İsrail ve ABD’nin Saldırıları: Hukuki ve Stratejik Açıdan Değerlendirme
2025 Haziran ayında başlayan ve hâlâ yankıları süren İran–İsrail gerginliği, uluslararası siyaset ve hukuk açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. İsrail’in, İran’ın Şirâz ve Natanz’daki nükleer tesislerine karşı başlattığı hava operasyonları, hem uluslararası hukuk hem de küresel güç dengeleri açısından büyük bir tartışma konusu hâline gelmiştir. İsrail, bu saldırıların “önleyici savunma” doktrini çerçevesinde meşru olduğunu iddia etse de, Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Juristler Komisyonu (ICJ) başta olmak üzere birçok uluslararası hukuk otoritesi, bu müdahalenin BM Şartı’nın 2(4) maddesine açıkça aykırı olduğunu beyan etmiştir¹. ICJ’ye göre, saldırının zamanlaması ve hedef alınan noktaların niteliği, askeri gereklilikten çok stratejik güç gösterisiyle ilişkilidir ve bu durum “önleyici saldırı” doktrinini uluslararası hukukta tartışmalı bir konuma getirmiştir².
Saldırılar esnasında Kermanshah, Tahran ve İsfahan gibi kentlerde sivil altyapıya zarar verilmiş; hastaneler, su arıtma tesisleri ve enerji iletim merkezleri gibi yapılar hedef alınmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından gönderilen Bağımsız Teyit Misyonu’nun raporuna göre bu hedeflerin vurulması, “ayrım ilkesi” ve “orantılılık” ilkesini doğrudan ihlal etmiştir³. Ben Saul gibi tanınmış hukukçular, bu saldırıların hem sivil halkın korunmasına dair uluslararası normları hem de kuvvet kullanımına dair geleneksel teamülleri zedelediğini belirtmiştir⁴. Ayrıca nükleer tesislerin doğrudan hedef alınması, yalnızca askeri değil çevresel ve insani sonuçlar da doğurmuş ve bu eylemler gelecekteki çatışmalarda nükleer altyapının askeri hedef olup olamayacağına dair tartışmaları derinleştirmiştir⁵.
İran’ın Direnci ve Güney Yarımküre’nin Desteği: Yeni Bir Bloklaşma mı?
Tüm bu gelişmelerin İran iç politikasındaki etkileri de göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Öncelikle saldırılar, İran halkı üzerinde birleştirici bir etki yaratmıştır. İran İslam Cumhuriyeti rejimi, bu saldırıları “yeni bir emperyalist saldırganlık” olarak çerçevelemiş ve halkın önemli bir kesimi, gerek reformist gerekse muhafazakâr çizgide, rejimin savunma pozisyonunu desteklemiştir⁶. Bu durum, rejimin meşruiyetini artırdığı gibi, iç muhalefeti bastırmak için de elverişli bir zemin yaratmıştır. İran yönetimi, krizi iç politikada konsolidasyon için kullanmış, ordu ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (IRGC) toplumdaki itibarı güçlenmiştir⁷. Medya ve eğitim araçları üzerinden millî birlik ve savunma ruhu pompalanmış, özellikle genç nüfus arasında gönüllü mobilizasyon kampanyaları düzenlenmiştir.
Uluslararası alanda ise İran, diplomatik kanalları etkin bir şekilde kullanarak izolasyonun önüne geçmeye çalışmıştır. Rusya, Çin ve BRICS ülkeleriyle olan ilişkiler derinleştirilmiş; İran, Batı dışı dünyada alternatif bir meşruiyet alanı inşa etmiştir. Bu süreçte özellikle Güney Yarımküre’de, Latin Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki ülkeler, İran’a karşı artan bir sempati geliştirmiştir⁸. Söz konusu ülkeler, İsrail’in saldırılarını Batı’nın çifte standartlı müdahale politikalarının devamı olarak değerlendirmiş ve İran’a yönelik daha anlayışlı bir yaklaşım benimsemiştir. Bu destek, BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamalarda da görünür hâle gelmiş; ABD’nin ve İsrail’in teklif ettiği İran karşıtı tasarılar çoğu zaman yeterli destek bulamamıştır⁹.
ABD-İsrail Cephesinde İç Politik Sarsıntılar ve Güvenlik Zaafları
Bu süreç, ABD ve İsrail’de ciddi iç politik etkiler de doğurmuştur. ABD’de Başkan Donald Trump, bu müdahaleyi kendi iç kamuoyuna “önleyici prestij operasyonu” olarak sunmaya çalışsa da, kamuoyu yoklamaları bu söylemin karşılık bulmadığını ortaya koymuştur. Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan halkının %53’ünün İsrail’e yönelik destek politikasını onaylamadığını göstermiştir¹⁰. Üstelik bu oran, yalnızca Demokrat seçmenlerde değil, Trump’ın kendi Cumhuriyetçi tabanında da önemli oranda gözlemlenmiştir. Trump, bu gelişmeler sonrasında hem güvenlik politikaları hem de dış siyaset stratejileri bağlamında sert eleştirilerin hedefi hâline gelmiştir.
İsrail cephesinde ise durum daha da kırılgandır. Hava saldırılarının başlamasından itibaren İran’ın gerçekleştirdiği misilleme saldırıları, İsrail’in kuzey bölgelerinde ciddi altyapı hasarına neden olmuş; Hayfa, Tel Aviv ve Kudüs’te hava savunma sistemleri yetersiz kalmıştır¹¹. Halkın büyük bir bölümü günün önemli saatlerini sığınaklarda geçirmek zorunda kalırken, ekonomik faaliyetler durma noktasına gelmiştir. Özellikle teknoloji ve savunma sanayi merkezlerinde üretim kayıpları yaşanmış, iç turizm ve dış yatırımlar ciddi darbe almıştır. Ayrıca çifte vatandaş statüsündeki birçok İsrailli, başta Avrupa olmak üzere daha güvenli ülkelere göç etmeye başlamış, bu durum İsrail’in demografik yapısı ve toplumsal morali üzerinde olumsuz etkiler doğurmuştur¹².
Sonuç: Hegemonyanın Sınırları ve Direnişin Yeni Haritası
Jeopolitik düzlemde ise bu gelişmeler, “Kuzey–Güney ayrımı”nı yeniden görünür kılmıştır. Kuzey Yarımküre’deki Batılı devletler, saldırıya ya doğrudan destek vermiş ya da sessiz kalarak zımni onay sunmuştur. Ancak Güney Yarımküre’deki ülkeler, saldırıyı emperyalist bir tahakküm aracı olarak değerlendirmiş ve bu tavır, İran’ın lehine şekillenen bir küresel kamuoyu yaratmıştır. Bu kutuplaşma, yalnızca diplomatik düzeyde değil; kültürel ve sosyolojik algılarda da derin etkiler bırakmıştır. İran, Batı karşısında “direnen devlet” pozisyonuyla sembolik bir önem kazanmış; özellikle sömürge geçmişine sahip ülkeler nezdinde meşruiyetini artırmıştır¹³.
Bu gelişmeler, küresel güvenlik mimarisinin de yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. ABD’nin tek taraflılık politikası ve İsrail’in askeri güce dayalı stratejisi, artık bölgesel çatışmaları çözmekte yeterli görülmemekte; Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin inisiyatif alabileceği çok kutuplu bir güvenlik mimarisi ihtimali daha sık dile getirilmektedir¹⁴. İran, bu süreçte yalnızca direnmekle kalmamış; aynı zamanda diplomatik, stratejik ve ideolojik olarak kazanımlar elde etmiştir. Nükleer programından vazgeçmemesi, hatta bu alandaki teknolojik ilerlemesini sürdürmesi, caydırıcılık kapasitesini artırmış ve bu durum İsrail için uzun vadeli bir güvenlik riski olarak gündemde kalmaya devam edecektir¹⁵.
Sonuç olarak İran, hem askeri anlamda direnç gösterebilmiş, hem de ulusal ve uluslararası alanda kendisine yönelik destekleri artırabilmiştir. Bu kriz, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki müdahaleci politikalarının sınırlarını gözler önüne sermiş; aynı zamanda çok-kutuplu dünya düzeninin ne kadar yakın olduğunu kanıtlamıştır. Bu bağlamda kazanan taraf İran ve Güney Yarımküre olurken; kaybeden, hegemonya iddiasını zedeleyen ABD–İsrail ekseni ve onların etki alanındaki Kuzey Yarımküre’dir.
Dipnotlar :
1. United Nations Charter, Article 2(4), United Nations, 1945.
2. Gray, C. (2018). International Law and the Use of Force (4th ed.). Oxford University Press, pp. 213–215.
3. United Nations Independent Fact-Finding Mission on the Islamic Republic of Iran (2025), “Preliminary Report on Civilian Infrastructure Damage,” UN Human Rights Council.
4. Saul, B. (2023). “Legality of Pre-Emptive Strikes on Nuclear Facilities,” Leiden Journal of International Law, 36(1), pp. 49–67.
5. Joyner, D. (2009). Interpreting the Nuclear Non-Proliferation Treaty. Oxford University Press.
6. Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.
7. Alfoneh, A. (2021). “IRGC and Civil-Military Relations in Iran,” Middle East Policy, 28(2), pp. 15–32.
8. BRICS Policy Center. (2025). “Emerging Powers and Middle East Diplomacy: A Focus on Iran.” Strategic Brief No. 44.
9. UN General Assembly Voting Records, Resolution GA/2025/IV/183: “Condemnation of Unilateral Use of Force in the Middle East.”
10. Pew Research Center. (2025). “U.S. Public Opinion on Israel and Middle East Policy Post-Conflict,” Report #1125.
11. Israeli Defense Forces (IDF) Internal Review Report (2025), Declassified Sections Summary.
12. Haaretz. (2025, June). “Thousands of Dual-Citizen Israelis Seek Exit Amid Iran Conflict.”
13. Acharya, A. (2014). The End of American World Order. Polity Press.
14. Walt, S. M. (2023). “Why U.S. Power No Longer Shapes the World Alone,” Foreign Affairs, 102(2), pp. 58–75.
15. International Atomic Energy Agency (IAEA). (2025). “Technical Progress in Iran’s Civil Nuclear Program: 2024–2025 Update.”