Soğuk Savaş’ın ardından Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan derin devlet yapıları ve bu yapılara dair yürütülen soruşturmalar, siyaset ve güvenlik ilişkilerinin karanlıkta kalan yönlerini aydınlatma çabalarını gündeme taşımıştır. “Gladio” veya daha geniş çerçevede “Süper NATO” olarak bilinen gizli yapılanmalar, başta İtalya olmak üzere Belçika, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerde kamuoyunun dikkatini çekmiş; devlet içindeki paralel örgütlenmelerin, demokratik süreçler üzerinde nasıl etkiler yarattığı sorusu sıkça sorulmuştur.
Bu örgütlenmelerin temel amacı, Sovyet tehdidine karşı bir “iç direniş” yapısı oluşturmak gibi görünse de zamanla bu yapıların iç politika dinamiklerinde, toplumsal hareketlerde ve terör eylemlerinde rol oynadığı iddiaları, ciddi tartışmalara neden olmuştur. Türkiye’de de bu bağlamda 1996’daki Susurluk kazası, kontrgerilla iddiaları, faili meçhul cinayetler ve çeşitli siyasi aktörlerin pozisyonları üzerine yoğunlaşan bir tartışma alanı doğmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin 1997 yılında partinin başına geçmesi, 2002 seçimlerinde aldığı stratejik kararlar ve 2017 sonrası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne verdiği destek gibi siyasi dönemeçler, onu Türk siyasetinin en dikkat çekici ve aynı zamanda en tartışmalı figürlerinden biri haline getirmiştir. Bahçeli’nin özellikle siyasi kriz anlarında yaptığı manevralar, bazı yorumcular tarafından bir tür “derin devlet refleksi” olarak değerlendirilmiş, bazı kesimlerce ise doğrudan “Gladio benzeri bir yapılanmanın Türkiye’deki uzantısı” şeklinde yorumlanmıştır.
Bu makalede, söz konusu iddialar analitik bir çerçevede ele alınacak, Gladio’nun tarihi gelişimi ve işlevi ile Türk siyasetinde Bahçeli’nin stratejik konumlanışı arasında bir bağ olup olmadığı sorgulanacaktır. Özellikle “uyuyan hücre”, “istihbarat aktörü” ve “paralel yapı” gibi kavramlar, akademik literatür ışığında tartışılacak; bu tartışmalar günümüz Türk siyasetinin şekillenmesinde bu tür yapıların etkisinin olup olmadığını analiz etmek üzere kullanılacaktır.
Bu çalışma aynı zamanda devletin millî yapısı, üniter karakteri ve laik sisteminin korunması bağlamında yürütülen tartışmalar içinde, Atatürk ilke ve inkılaplarının savunucusu olduğunu iddia eden kesimlerin nasıl bir siyasal pozisyon alması gerektiği sorusuna da yanıt aramayı amaçlamaktadır.
1. Gladio Nedir? Avrupa’daki Gladio Yapılanmaları
II. Dünya Savaşı’nın ardından Batı Avrupa ülkelerinde, Sovyetler Birliği’nin muhtemel bir işgaline karşı sivil direnişi organize etmek amacıyla NATO şemsiyesi altında gizli paramiliter yapılanmalar kurulmuştur. Bu yapılar, ABD ve İngiltere’nin istihbarat teşkilatları tarafından desteklenmiş, savaş sonrası yeni tehdit algıları doğrultusunda NATO bünyesinde organize edilmiştir. Gladio, bu yapılanmaların İtalya’daki adı olmuş; zamanla bu kavram, Batı Avrupa’daki tüm gizli NATO bağlantılı direniş ordularını tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır (Ganser, 2005).
İtalya’da 1990 yılında Başbakan Giulio Andreotti’nin yaptığı bir açıklama, ülkede uzun yıllar faaliyet gösterdiği öne sürülen ve NATO ile bağlantılı gizli bir yapılanmanın varlığını resmen kabul etmiştir. “Stay-behind” (geride kal) örgütlenmesi olarak tanımlanan bu yapının amacı, bir Sovyet işgali durumunda sabotaj, propaganda ve direniş eylemleri gerçekleştirmekti. Ancak zamanla bu yapıların bazı ülkelerde iç siyaseti yönlendirmek, sol eğilimli partilere karşı manipülasyonlar yapmak ve terör eylemleri düzenlemekle suçlandığı görülmüştür.
Örneğin:
• İtalya: Gladio yapılanması, 1970’lerdeki “Anni di piombo” (Kurşun Yıllar) dönemindeki terör eylemleri ile ilişkilendirilmiştir. Bologna tren istasyonundaki bombalı saldırı gibi olaylarda bu yapıların rolü sorgulanmıştır.
• Belçika ve Lüksemburg: “Brabant Katliamları” gibi faili meçhul eylemler bu gizli ağlarla ilişkilendirilmiştir.
• Yunanistan: “Sheepskin” adı verilen yapılanma, cunta dönemi öncesinde darbe hazırlıklarında aktif rol almakla itham edilmiştir.
Bu örnekler, Gladio benzeri yapıların yalnızca dış tehdide karşı değil, aynı zamanda iç siyaseti dizayn etmek ve ideolojik yönlendirme sağlamak için kullanılmış olabileceği yönünde şüpheler uyandırmıştır. Dolayısıyla, NATO’nun asli güvenlik rolü ile bu örgütlenmelerin uygulamaları arasında ciddi bir çelişki doğmuştur.
Gladio’nun Batı’daki bu yapısal örnekleri, Türkiye’de de benzer bir yapılanmanın var olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Nitekim Türkiye’de kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve JİTEM gibi yapılar üzerinden benzer tartışmalar yürütülmüştür.
2. Türkiye’de Derin Devlet, Kontrgerilla ve Gladio Tartışmaları
Türkiye’de Gladio benzeri yapılanmaların varlığı, Soğuk Savaş döneminde başlayan ve 1990’lı yıllarda ayyuka çıkan “derin devlet” tartışmalarıyla birlikte kamuoyunun gündemine oturmuştur. NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye’de de “stay-behind” tipi bir yapılanmanın kurulduğu çeşitli kaynaklarca öne sürülmüş, bu yapının Özel Harp Dairesi (ÖHD) adı altında faaliyet gösterdiği iddia edilmiştir. Bu yapı, doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak ve gizlilik içinde yürütülen operasyonlarla tanınmıştır.
Kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi
1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de sivil direnişi organize etme bahanesiyle kurulduğu öne sürülen bu yapı, halk arasında “kontrgerilla” olarak anılmıştır. Özellikle 1970’li yıllarda yaşanan sağ-sol çatışmalarının körüklenmesinde, 12 Eylül 1980 darbesine giden süreçteki provokasyonlarda ve faili meçhul cinayetlerde bu yapıların rol oynadığı iddiaları, zamanla Türkiye’nin demokratik sistemini ciddi şekilde sorgulatmıştır.
Emekli Hava Org. Kemal Yavuz ve eski Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu gibi isimler, zaman zaman bu yapıların varlığını dolaylı yoldan kabul eden açıklamalarda bulunmuşlardır. Yirmibeşoğlu’nun, Kıbrıs Harekâtı sırasında “camiler bombalandı, halk galeyana getirildi” şeklindeki ifadesi, bu yapıların manipülatif kapasitesine dair önemli bir örnek olarak kayıtlara geçmiştir (Milliyet Arşivi, 1991).
Susurluk Skandalı ve Derin Devlet İddialarının Kurumsallaşması
1996 yılında Balıkesir’in Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazası, derin devlet tartışmalarını açık bir şekilde toplumun önüne sermiştir. Kazada hayatını kaybeden veya yaralanan isimlerin biri milletvekili (Sedat Bucak), biri emniyet müdürü (Hüseyin Kocadağ) ve biri de aranan bir mafya lideri (Abdullah Çatlı) olması, devlet-mafya-siyaset üçgenini net biçimde ortaya koymuştur. Susurluk Raporu ve dönemin TBMM Araştırma Komisyonu, bu ilişkilerin varlığını resmi olarak kabul etmiştir.
Bu süreçte MHP’li kadroların bazı devlet içi operasyonlara destek verdiği ya da göz yumduğu yönünde iddialar ortaya atılmış, özellikle 1990’lı yıllarda ülkücü grupların bazı faili meçhullerde rol aldığına dair hem ulusal hem uluslararası raporlarda yer verilmiştir (Human Rights Watch, 1998). Ancak bu iddiaların önemli bir bölümü yargı sürecine taşınmamış, dolayısıyla hukuki sonuç doğurmamıştır.
Gladio İddialarının Türkiye Özelinde Boyutları
Türkiye’de Gladio tartışmaları, diğer NATO ülkelerine göre daha örtük ve karmaşık bir şekilde yürümüştür. Bunun temel sebeplerinden biri, devlet içindeki yapısal şeffaflık eksikliği ve güvenlik bürokrasisinin sivil denetimden uzak kalmasıdır. Ayrıca Türkiye’nin iç güvenlik sorunları (PKK, Alevi-Sünni gerilimi, Kürt meselesi vs.) Gladio benzeri yapıların toplum mühendisliğine zemin hazırlayan krizler üretmesine elverişli bir ortam yaratmıştır.
Bir başka dikkat çekici nokta ise bu yapıların yalnızca güvenlik bürokrasisiyle sınırlı kalmadığı, bazı siyasal aktörlerin de bu sistemle eşgüdüm içinde hareket ettiği yönündeki iddialardır. Özellikle MHP gibi milliyetçi partilerin, bu derin yapılanmalarla olan mesafesi, zaman zaman kamuoyunda sorgulanmış; Devlet Bahçeli’nin partinin başına geçişi sonrası çizdiği “kontrollü milliyetçi” profilin bu yapıların stratejik ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiği ileri sürülmüştür.
Bu bağlamda, Gladio’nun Türkiye’deki versiyonunun sadece bir askeri yapılanma değil, aynı zamanda siyasi karar alma süreçlerine nüfuz eden bir siyasal mühendislik organizasyonu olduğu görüşü giderek güç kazanmıştır.
3. Devlet Bahçeli ve MHP’nin Siyasi Konumlanışı: Strateji mi, Görev mi?
Devlet Bahçeli’nin Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) başına geçişi, yalnızca parti içi bir liderlik değişimi olarak değil, aynı zamanda Türk sağ siyasetinde uzun vadeli etkileri olacak bir kırılma noktası olarak değerlendirilmiştir. Alparslan Türkeş’in 1997’deki ölümünün ardından yapılan olağanüstü kurultayda, Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş ile yarışan Devlet Bahçeli, “merkez sağa açılım” stratejisini benimseyerek partiyi Türkeş’in sert ideolojik mirasından uzaklaştırmak istediğini göstermiştir. Ancak bu yumuşama, birçok kesimde Bahçeli’nin “devlet içindeki bazı odaklarla uyumlu bir liderlik tarzı” geliştirdiği yorumlarına yol açmıştır.
3.1. 1999–2002 Arası: Koalisyon ve Beklenmedik Erken Seçim Kararı
Bahçeli’nin liderliğindeki MHP, 1999 seçimlerinde büyük bir çıkış yaparak ikinci parti olmuş ve DSP-ANAP-MHP koalisyonunda yer almıştır. Bu dönemde devlet içindeki istihbarat birimleriyle MHP’nin ilişkisi, Ecevit hükümeti üzerinden yeniden şekillenmiştir. Bahçeli’nin en çok eleştirildiği kararlardan biri, 2001 ekonomik krizinden sonra alınan erken seçim çağrısıdır. 3 Kasım 2002’de yapılan erken seçimde MHP, %10 barajının altında kalarak Meclis dışında kalmış, bu durum Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP’nin iktidara tek başına gelmesinin önünü açmıştır.
Bu karar bazı analistlere göre bir siyasi strateji değil, bir tür “derin görev”in parçasıdır. Zira MHP’nin siyasi pozisyonunu kaybetmesi, merkez sağın parçalanması ve yeni bir siyasal mühendislik projesi olan AKP’nin önü açılmıştır. Bu bağlamda Bahçeli’nin bu kararı, Türkiye’deki siyasal denklemin yeniden kurulmasında “tetikleyici bir rol” oynamış, Gladio benzeri yapıların müdahale teorilerini destekleyen örneklerden biri olarak görülmüştür (Poyraz, 2009).
3.2. 2007–2015 Arası: Dengeleyici Rol ve Seçici Muhalefet
2007 seçimlerinde Meclis’e geri dönen MHP, o dönemde Türkiye’de tırmanan laik-antilaik gerilim, Ergenekon ve Balyoz davaları, FETÖ yapılanmasının yükselişi gibi kritik süreçlerde seçici bir muhalefet çizgisi izledi. Bahçeli’nin Ergenekon sürecine dair açık bir destek vermemesi, ancak yargı süreçlerine de sert eleştiriler yöneltmemesi, onu “dengeleyici” pozisyonda tutmuştur. Özellikle MHP’nin bazı karar anlarında AKP’nin işini kolaylaştıran adımlar atması –örneğin cumhurbaşkanlığı seçim süreçlerinde– bu stratejik konumlanmayı daha da belirginleştirmiştir.
Bahçeli bu yıllarda hem muhalefet pozisyonunu sürdürmüş, hem de zaman zaman iktidara “devletin bekası” gerekçesiyle örtülü destekler vermiştir. Bu tavır, Bahçeli’nin sadece partisel çıkarlar değil, daha üst düzey bir “görev bilinciyle” hareket ettiği algısını doğurmuştur. Bu da Gladio benzeri yapıların “uyuyan hücre” mantığıyla hareket eden, kritik anda devreye giren siyasal figürleriyle ilgili teorileri yeniden gündeme getirmiştir.
3.3. 2016 Sonrası: Devletle Tam Uyum ve Cumhur İttifakı
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin siyasal sistemi hızla dönüşmeye başlamış; 2017 yılında yapılan referandum ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Bu süreçte Bahçeli, hem referandumun önünü açmış hem de 2018 seçimlerinden itibaren AKP ile oluşturduğu Cumhur İttifakı sayesinde iktidar bloğunun değişmez bir parçası hâline gelmiştir.
Bahçeli’nin bu ani ve net sistem değişikliği desteği, birçok çevre tarafından “ideolojik çelişki” olarak yorumlanmıştır. Zira uzun yıllar parlamenter sistem savunuculuğu yapan bir liderin başkanlık sistemine bu kadar hızlı angaje olması, ciddi bir tutarsızlık olarak değerlendirilmiştir. Ancak bazı analizlere göre bu durum, sadece bir ideolojik değişim değil, önceden planlanmış ve zamanı geldiğinde devreye sokulmuş bir stratejik misyonun gereğidir. Bu bakış açısına göre Bahçeli’nin rolü, bir partinin genel başkanı olmanın ötesinde, sistemin kriz anlarında yönünü belirleyen bir “derin aktör” profilidir (Çınar, 2018).
3.4. Ayarlı Bahçeli: Gladio’nun Derin Satranç Hamlesi mi?
(Milliyetçi bir liderin söylem dönüşümü, Türkiye’nin üniter yapısına yönelik küresel projelerle nasıl kesişiyor?)
Devlet Bahçeli’nin zaman zaman kamuoyuna yansıyan ve Abdullah Öcalan’a ilişkin “meclise girsin, konuşsun”, “Öcalan bir önderdir”, “cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt ve biri Alevi olsun” ya da “PKK kongresini Türkiye’de yapsın” gibi ifadelerle ilişkilendirilen söylemler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle ciddi bir çelişki içindedir. Bu tür çıkışlar, sadece anayasal düzene değil, aynı zamanda devletin üniter yapısına, laikliğe ve milli egemenliğe yönelik ciddi bir tehdit algısı yaratmaktadır. Bu söylemler, kamu vicdanında büyük bir rahatsızlık uyandırmakta ve devletin temel taşlarının zayıflatılmaya çalışıldığı yönünde kaygılara neden olmaktadır.
Bahçeli’nin bu tür beyanlarının, bireysel inisiyatifle sınırlı olmadığı; aksine, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan daha geniş kapsamlı bir stratejinin parçası olduğu düşünülmektedir. “Süper NATO” ya da “gladio” olarak adlandırılan ve geçmişte çeşitli ülkelerde derin devlet yapılanmalarıyla ilişkilendirilen yapıların, Türkiye’de de benzer bir planı devreye soktukları ileri sürülmektedir. Bu planın temel amacı, Türkiye’yi Lübnan, Suriye ya da Irak gibi mezhepsel ve etnik çatışmalarla bölünmüş, istikrarsız bir yapıya dönüştürmektir. Bu süreçte anayasa değişiklikleri aracılığıyla federal yapılar oluşturulması, kimlik üzerinden siyaset yapılmasının önünün açılması ve milli kimliğin aşındırılması hedeflenmektedir.
Bahçeli’nin zaman zaman sergilediği bu tutumlar, onun devletin bekasını savunan bir figür olmaktan çok, dış merkezli bir planın uygulayıcısı gibi hareket ettiği izlenimini doğurmaktadır. Özellikle uzun yıllar milliyetçilik vurgusuyla tanınan bir siyasi liderin, bu tür söylemlerle kamuoyunun karşısına çıkması, “uyuyan hücre” benzeri bir gladio yapılanmasının harekete geçirilmiş bir parçası olabileceği şüphesini doğurmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin milli reflekslerini diri tutması, anayasal düzene sahip çıkması ve etnik temelli ayrışmalara karşı toplumsal bilinci yüksek tutması her zamankinden daha önemli hâle gelmiştir.
4. Uyuyan Hücre, Psikolojik Operasyon ve Siyasal Mühendislik Teorileri
Devlet içi paralel yapılar ve istihbarat operasyonlarının siyasi alana nüfuz etmesi, sadece klasik güvenlik yaklaşımlarıyla değil, “psikolojik harp”, “algı yönetimi” ve “uyuyan hücre” kavramlarıyla birlikte değerlendirilmelidir. Bu tür yapılarda görev aldığı iddia edilen aktörler, gerektiğinde yıllarca pasif pozisyonda kalıp, stratejik zamanlarda harekete geçerek sistemin yönünü değiştirebilirler. Bu durum, özellikle NATO bünyesindeki “stay-behind” (geride kal) operasyonlarının karakteristik özelliğidir (Ganser, 2005).
4.1. Uyuyan Hücre Kavramı: Tanım ve Kullanım Alanları
“Uyuyan hücre” terimi, istihbarat literatüründe özellikle yabancı bir ülke ya da yapı adına faaliyet göstermek üzere o toplumun içine entegre edilmiş, ancak uzun süre aktif olmayan ajanları tanımlamak için kullanılır. Bu kişiler, bulundukları toplumla kimlik, kültür, hatta ideoloji açısından tamamen uyumlu görünür; ancak belirli bir “tetikleyici olay” ya da “emir” doğrultusunda harekete geçerek görevlerini ifa ederler (Andrew & Mitrokhin, 1999).
Uyuyan hücre mantığı, yalnızca askeri ya da istihbarat operasyonlarında değil, siyasi yapıların şekillendirilmesinde de işlevselleştirilebilir. Bu bakımdan, bazı siyasal liderlerin tutarsız görünen kararları, bu tür bir görev anlayışıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Devlet Bahçeli’nin zaman zaman “milliyetçi tabanın zıddına” düşen eylem ve söylemleri de, bu çerçevede değerlendirilmiş; onun klasik bir siyasi lider değil, bir “sistem dengeleyici aparat” olduğu öne sürülmüştür (Poyraz, 2009).
4.2. Psikolojik Harp ve Algı Yönetimi: Toplum Mühendisliğinin Enstrümanları
Gladio benzeri yapıların bir diğer özelliği de psikolojik harp tekniklerini etkili şekilde kullanmalarıdır. Kitlelerin duygusal reflekslerini, korkularını veya inanç sistemlerini manipüle ederek belli bir yönde kamuoyu oluşturmak bu yapıların temel stratejileri arasında yer alır. Bahçeli’nin söylemlerinde zaman zaman görülen yüksek düzeyde milliyetçilik içeren ancak pratikte ters yönde sonuçlara yol açan politikalar, bu teknikle ilişkilendirilmektedir.
Örneğin:
• “Anayasa değişikliğine destek” diyerek başkanlık sistemine yol vermesi,
• “Beka sorunu” söylemiyle otoriterleşmeyi meşrulaştırması,
• “Rahat olun, her şey kontrol altında” gibi kriz anlarında kullanılan yatıştırıcı ama pasifleştirici mesajlar,
bu tekniklerin uygulandığı alanlar olarak değerlendirilmektedir (Chomsky, 2002).
4.3. Siyasal Mühendislik: Parti İçi ve İttifak Dışı Müdahaleler
Bahçeli’nin yalnızca MHP içinde değil, aynı zamanda Türkiye siyasetinde yapısal bir rol oynadığına dair yorumlar, siyasal mühendislik teorileriyle açıklanmaktadır. Bu teorilere göre bazı siyasal figürler, yalnızca oy alma hedefiyle değil, belirli bir rejimi veya düzeni inşa etmek amacıyla sistematik olarak konumlandırılır. Bu çerçevede Bahçeli’nin:
• Merkez sağın dağılması,
• AKP’nin kalıcılaşması,
• Muhalefetin etkisizleştirilmesi,
• “Kürt sorununun önceden kontrollü çözümsüzlükle, şimdide farklı bir kaos la yönetilmesi gibi ” yönetilmesi gibi konularda
kilit rol oynadığı öne sürülmektedir.
Dolayısıyla onun zaman zaman milliyetçi söylemlere rağmen fiilen farklı yönlerde kararlar alması, sıradan bir siyasal pragmatizm değil; görevsel sadakat olarak okunmaktadır. Bu bakış açısına göre Bahçeli, sistemdeki Gladio-tipi yapılanmanın “güvenilir siyasi taşıyıcısı” konumundadır.
5. Cumhur İttifakı, Yeni Rejim ve Gladio Spekülasyonları: Bir Siyasi Dönüşümün Anatomisi
2016 sonrası Türkiye’si, yalnızca darbe girişimi ve olağanüstü hal süreçleriyle değil, aynı zamanda rejimsel bir dönüşüm ile de karakterize edilmiştir. 2017’de yapılan anayasa referandumu ile Türkiye, parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapmış; bu geçiş süreci, birçok açıdan anayasal düzenin köklü biçimde değiştiği bir kırılma noktası olarak değerlendirilmiştir. Bu dönüşümde Devlet Bahçeli’nin oynadığı rol, yalnızca stratejik değil, aynı zamanda yapısal bir etkide bulunmuştur. Bu nedenle Bahçeli’nin konumu, sadece bir koalisyon ortağı değil, “rejim kurucu figür” olarak da tartışmaya açılmıştır.
5.1. Cumhur İttifakı’nın Doğuşu ve Sistem Değişikliğine Yolculuk
Devlet Bahçeli’nin 11 Ekim 2016’da yaptığı “başkanlık sistemi tartışmaya açılmalıdır” çıkışı, AKP’nin uzun yıllar boyunca tek başına gerçekleştiremediği anayasal değişim için bir meşruiyet zemini oluşturmuştur. Bu çıkış, AKP’nin siyasi hegemonyasını perçinlemiş, Bahçeli liderliğindeki MHP ise bu sürecin “devletin bekası” gerekçesiyle meşrulaştırılmasında kilit aktör olmuştur.
Ancak bu dönüşüm, Bahçeli’nin 2000’li yıllardaki söylemleriyle çelişmiştir. 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına verdiği destekten, 2017’deki rejim değişikliğine uzanan çizgi, bazı siyasi analistler tarafından “ideolojik değil, görevsel bağlılıkla açıklanabilir” şeklinde yorumlanmıştır (Çarkoğlu & Yıldırım, 2018).
5.2. Erdoğan-Bahçeli Ekseninde Yeni Siyasal Mimari
Cumhur İttifakı’nın 2018 ve 2023 seçimlerinde sürdürülmesi, Erdoğan-Bahçeli ilişkisinin artık taktiksel değil, stratejik ve kalıcı bir ittifaka dönüştüğünü göstermektedir. Bu ittifakın işleyiş biçimi, klasik koalisyonlar gibi açık müzakerelerle değil, daha çok kapalı kapılar ardında şekillenen ve kamuoyuna “tek sesli” biçimde yansıyan bir yöntemle yürütülmektedir.
İktidar bloku içinde Bahçeli’nin söylemleri sıklıkla belirleyici olmuş; bazı kritik konularda Erdoğan’ı yönlendirdiği, hatta zaman zaman “zorladığı” yönünde yorumlar yapılmıştır. Örneğin:
• Af yasaları,
• HDP’nin ( DEM) kapatılması talebi,
• Muhalefet partilerinin “beşinci kol” ilan edilmesi gibi
konularda Bahçeli’nin tavrı doğrudan politikaya yansımıştır.
Bu bağlamda, Erdoğan’ın devlet içindeki bazı merkezler tarafından kuşatıldığı ve Bahçeli’nin bu merkezlerin “güvenlik sigortası” olduğu yönündeki spekülasyonlar artmıştır.
5.3. Gladio Perspektifinden Cumhur İttifakı: EBÖ Teorisi
Alternatif bazı analizlerde Erdoğan-Bahçeli iş birliği, klasik siyasi ittifak olmanın ötesinde “Gladio tipi bir yapı içindeki görev paylaşımı” olarak yorumlanmaktadır. Bu iddialara göre:
• Erdoğan, “toplum mühendisliği ve yürütme gücü”;
• Bahçeli, “kurumsal denge ve güvenlikçi söylem üretimi ve toplum mühendisliği ”;
• Öcalan ise “Kürt meselesini kontrol eden kart” olarak
konumlandırılmıştır.
Bu çerçevede oluşturulan EBÖ üçgeni ( Gladio üçgeni), Türkiye’nin “kontrollü krizlerle yönetilen bir hibrit rejime” dönüşümünü temsil etmektedir. Bu yapı içerisinde her aktörün rolü, yalnızca siyasi pozisyonuna değil, aynı zamanda üst yapısal organizasyonların direktiflerine uyum kabiliyetine bağlıdır.
Bu teori her ne kadar kanıtlanmış bir yapı sunmasa da, Türkiye siyasetindeki çelişkili kararlar, dönemsel yön değişiklikleri ve sistemik belirsizlikler, bu tür açıklamaların toplumda ve bazı akademik çevrelerde rağbet görmesine yol açmıştır. Siyasetteki “karşıt gibi görünenlerin iş birliği”, Gladio tarzı bir planlamanın psikolojik operasyonlar ve kamuoyu mühendisliğiyle desteklendiği algısını güçlendirmektedir.
6. Türk Devleti ve Milli Güçler Açısından Stratejik Tavır: Atatürkçü Direnişin Önemi
Gladio, uyuyan hücreler ve derin yapıların siyasal sistemlere etkisi üzerine yapılan teorik ve tarihsel analizler, sadece spekülatif bir tartışma zemini sunmakla kalmaz, aynı zamanda demokrasilerin kendilerini bu tür tehditlere karşı nasıl savunması gerektiğine dair somut dersler de verir. Türkiye’nin tarihsel deneyimi, özellikle Soğuk Savaş döneminden itibaren “görünmeyen ellerin” siyaseti yönlendirebildiği, toplumu kutuplaştırdığı ve kurumları işlevsizleştirebildiğini göstermiştir. Bu bağlamda, Atatürkçü ilkelere dayanan milli duruş, bu tür manipülatif yapılara karşı en güçlü direnç noktalarından biri olarak öne çıkmaktadır.
6.1. Atatürk İlkeleri ve Devletin Yeniden İnşası
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, halk egemenliğini esas alan, laikliği temel alan ve ulusal bağımsızlığı ön koşul kabul eden bir devlet modelidir. Bu modelde:
• Yasama-yürütme-yargı ayrılığı,
• Şeffaflık ve hesap verilebilirlik,
• Laik ve üniter devlet yapısı
devletin temel sütunlarıdır. Ancak Gladio benzeri yapıların ortaya çıkışı, bu temel sütunların gizli organizasyonlar aracılığıyla aşındırılması tehdidini gündeme getirmiştir. Bu durum karşısında, yalnızca siyasal muhalefet değil, tüm millî ve vatansever kesimlerin ortak paydada buluşması elzem hâle gelmiştir.
Atatürkçü düşünce sistematiği, bu mücadelede sadece tarihsel bir miras değil, aktif bir savunma stratejisi olarak da değerlendirilmelidir. Çünkü Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, hem içten hem dıştan yönlendirmelere karşı bir direnç manifestosudur.
6.2. Milli Güçlerin Ortak Direnişi ve Aklileşme Zorunluluğu
Türkiye’nin son yıllardaki siyasal dönüşüm süreci, kutuplaşma, kimlik siyaseti ve lider kültü üzerinden şekillenmiştir. Bu atmosfer, milli güçlerin bir araya gelmesini zorlaştırmakta, toplumun stratejik reflekslerini zayıflatmaktadır. Oysa Türk milliyetçiliğini benimseyen kesimlerin—özellikle ülkücü camia ve MHP tabanı içinden gelen sağduyulu isimlerin—bugünkü tabloyu yeniden değerlendirmesi gerekmektedir.
Bahçeli’nin izlediği çizgi, milliyetçilik adına meşrulaştırılsa da fiili olarak:
• Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşmaya,
• “Kürt meselesinde” tavizkar/çelişkili söylemlere,
• Tek adam rejiminin konsolidasyonuna
zemin hazırlamaktadır.
Bu bağlamda her ülkücünün, “milliyetçiliğin özü mü, yoksa şekli mi savunuluyor?” sorusunu kendine sorması kaçınılmazdır. Bahçeli’nin söylemlerinin ötesinde, eylemleri ve sonuçları üzerinden bir muhasebe yapılmalı; devletin sahibi olduğunu düşünen halkın, devlete sahip çıkma sorumluluğu yeniden inşa edilmelidir.
6.3. Tarihe Geçecek Direniş: Atatürk’te Birleşmek
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar yalnızca siyasal değil, aynı zamanda sosyolojik ve stratejiktir. Süper NATO, EBÖ ittifakı ya da Gladio benzeri oluşumların yalnızca birer komplo değil, sistematik güç mühendisliği faaliyetleri olabileceği dikkate alınmalı; bu yapıların karşısında güçlü, ilkeli ve örgütlü bir karşı duruş sergilenmelidir.
Bu direnişin zemini; ne popülizm, ne kişisel hesaplar ne de partisel sadakatler olabilir. Bu direnişin temel ekseni, ancak laiklik, egemenlik, kamu yararı ve halkçı yönetim ilkeleriyle mümkündür. Bu ilkeler, Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefinin yapıtaşlarıdır.
Bugün bu değerlere sahip çıkarak, her türlü dış ve iç yönlendirmeye karşı Atatürk’te birleşen milli güçler, yarının bağımsız ve demokratik Türkiye’sini inşa edecek tarihî bir misyon üstlenmektedir. Bu misyonun adı ne olursa olsun, özü; milletin kendi kaderine sahip çıkma iradesidir.
Sonuç
Bu makalede, Türkiye’de siyasi karar alma süreçlerine etki ettiği iddia edilen derin yapılanmalar, Gladio benzeri örgütlenmeler ve bu bağlamda Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin siyasi pozisyonu çok boyutlu bir şekilde analiz edilmiştir. Soğuk Savaş döneminden itibaren NATO ülkelerinde faaliyet gösterdiği belgelenen Gladio yapılanması, yalnızca dış işgale karşı değil, iç siyasi dengeyi yönlendirme amacıyla da kullanılmıştır. Bu örnekler doğrultusunda Türkiye’deki benzer yapıların varlığı, özellikle Özel Harp Dairesi, kontrgerilla faaliyetleri ve Susurluk Skandalı gibi kırılma anlarında tartışmaya açılmıştır.
Devlet Bahçeli’nin siyasi kariyerindeki stratejik dönemeçler, 1999 koalisyonu, 2002 erken seçim kararı, 2017 anayasa değişikliği desteği ve Cumhur İttifakı süreci, onun yalnızca bir siyasi lider değil, aynı zamanda sistem içindeki yapısal aktörlerden biri olduğu yönündeki iddiaları güçlendirmiştir. Bu bağlamda, Bahçeli’nin milliyetçi tabana rağmen aldığı kararlar, bazı çevrelerde onun bir “uyuyan hücre” gibi çalıştığı, “Süper NATO” ya da Gladio benzeri yapıların görevli aktörü olduğu yönünde teorilere zemin hazırlamıştır.
Akademik olarak değerlendirildiğinde, bu tür iddialar yalnızca komplo teorileri düzeyinde ele alınmamalı; tarihsel olaylar, belgeler, siyasal süreçler ve söylem ve eylem tutarsızlıkları ışığında nesnel biçimde analiz edilmelidir. Bu makalede kullanılan kaynaklar ve örnek olaylar, böyle bir analitik çerçevenin mümkün olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, siyasal mühendislik faaliyetlerinin yalnızca bir lider ya da parti üzerinden yürütülmediği, çok katmanlı ve senkronize yapıların ürünü olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Türkiye’nin geleceğinde, milli güçlerin ve özellikle Atatürkçü toplumsal dinamiklerin bu tür yapılar karşısında örgütlü bir direnç göstermesi yaşamsal önemdedir. Bugün Atatürk ilkelerinde birleşerek hareket eden kesimler, yalnızca bir geçmişe bağlılık sergilememekte, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik geleceğini de şekillendirme sorumluluğu üstlenmektedir.
Sonuç olarak, Gladio benzeri yapıların Türkiye’deki muhtemel etkileri ve bu etkilerin siyaset üzerindeki tezahürleri dikkatle incelenmeli; milliyetçilik, vatanseverlik ve devlet sadakati gibi kavramlar sistem içi güçlerin meşruiyet üretiminde araçsallaştırılmamalıdır. Bu süreçte her bireyin, her aydının ve her siyasetçinin temel görevi, “devletin sahibi halktır” ilkesini savunmak ve korumaktır. Bu doğrultuda atılacak her adım, tarihe millet iradesiyle yazılmış bir direnç olarak geçecektir.
Kaynakça
• Ganser, D. (2005). NATO’s Secret Armies: Operation Gladio and Terrorism in Western Europe. Routledge.
• Mumcu, U. (1993). Kürt-İslam Ayaklanması. Tekin Yayınevi.
• Poyraz, E. (2009). MHP Gerçekleri: Derin Devletin Yeni Ortakları.
• Andrew, C., & Mitrokhin, V. (1999). The Mitrokhin Archive: The KGB in Europe and the West. Penguin.
• Chomsky, N. (2002). Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. Seven Stories Press.
• Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
• Çarkoğlu, A., & Yıldırım, K. (2018). “Parti Sisteminde Değişim: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Sonrası Türkiye”. Insight Turkey.
• Bayır, D. (2016). Minorities and Nationalism in Turkish Law. Routledge.
• Çınar, M. (2018). Türk Muhafazakârlığı ve Siyaset. İletişim Yayınları.
• TBMM Susurluk Raporu, 1997.
• Milliyet Arşivi, 1991.
• Human Rights Watch (1998). Violations of Human Rights in Southeastern Turkey.
Önemli Not: Ayrıca, 12 Eylül öncesi döneminde Adana’da Devlet Bahçeli’nin kendi arabasında, portakal sandıkları içinde çok sayıda silah bulunduğu iddia edilmiştir. Bu silahların, kardeşi kardeşe kırdıran Gladyo’ya ait kirli silahlar olduğu öne sürülmektedir. Söz konusu olayla ilgili olarak Bahçeli’nin hiçbir soruşturmaya uğramamış olması, onun güçlü bir koruma altında olduğunu düşündürmektedir. Bu da Bahçeli’nin, muhtemelen Gladio (Süper NATO) tarafından korunduğunu ve bu yapıya bağlı bir figür olabileceğini gösteren yorumları güçlendirmektedir.