Hindistan ve Pakistan

Köklerinden Çatışmaya Uzanan Bir Tarih

Asya’nın jeopolitik olarak en kırılgan bölgelerinden biri olan Keşmir’de patlak veren son saldırılar, Hindistan ile Pakistan arasındaki tarihsel gerilimi yeniden alevlendirdi. 22 Nisan’da Hindistan’ın idaresindeki Cammu Keşmir’in Pahalgam bölgesinde 26 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısının ardından başlayan askeri misillemeler, iki nükleer güç arasında tam ölçekli bir çatışma riskini artırdı.

Hindistan, saldırının Pakistan kaynaklı olduğunu öne sürerek “Operation Sindoor” adını verdiği bir hava operasyonuyla Pakistan ve Azad Keşmir’deki hedefleri vurdu. Pakistan ise 5 Hint savaş uçağını düşürdüklerini duyurarak karşılık verdi. İki taraf da birbirini sivilleri hedef almakla suçlarken, bölgede can kayıpları artıyor.

Diplomatik İpler Koptu, Anlaşmalar Askıda

Saldırının ardından Hindistan, Pakistan vatandaşlarına verilen tüm vizeleri iptal etti ve yeni başvuruları askıya aldı. Aynı zamanda 1960 tarihli İndus Suları Anlaşması da askıya alındı. Bu durum, su sıkıntısıyla mücadele eden Pakistan için hayati bir tehdit oluşturuyor.

Pakistan, Hindistan’ın su kaynaklarına müdahalesini “savaş nedeni” olarak değerlendireceğini açıkladı. Her iki ülke de büyükelçilik çalışanlarını sınır dışı etti; ticaret askıya alındı, hava sahaları karşılıklı olarak kapatıldı.

Gün Gün Gerilim Tırmanışı

22 Nisan’da Keşmir’de yaşanan saldırı sonucunda 26 turistin hayatını kaybetmesi, bölgede halihazırda kırılgan olan durumu daha da tırmandırdı. Bu olayın ardından, 23-25 Nisan tarihleri arasında Hindistan ve Pakistan arasındaki diplomatik ilişkiler hızla gerildi. Taraflar karşılıklı olarak diplomatik misyonlarını sınırlandırdı, vizeleri iptal etti ve iki ülke arasındaki en önemli su paylaşım düzenlemelerinden biri olan İndus Suları Anlaşması askıya alındı.

28-30 Nisan arasında, Kontrol Hattı (LoC) boyunca çatışmaların yoğunlaştığı, insansız hava araçlarının (İHA) düşürüldüğü ve askeri hareketliliğin gözle görülür şekilde arttığı bildirildi. Bu gelişmelerin ardından, 3-5 Mayıs tarihleri arasında Hindistan, Pakistan’dan yapılan tüm ithalatı yasakladığını duyurdu ve her iki ülke de sınır bölgelerine büyük çapta askeri yığınak yapmaya başladı.

Tüm bu gelişmelerin doruk noktası ise 6 Mayıs’ta yaşandı. Hindistan, Pakistan ve Azad Keşmir’e karşı resmî olarak askeri operasyon başlattığını ilan ederek krizi tam ölçekli bir çatışmaya dönüştürdü.

Bölgedeki Geleceğe Dair Kaygılar

Bölgeyi yakından izleyen askeri ve siyasi analistler, Güney Asya’daki gerilimin hızla tehlikeli bir eşeğe sürüklendiği konusunda uyarıyor. Hindistan’ın ekonomik ve askeri kapasitesindeki artış, Pakistan’la olan güç dengesini belirgin şekilde bozmuş durumda. Bu dengesizlik, olası bir çatışmanın daha sert, daha uzun soluklu ve daha yıkıcı olabileceğini gösteriyor. Bir analist, “Artık taraflar arasındaki fark sadece nüfuz değil, güç gösterisine dönüşmüş durumda. Küçük bir kıvılcım büyük bir yangını tetikleyebilir,” diyor.

Diplomatik çevrelerden gelen yorumlar da oldukça kaygı verici. Son saldırının yalnızca sivilleri hedef almakla kalmadığı, aynı zamanda Keşmir’in sosyo-ekonomik dokusunu da zedelediği belirtiliyor. Turizmin ve bölgesel kalkınmanın temel dayanaklarından biri olan istikrarın hızla çöktüğü, halkın içinde bulunduğu kırılgan ruh halinin Hint kamuoyunda öfke dalgasına dönüştüğü ifade ediliyor. Bu duygusal iklimin rasyonel kararları gölgede bırakabileceğine dikkat çekiliyor.

Keşmir halkı, bu iki ülke arasındaki onlarca yıllık çatışmanın en ağır bedelini ödemeye devam ediyor. Su kaynaklarının kesilmesi, potansiyel göç dalgaları ve kolektif cezalandırma yöntemleri bölgede insani bir krizi tetikleyebilir. Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması, yaşanan krizin yalnızca bölgesel değil, küresel güvenlik açısından da büyük risk taşıdığını gösteriyor. Uluslararası toplumun devreye girerek barışçıl çözüm yollarını zorlaması her zamankinden daha kritik.

Tarihsel bağlamda kökleri aynı topraklardan gelen Hindistan ve Pakistan, güç, kimlik ve egemenlik uğruna çatışmaya sürüklenmiş iki ülke olarak, aynı zamanda bölgesel ve küresel güvenlik için büyük bir tehdit oluşturuyor. Barışın teminatı yalnızca diplomatik diyaloglarda değil, geçmişin acılarından ders almakla mümkündür. insanlık tarihinin derinliklerinden gelen bu çatışmalar, bize hatırlatıyor ki barış, yalnızca silahların sustuğu değil, anlayışın ve hoşgörünün hüküm sürdüğü bir dünyada mümkün olabilir.

Yazar: Erdal Colak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir