ve işsizliğin artmasına neden olmuş, halkın yaşam koşulları sürdürülemez hâle gelmiştir. İnsanların temel ihtiyaçlarına erişimin engellenmesi, modern hukukta “yavaşlatılmış soykırım” olarak tanımlanabilecek bir durum olarak değerlendirilir. Bu süreç, kitlesel ölüm, kronik açlık ve sağlık krizleri yaratmaktadır.

Sermaye ve yatırımın kısıtlı olması, ekonomik faaliyetin daralmasına yol açarken, genç nüfusun iş bulma olanakları da büyük ölçüde azalmıştır. Hobson’un sermaye fazlası ve dışa yönelim teorisi, Gazze’deki ekonomik kuşatmayı açıklamak için uygun bir çerçeve sunar. Ekonomik baskının ve ablukanın birlikte uygulanması, sivil nüfus üzerinde sistematik bir yıkım mekanizması oluşturur.

Abluka ve ekonomik kuşatma, sosyal ve politik bağımlılığı da artırmıştır. Ekonomik kaynakların kontrolü, bazı grupların güç kazanmasını sağlarken, diğerlerinin etkisini sınırlamaktadır. Toplumun yapısal olarak bölünmesine yol açan bu süreç, kitlesel insan hakları ihlalleri ve dolaylı soykırım biçimlerinin bir parçası olarak yorumlanabilir.

Askeri Operasyonlar ve Soykırım İddiaları

Gazze, son yıllarda tekrarlayan askeri operasyonların hedefi olmuştur. Bu operasyonlar, sivil kayıpların artmasına ve altyapının tahrip olmasına yol açmıştır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, sadece 2023 yılı içinde binlerce sivil yaşamını yitirmiş ve yüzbinlercesi yerinden edilmiştir (UN OCHA, 2023).

Askeri operasyonlar, yoğun sivil kayıpları ve altyapının yıkımını içerdiğinden, bazı akademik ve insan hakları kuruluşları tarafından soykırım veya etnik temizlik girişimi boyutunda değerlendirilmiştir. Sivil alanların hedef alınması ve sağlık, eğitim gibi temel hizmetlerin aksaması, modern uluslararası hukukta ciddi bir suç olarak kabul edilmektedir.

Lenin’in tekelci kapitalizm analizine göre, bu tür müdahaleler kapitalist sistemin yapısal zorunluluklarının bir sonucudur. Ancak insani perspektiften bakıldığında, Gazze’deki sürekli şiddet ortamı ve kitlesel zarar, soykırım suçlamalarını gündeme getirmektedir.

Bölgede devam eden çatışma, yeni kuşakların yaşam kalitesini düşürmekte ve sosyal dayanışma ağlarını zayıflatmaktadır. Askeri şiddetin sürekliliği, Gazze’yi modern emperyalizmin doğrudan şiddet ve kitlesel insan hakları ihlallerini uyguladığı bir örnek hâline getirmiştir.

Irak

İşgal ve Kaynak Kontrolü

Irak, 2003 yılında ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri tarafından işgal edildi. Resmi gerekçeler genellikle kitle imha silahları ve terörle mücadele olarak sunulsa da, analistler ve akademik çalışmalar, işgalin esas olarak petrol kaynaklarını ve stratejik kontrolü ele geçirme amaçlı olduğunu ortaya koymaktadır. İşgal süreci, Irak toplumunun ekonomik, siyasi ve sosyal yapısına derin zararlar vermiştir.

İşgalle birlikte ülkedeki kamu hizmetleri ve altyapı büyük ölçüde tahrip edildi. Elektrik, su, sağlık ve eğitim hizmetlerinin çökmesi, sivil nüfusun yaşam standartlarını dramatik biçimde düşürdü. Bu durum, modern hukukta “sistematik yıkım” ve dolaylı soykırım uygulaması olarak değerlendirilebilecek bir sürece işaret etmektedir.

İşgale bağlı ekonomik yeniden yapılanma politikaları, Irak halkının kontrolünü kaybetmesine yol açtı. Petrol gelirlerinin ve ekonomik kaynakların büyük kısmı yabancı şirketlerin ve işgalci güçlerin kontrolüne geçti. Bu da halkın hayatta kalabilme olanaklarını ciddi şekilde sınırladı. Harvey’in mülksüzleştirme yoluyla birikim analizleri, bu süreci anlamak için uygun bir çerçeve sunar.

İşgale eşlik eden yasal ve politik müdahaleler, yerel yönetimlerin özerkliğini ortadan kaldırdı. Koalisyon güçlerinin dayattığı hükümet yapıları ve bürokratik düzenlemeler, yerli halkın kendi yönetiminde söz sahibi olmasını engelledi. Bu süreç, kitlesel insan hakları ihlalleri ve toplumun sistematik olarak kontrol altına alınmasını gündeme getirdi.

Askeri Müdahale ve Soykırım İddiaları

Irak’ta işgal süreci, binlerce sivilin ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden oldu. Savaş ve işgal sonrası ortaya çıkan istikrarsızlık ortamı, kitlesel ölümlere, sağlık krizlerine ve sosyal çöküşe yol açtı. Bu durum, uluslararası insan hakları örgütleri tarafından soykırım veya kitlesel insan hakları ihlali bağlamında ele alınmaktadır.

Askeri müdahaleler sırasında sivil bölgelerin hedef alınması, altyapının kasıtlı olarak tahrip edilmesi ve temel hizmetlerin kesintiye uğratılması, modern hukukta ciddi suçlar arasında yer almaktadır. Bu süreç, Irak toplumunun hem fiziksel hem de sosyal olarak parçalanmasına yol açmıştır.

Irak işgali, Lenin’in ve Hobson’un emperyalizm analizleriyle de açıklanabilir. Kapitalist sistemin kaynak ihtiyacı ve tekelci sermaye birikimi, işgali yapısal bir zorunluluk hâline getirmiştir. Ancak sonuçları açısından, binlerce sivilin ölümü ve toplumun temel işlevlerinin çökmesi, soykırım boyutu olarak değerlendirilmesini mümkün kılar.

Savaş sonrası dönemde Irak, uzun süreli bir güvenlik boşluğu, etnik ve mezhepsel çatışmalar ve ekonomik bağımlılık ile karşı karşıya kaldı. Bu durum, modern emperyalizmin sadece askeri müdahaleyle değil, aynı zamanda yapısal yıkım ve toplumsal kontrol mekanizmalarıyla da işlediğini göstermektedir.

Suriye

İç Savaş ve Dış Müdahaleler

Suriye, 2011 yılında başlayan iç savaş ile birlikte modern emperyalizmin çok katmanlı bir biçimde uygulandığı bir saha hâline gelmiştir. İç savaş, başlangıçta yerel halkın demokratik taleplerinin bastırılması olarak görünse de, kısa sürede bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleriyle derinleşmiştir. ABD, Rusya, Türkiye ve İran gibi aktörler, farklı bölgelerde farklı grupları destekleyerek çatışmayı uluslararası bir boyuta taşımıştır.

Dış müdahaleler, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi özerkliğini zedelemiş, ülkenin kurumsal yapısının çökmesine yol açmıştır. Hava saldırıları, kuşatmalar ve ağır silah kullanımı, sivil kayıplarını artırmış, altyapı ve temel hizmetler büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Bu durum, uluslararası hukuk ve insan hakları açısından ciddi ihlaller olarak değerlendirilmektedir.

Savaş süreci boyunca milyonlarca insan evlerini terk etmek zorunda kalmış, milyonlarca kişi mülteci konumuna düşmüştür. Uluslararası örgütler, sivillere yönelik saldırıların, bazı bölgelerde etnik temizlik ve dolaylı soykırım boyutuna ulaştığını raporlamıştır. Bu bağlamda, Suriye’deki çatışmalar, hem doğrudan şiddet hem de yapısal baskı araçları ile yürütülen bir emperyal müdahale örneği olarak incelenebilir.

Ekonomik yıkım ve altyapı tahribatı, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamasını imkânsız hâle getirmiştir. Sağlık, eğitim ve gıda temini büyük ölçüde aksarken, dış yardım mekanizmaları hem sınırlı hem de siyasi koşullara bağlı olarak uygulanmıştır. Harvey’in yeni emperyalizm analizleri, bu süreçte ekonomik baskının ve bağımlılığın stratejik bir araç olarak kullanıldığını göstermektedir.

Politik ve Sosyal Mühendislik

Suriye’deki dış müdahaleler, sadece askeri operasyonlarla sınırlı kalmamış; aynı zamanda toplumsal ve politik mühendislik uygulamalarıyla desteklenmiştir. Desteklenen yerel gruplar ve politik aktörler, dış güçlerin stratejik çıkarları doğrultusunda güçlendirilmiş ve bağımsızlıkları kısıtlanmıştır.

Bu süreç, toplumsal yapının parçalanmasına ve farklı etnik/mezhepsel gruplar arasında gerilimlerin artmasına yol açmıştır. Bölgesel güçlerin müdahaleleri, toplumun sosyal dokusunu hedef alan bir strateji olarak görülebilir ve kitlesel insan hakları ihlalleri perspektifiyle değerlendirildiğinde soykırım veya etnik temizlik boyutlarını da içerir.

Savaşın başlamasından bu yana, çocuklar ve genç nüfus üzerinde ciddi psikolojik ve fizyolojik etkiler gözlemlenmiştir. Eğitim kurumlarının tahribi ve sağlık hizmetlerinin aksaması, uzun vadede toplumsal yeniden yapılanmayı zorlaştırmıştır. Bu durum, emperyal müdahalelerin sadece kısa vadeli siyasi ve ekonomik hedeflerle sınırlı olmadığını, toplumun gelecek nesillerini de hedef aldığını göstermektedir.

Dolayısıyla, Suriye örneği, modern emperyalizmin çok boyutlu araçlarını kullanarak toplumsal yapıları dönüştürdüğünü ve kitlesel insan hakları ihlallerine yol açtığını açıkça ortaya koymaktadır. İç savaş ve dış müdahaleler, hem doğrudan şiddet hem de yapısal baskı mekanizmalarıyla yürütülen bir emperyal stratejinin ürünüdür.

Libya

NATO Müdahalesi ve Devletin Çöküşü

Libya, 2011 yılında başlayan iç savaş ve ardından NATO müdahalesi ile modern emperyalizmin doğrudan askeri güç kullanımına bir örnek teşkil etmektedir. Müdahale, resmi olarak sivilleri koruma ve insani krizleri önleme gerekçesiyle başlatılmış olsa da, sahadaki uygulamalar, ülkenin doğal kaynaklarına ve stratejik konumuna yönelik bir güç operasyonunu da içeriyordu.

NATO operasyonları, hava saldırıları ve kara desteği ile yürütülmüş, bu süreçte siviller ve sivil altyapı ciddi şekilde zarar görmüştür. Hastaneler, okullar ve konut alanları hedef alınmış, ülke çapında geniş çaplı yıkım meydana gelmiştir. Bu tahribat, Libya toplumunun uzun vadeli yeniden yapılanmasını engellemiş ve kitlesel insan hakları ihlallerine yol açmıştır.

Devlet kurumlarının çöküşü, Libya’yı uzun süreli bir güvenlik boşluğu ve iç çatışmalar sahasına dönüştürmüştür. Yerel yönetimlerin işlevsiz hâle gelmesi, silahlı grupların ve yerel milislerin güç kazanmasını sağlamış, böylece toplumun kontrolü dış güçlerin etkisi altında şekillenmiştir. Bu durum, modern emperyalizmin askeri ve siyasi araçlarıyla toplumları dönüştürdüğü bir örnek olarak değerlendirilebilir.

Ekonomik kaynakların kontrolü, özellikle petrol gelirlerinin ve limanların yabancı güçlerin ve işbirlikçi aktörlerin kontrolüne geçmesi, Harvey’in “mülksüzleştirme yoluyla birikim” analizini doğrular niteliktedir. Libya, sadece askeri müdahale ile değil, aynı zamanda ekonomik ve politik kontrol mekanizmalarıyla da sömürgeleştirilmiştir.

İnsan Hakları İhlalleri ve Soykırım Boyutu

Müdahale sürecinde ve sonrası dönemde, binlerce sivil hayatını kaybetmiş, yüzbinlercesi yerinden edilmiş ve temel insani ihtiyaçlara erişim ciddi şekilde engellenmiştir. Bu durum, uluslararası insan hakları örgütleri tarafından kitlesel ihlaller ve bazı bölgelerde soykırım veya etnik temizlik boyutu taşıyan uygulamalar olarak raporlanmıştır.

Sivil hedeflerin bombardımanı, sağlık ve eğitim hizmetlerinin aksaması, iç göç ve mülteci krizleri, Libya toplumunun sosyal ve ekonomik dokusunu derinden etkilemiştir. Bu süreç, modern emperyalizmin sadece askeri müdahaleyle sınırlı kalmadığını, toplumsal yapıyı da sistematik biçimde dönüştürdüğünü göstermektedir.

Politik mühendislik, Libya’da NATO ve desteklediği yerel aktörler aracılığıyla uygulanmıştır. Ülke yönetiminin kontrolü, dış müdahaleler ve işbirlikçi gruplar üzerinden sağlanmış, bağımsız karar alma kapasitesi büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Bu durum, toplumun hem fiziksel hem de yapısal olarak kontrol altına alınması anlamına gelir.

Libya örneği, Gazze, Irak ve Suriye ile birlikte değerlendirildiğinde, modern emperyalizmin çok boyutlu araçlarla yürütüldüğünü ve kitlesel insan hakları ihlalleri ile soykırım boyutlarını içerdiğini göstermektedir. Hem doğrudan şiddet hem de yapısal baskı mekanizmaları eş zamanlı olarak uygulanmıştır.

Türkiye

Emperyal İlişkiler ve Stratejik Bağımlılık

Türkiye, jeopolitik konumu ve bölgesel rolü nedeniyle modern emperyalizmin etkilerini farklı biçimlerde deneyimlemiştir. NATO üyeliği, Soğuk Savaş döneminde Batı bloğuna bağımlılığı pekiştirmiş, ekonomik ve askeri stratejileri büyük ölçüde dış aktörlerin etkisi altında şekillendirmiştir. Bu durum, ülkenin ulusal özerkliğini sınırlayan yapısal bir bağımlılık mekanizması olarak değerlendirilebilir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin jeopolitik önemi, enerji koridorları ve Orta Doğu’ya açılan stratejik konumu ile artmıştır. ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere dış güçler, ekonomik yardımlar, askeri eğitim ve teknoloji transferleri aracılığıyla Türkiye üzerinde etki sağlamıştır. Bu süreç, Harvey’in “yeni emperyalizm” analizinde ifade ettiği ekonomik ve politik bağımlılık ilişkilerini doğrular niteliktedir.

Türkiye’nin dış politika ve güvenlik stratejileri, bölgesel krizlere müdahale kapasitesi ile yakından ilişkilidir. Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerdeki müdahaleler ve insani krizler, Türkiye’nin sınır güvenliği ve enerji politikalarını doğrudan etkilemiş, dolaylı olarak ülke içi ekonomik ve siyasi öncelikleri yeniden şekillendirmiştir. Bu durum, emperyal ilişkilerin çok boyutlu etkilerini ortaya koymaktadır.

Modern Türkiye örneğinde, ekonomik borçlanma ve dış yatırımların rolü, ülkenin ulusal politika tercihlerini sınırlayan bir baskı mekanizması olarak görülmektedir. Finansal bağımlılık, kritik sektörlerin kontrolü ve dış aktörlerin siyasi etkisi, ülke üzerinde yapısal bir dış kontrol yaratmaktadır.

Politik ve Toplumsal Etkiler

Türkiye’de emperyal ilişkiler, sadece ekonomik ve askeri araçlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda politik ve toplumsal düzeyde etkiler yaratmıştır. Dış aktörlerin desteklediği politik aktörler ve stratejik öncelikler, yerli siyaset ve bürokrasi üzerinde dolaylı kontrol mekanizmaları oluşturmuştur.

Toplumsal etkiler, özellikle kriz dönemlerinde ekonomik sıkıntı, işsizlik ve güvenlik kaygıları üzerinden hissedilmiştir. Bu durum, halkın yaşam kalitesini etkilemiş ve toplumsal dayanışma ile yerel yönetim kapasitesini zayıflatmıştır.

Türkiye’nin medya ve kamuoyu üzerinde dış aktörlerin stratejik etkileri de görülmektedir. Farklı uluslararası projeler ve finansal destek mekanizmaları, toplumsal algıların şekillenmesinde rol oynamış ve bazı politik kararların dış müdahalelerle uyumlu hâle gelmesine yol açmıştır.

Kısaca, Türkiye örneği, modern emperyalizmin askeri müdahale olmadan da ekonomik, politik ve toplumsal bağımlılık mekanizmaları aracılığıyla işlediğini göstermektedir. Bu bağlamda Türkiye, bölgesel güç dengeleri ve küresel kapitalist sistemin etkilerini doğrudan deneyimleyen bir ülke olarak değerlendirilebilir.

Karşılaştırmalı Değerlendirme

Gazze, Irak, Suriye, Libya ve Türkiye örnekleri, modern emperyalizmin farklı araç ve yöntemlerle nasıl uygulandığını açıkça göstermektedir. Gazze ve Irak’ta doğrudan şiddet ve askeri operasyonlar öne çıkarken, Libya ve Suriye’de hem askeri müdahaleler hem de politik mühendislik süreçleri bir arada yürütülmüştür. Türkiye örneği ise, askeri işgal olmaksızın ekonomik ve politik bağımlılık mekanizmalarının nasıl işlediğini ortaya koyar.

Bütün bu örneklerde ortak olan temel özellik, emperyalist güçlerin sivil nüfus üzerinde uzun süreli etkiler yaratmasıdır. Gazze ve Irak’ta uygulanan abluka, işgal ve saldırılar, kitlesel ölüm, sağlık krizleri ve altyapı tahribatı yaratmıştır. Suriye ve Libya’da ise uluslararası müdahaleler ve desteklenen yerel aktörler, toplumun yapısını parçalamış ve kitlesel insan hakları ihlalleri boyutunu gündeme getirmiştir.

Ekonomik bağımlılık ve kaynak kontrolü, tüm örneklerde kritik bir rol oynamıştır. Hobson’un sermaye fazlası teorisi, Lenin’in tekelci kapitalizm açıklaması ve Harvey’in yeni emperyalizm analizleri, bu süreçleri anlamak için uygun kuramsal çerçeveler sunar. Enerji kaynakları, stratejik konum ve finansal bağımlılık, emperyal müdahalelerin hem gerekçesi hem de aracı olmuştur.

Bu bağlamda, bu ülkelerdeki durum, modern emperyalizmin çok boyutlu ve eş zamanlı işlediğini göstermektedir. Askeri müdahale, ekonomik baskı, politik mühendislik ve toplumsal kontrol araçları birlikte uygulanmış; toplumların hem fiziksel hem de yapısal olarak kontrol edilmesi sağlanmıştır. Bu durum, emperyalizmin sadece güç politikası değil, aynı zamanda sistematik ve sürekli bir süreç olduğunu ortaya koyar.

Sonuç

Emperyalizm, kapitalizmin yapısal bir zorunluluğu olarak, sadece askeri işgallerle sınırlı kalmayan çok katmanlı bir olgudur. Gazze, Irak, Suriye ve Libya örneklerinde, doğrudan şiddet ve kitlesel insan hakları ihlalleri öne çıkarken; Türkiye örneği ekonomik ve politik bağımlılık mekanizmalarının toplum üzerindeki etkilerini göstermektedir.

Bu beş örnek, emperyalizmin hem tarihsel hem de güncel boyutlarını anlamak için bir çerçeve sunmaktadır. Gazze’deki abluka ve saldırılar, Irak’taki işgal ve kaynak kontrolü, Suriye’deki iç savaş ve dış müdahaleler, Libya’daki NATO operasyonları ve Türkiye’deki yapısal bağımlılık, modern emperyalizmin araçlarını ve sonuçlarını somutlaştırmaktadır.

Kuramsal çerçeve açısından, Hobson, Lenin, Wallerstein ve Harvey’in analizleri, bu örneklerin anlaşılmasına temel sağlamaktadır. Sermaye fazlası, tekelci kapitalizm, merkez-çevre ilişkileri ve mülksüzleştirme yoluyla birikim, emperyalist süreçlerin hem ekonomik hem de politik boyutlarını açıklamaktadır.

Sonuç olarak, emperyalizm sadece güç politikası değil; toplumları, ekonomileri ve politik yapıları dönüştüren sürekli ve sistematik bir süreçtir. Gazze, Irak, Suriye, Libya ve Türkiye örnekleri, bu sürecin modern dünyadaki somut tezahürlerini göstermektedir. İnsan hakları ihlalleri, kitlesel yıkım ve yapısal bağımlılık mekanizmaları, modern emperyalizmin etkilerini açıkça ortaya koymaktadır.

Kaynakça

Hobson, J. A. (1902). Imperialism: A Study. London: James Nisbet & Co.

Lenin, V. I. (1916). Imperialism, the Highest Stage of Capitalism. Moscow: Progress Publishers.

Wallerstein, I. (1974). The Modern World-System. New York: Academic Press.

Harvey, D. (2003). The New Imperialism. Oxford: Oxford University Press.

United Nations Office for the Coordination of Humanitarian Affairs (UN OCHA). (2023). Gaza Humanitarian Overview. https://www.unocha.org

Amnesty International. (2023). Iraq: Human Rights and Occupation. https://www.amnesty.org

Human Rights Watch. (2023). Syria: Civilian Casualties and Humanitarian Crisis. https://www.hrw.org

BBC News. (2011). Libya: NATO Intervention and Civilian Impact. https://www.bbc.com

Smith, T. (2019). Turkey and Modern Imperialism: Geopolitics and Dependency. Journal of Contemporary Politics, 25(4), 45-67.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir