21. yüzyılın ilk çeyreği, insanlığın evrensel değerlerinin yeniden sorgulandığı bir dönem olmuştur. Ancak Ortadoğu özelinde bu sorgulama, artık yalnızca teorik bir düzeyde kalmamaktadır. İsrail’in özellikle 2023-2025 arası gerçekleştirdiği Gazze ve İran saldırıları, bölgesel gerilimlerin ötesinde, küresel etik, hukuk ve insani değerlerin nasıl sistemli bir şekilde çökertildiğini gözler önüne sermektedir.
İsrail’in Filistin’e yönelik uygulamaları, artık sadece bir işgal ya da savaş politikasıyla açıklanamayacak düzeye ulaşmıştır. Sivil hedeflerin sistemli şekilde vurulması, sağlık ve eğitim altyapısının yok edilmesi ve uluslararası insani yardım örgütlerine yönelik saldırılar; uluslararası toplumun tepkisizliği ile birleştiğinde, insanlık vicdanının topyekûn iflasını göstermektedir. Bu, yalnızca Gazze halkı değil, tüm Ortadoğu halkları için bir travma ve hafıza kaydı haline gelmiştir.
Bu bağlamda İsrail’in saldırgan politikalarını sadece vicdansız politik bir okuma ile değil, aynı zamanda etik, uluslararası hukuk ve insan hakları perspektiflerinden de ele alındığında batılı insanlık sınıfta kalmıştır. Ayrıca bu gelişmeler, Avrupa ve ABD’nin bu politikalara verdiği zımni ve açık destek, liberal demokrasi ve insan hakları söylemlerinin çöküşünü de ortaya koymaktadır.
1. Saldırganlığın Kronolojisi: Gazze ve İran Örnekleri
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye yönelik başlattığı saldırılar, modern çağın en büyük sivil katliamlarından biri haline gelmiştir. Haziran 2025 itibariyle, uluslararası bağımsız kuruluşların verilerine göre yaklaşık 55.000 sivil yaşamını yitirmiş, on binlercesi yaralanmış, yüz binlercesi ise evsiz kalmıştır[^1]. Bu saldırılar sırasında BM’ye ait okullar, hastaneler ve mülteci kamplarının doğrudan hedef alınması, saldırının salt askeri değil, sistematik bir yok etme stratejisi içerdiğini göstermektedir.
İsrail’in saldırıları yalnızca Hamas ya da silahlı grupları hedef almakla sınırlı kalmamıştır. Nüfusun en savunmasız kesimlerine, yani çocuklara, kadınlara ve yaşlılara yönelik yoğun saldırılar gerçekleştirilmiştir. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kurumlar, bu süreci açık bir şekilde etnik temizlik ve soykırım suçu olarak tanımlamıştır[^2].
Bu gelişmeler, İsrail’in artık yalnızca bir bölgesel aktör değil; küresel sistemin dokunulmazlığına sahip bir güç olarak hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Üstelik bu süreçte, Batılı müttefiklerinin hem siyasi hem askeri desteği, saldırıların şiddetini artıran bir faktör olmuştur. 55.000 sivilin ölümü, insanlık tarihinde kara bir sayfa olarak kalacaktır.
2. Uluslararası Hukukun Çöküşü ve Çifte Standart
İsrail’in saldırılarında işlediği potansiyel savaş suçları, uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirildiğinde birçok kez Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gündemine gelmiştir. UCM de İsrail mahkum edilmiş ve İsrail liderleri hakkında yakalama kararı çıkartılmış ama batılı devletler bunu uygulamamıştır. Bu konuda hiç bir gayret göstermemiştir. Ancak bu girişimlerin çoğu, ABD ve Batılı ülkelerin tutumundan dolayı realitede “sonuçsuz”ve uygulamasız bırakılmıştır[^3]. Böylece hukuk, güçlü devletlerin politik aracı haline getirilmiştir.
Gazzeli sivillerin sistematik olarak hedef alınması, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü çerçevesinde açıkça savaş suçu olarak tanımlanmasına rağmen, İsrail’e yönelik herhangi bir fiili yaptırım uygulanmamıştır[^4]. Aksine, Batılı ülkeler İsrail’e yeni silah ve istihbarat desteği vermeye devam etmiştir. Bu durum, uluslararası hukuk mekanizmalarının yalnızca güçsüz aktörler için işlediğini göstermektedir.
Çifte standart meselesi, özellikle Ukrayna-Rusya savaşında görülen tepkiyle karşılaştırıldığında daha da trajik hale gelmektedir. Ukrayna için seferber edilen insani yardım ve diplomatik destek, Gazze için görülmemiştir. Bu farklılık, yalnızca politik değil, aynı zamanda ırksal ve kültürel önyargıların da etkili olduğunu göstermektedir[^5].
3. Sessiz Vicdanlar: Avrupa ve ABD’nin Etik İflası
Avrupa Birliği, tarihsel olarak insan hakları ve evrensel değerlerin savunuculuğunu üstlenmiş bir yapı olarak görülür. Ancak Gazze ve İran saldırılarında gösterdiği suskunluk, bu iddianın büyük ölçüde sembolik olduğunu ortaya koymuştur. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler, İsrail’in saldırılarını “meşru müdafaa” adı altında desteklemiş; savaş suçları karşısında ise sessiz kalmıştır[^6].
ABD ise İsrail’e verdiği koşulsuz destek ile yalnızca etik değil, stratejik açıdan da felaket bir pozisyon almıştır. ABD Kongresi’nin İsrail’e yönelik milyarlarca dolarlık silah yardımını onaylaması, bir tür soykırım ortaklığı anlamına gelmektedir[^7]. Biden yönetiminin Gazze’deki hastane saldırıları sonrası bile tepki göstermemesi, ABD’nin liberal değerlerinin içinin boşaltıldığını açıkça göstermektedir.
Bu etik çöküş, yalnızca politik değil, toplumsal bir iflasın da göstergesidir. Avrupa ve Amerika’daki üniversitelerde Filistin yanlısı protestolara yönelik baskılar, demokratik değerlerin artık sadece söylem düzeyinde kaldığını göstermektedir. Bu baskılar, ileride daha geniş sosyal çalkantılara da yol açabilir.
4. Ortadoğulu İnsanların Değersizleştirilmesi ve Irksallaştırılmış Şiddet
Batı medyasının Gazze ve İran saldırılarını ele alışı, derin bir ayrımcılığı da gözler önüne sermektedir. Gazzeli çocuklar ya da İranlı sivillerin ölümleri, medyada “kaçınılmaz kayıplar” ya da “çatışma bağlamında normal” olarak sunulmaktadır. Bu durum, Doğu halklarının yaşam hakkının Batı dünyasında daha az değerli görüldüğünü ortaya koymaktadır[^8].
Bu yaklaşım yalnızca medyada değil, uluslararası kurumların söylemlerinde de kendini göstermektedir. Örneğin UNICEF ya da WHO gibi kurumların açıklamaları, Ukrayna savaşındaki gibi güçlü ve net olmaktan uzaktır. Bu sessizlik, küresel sistemde bazı yaşamların diğerlerinden daha az değerli görüldüğünün açık kanıtıdır.
Bu bağlamda İsrail’in Ortadoğu’daki saldırganlığı, sadece politik ya da askeri bir mesele değil; aynı zamanda sistematik bir ırksallaştırılmış şiddet biçimidir. Bu şiddet, dünya kamuoyunun edilgenliği ile birleşince, modern dönemin en büyük etik çöküşlerinden biri haline gelmektedir[^9].
5. Yeni Sömürgecilik Biçimi Olarak İsrail Saldırıları
İsrail’in saldırıları yalnızca güvenlik temelli değil; aynı zamanda ekonomik, ideolojik ve demografik çıkarlarla da bağlantılıdır. Gazze’nin yerleşim alanlarının tamamen yok edilerek “yeni kentleşme projeleri”nin dillendirilmesi, etnik temizlik iddialarını güçlendirmektedir[^10]. Bu, modern bir sömürgecilik biçimidir.
İran’a yönelik saldırılar da enerji kaynaklarının kontrolü ve bölgedeki Şii etkisinin kırılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. İsrail’in bu politikaları, ABD destekli bir Ortadoğu düzeni tasarımının parçası olarak işlev görmektedir. Bu tasarım, halkları değil, yalnızca çıkar gruplarını koruyan bir düzenin yeniden üretimidir.
Bu yeni sömürgecilik formu, teknolojik üstünlük, medya kontrolü ve diplomatik koruma yoluyla yürütülmektedir. Böylece klasik işgal biçimlerinden farklı olarak, uluslararası toplumun gözünün önünde gerçekleşmekte ancak bir türlü durdurulamamaktadır.
Sonuç ve Öneriler
İsrail’in Gazze ve İran’a yönelik saldırgan politikaları, sadece Ortadoğu’yu değil, küresel değerler sistemini de çökertmektedir. Uluslararası hukuk, etik ve vicdani değerler bu saldırılar karşısında anlamını yitirmiş; Batılı ülkeler ise bu yıkımın ortağı haline gelmiştir. Bu tablo, insanlığın kolektif vicdanını sorgulamayı zorunlu kılmaktadır.
Bu bağlamda üç temel öneri geliştirilebilir:
1. Uluslararası Bağımsız Gözlem Misyonları: BM dışında, akademik ve sivil toplum aktörlerinden oluşan bağımsız gözlem heyetleri kurulmalıdır.
2. Silah Ambargosu ve Ekonomik Yaptırımlar: İsrail’e silah ve teknoloji transferi yapan ülkeler uluslararası hukuk nezdinde sorumlu tutulmalı ve ambargo uygulanmalıdır.
3. Alternatif Medya ve Akademik Ağı Güçlendirme: Batılı medyanın tekeli kırılarak, Ortadoğu’daki insan hakları ihlallerini belgeleyen bağımsız platformlar desteklenmelidir.
4. İsrail ile ilgili UCM kararı derhal uygulanmalı ve bu konuda ihmal ve koruma yapan tüm devletler diğer devletler ve BM tarafından yaptırıma tabii tutulmalıdır.
Bu tür önerilerin hayata geçirilmesi, yalnızca Filistinliler ya da İranlılar için değil; insanlık onurunu savunan herkes için elzemdir.
Kaynakça
[^1]: UN OCHA. (2025). Gaza Situation Report – June Update. https://www.unocha.org
[^2]: Amnesty International. (2025). “Deliberate Civilian Targeting in Gaza: War Crimes and Genocidal Intent”.
[^3]: Human Rights Watch. (2024). Israel: Apparent War Crimes in Gaza.
[^4]: Geneva Convention Relative to the Protection of Civilian Persons in Time of War, 1949.
[^5]: Finkelstein, N. (2021). The Holocaust Industry. Verso.
[^6]: Deutsche Welle. (2024). “Germany reaffirms support for Israel amid Gaza conflict.”
[^7]: US Congress Bill H.R. 8420 (2024).
[^8]: Edward Said. (1979). Orientalism. Vintage Books.
[^9]: Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil.
[^10]: B’Tselem. (2025). The Israeli Information Center for Human Rights in the Occupied Territories.