KKTC’den Mısır’a, Malezya’dan ABD’ye: Sahte Diplomada G7

9 Ağustos 2025

“Birleşmiş Kağıtlar Konfederasyonu: Okumadan Yüksel, Yükselmeden Yönet.”

Artık diploma bir belgeden çok, bir bilet. Ancak bu biletin gideceği yer bilgi değil, yetki. Bir zamanlar yıllar süren akademik emekle alınan diplomalar, günümüzde birkaç yüz dolarlık “eğitim turizmi” seferleriyle sağlanıyor. Okula gitmeye, sınavda terlemeye, tez yazmaya gerek yok; zira sistem, terleyen değil terletenin kazandığı bir sahneye dönüştü.

Sahte diplomalar, sadece bireyleri değil; ülkeleri yönetir hale geldi. Malezya’nın köhne medreselerinde üretilen “İslami yeterlilik” belgeleri, KKTC’de limon kasasına yapıştırılan mühendislik rozetleri, Makedonya’da fotokopiyle dağıtılan hukuk diplomaları artık devlet arşivlerinde resmiyet kazanıyor. Burası, kağıdın devleti yönettiği bir coğrafya.

Düşünün ki Cumhurbaşkanından, bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanına, subaydan savcıya, profesörden öğretim üyesine, doktordan  avukata, herkesin cebinde tartışmalı bir belge var. Bazılarının diplomaları buharlaşmış, bazılarının ise “özel bir üniversite”de unutulmuş. Bazıları ise “eğitim sırdır” diyerek belge göstermeye bile tenezzül etmiyor. Liyakat artık sadece mürekkep lekesiyle yazılı bir nostaljiye dönüşmüş durumda.

Bu yazıda, adeta bir “G7 Zirvesi” kurmuş ülkelerin (Malezya, KKTC, Azerbaycan, Makedonya, Türkiye, Mısır ve ABD) sahte diploma ihracatı konusundaki başarıları incelenmekte, diplomanın uluslararası bir kara borsaya dönüştüğü karikatürize bir bakışla eleştirilmektedir.

1. Malezya, Makedonya, KKTC, Azerbaycan, Mısır, Türkiye ve ABD: Diploma İhracatçıları Birliği

Malezya’daki İslamcı kurslardan çıkan “şeriat diplomaları”, çoğu zaman İslam’ın ne olduğunu değil, iktidarın kim olduğunu öğretir. Bu kurslardan çıkanlar, “diplomalı müritler” olarak yönetici koltuklarına oturtulur. Makedonya ise diplomalarıyla Balkan rüzgarı estirir: Hukuk diploması isteyen, 3 günde hazırlar, yanında tez de hediye eder. Yargıç mı olmak istiyorsun? “Kopyala-yapıştır” ile savcılık hayal değil!

KKTC, tam anlamıyla bir diploma Disneyland’idir. Üniversite sayısı sokaktaki manav sayısını geçmiş, bazıları ders bile vermez çünkü hiç öğrenci yoktur. Ama diplomalar kargoyla gönderilir. “Eğitim orada değil, sistemin dışında kazanılır” felsefesi hâkimdir. Azerbaycan ise belediyecilik uzmanları yetiştirir. Turgut Altınok gibi isimler, bu ülkede “Beton Bilimi”ni iki haftada öğrenip Türkiye’de yol yapmaya başlar.

Amerika’nın katkısı ise Hakan Fidan’a daha sofistike: Maryland Üniversitesi gibi “kurs görünümlü diplomalar” sunan kurumlar, özellikle dışişleri bürokrasisinde büyük rağbet görür. PowerPoint sunum izleyene “Uluslararası İlişkiler Uzmanı” unvanı verilir. Mısır’daki El-Ezher ise bazıları için kutsal bilgi kaynağı, bazıları için ise sadece “ülkeye dönüşte işe yarayacak bir belge”dir.

Türkiye bu birliğin hem müşterisi, hem distribütörüdür. Akademisyen, bakan, büyükelçi, milletvekili… Herkesin elinde bir belge, ama kimsenin kafasında birikim yok. Liyakatin yerine niyet, eğitimin yerine ilişki, akademinin yerine tarikat konmuş durumda.

KARİKATÜRE DÖNEN LİYAKAT

Hakan Fidan, “okulunu açıklamayan ama diplomaları olan” kişilerden sadece biri. Aynı şekilde İbrahim Kalın, Ahmet Davutoğlu gibi isimler de yurtdışı Malezya bağlantılı ama içeriği tartışmalı belgelerle “akademik kariyer” inşa etti. Bu belgeler sayesinde teoriden çok, imaj üretildi. Düşünce değil, görünüş yönetimi hedeflendi.

Devlet Bahçeli, yıllardır aynı üniversitenin aynı bölümünden mezun olduğunu söylese de arşivlerde “öğrenci kaydına” dair bilgiler sislidir. Bu sisin arkasında kimin mezun olup olmadığı değil, kimin kiminle ortaklık kurduğu önemli hale gelmiştir. Liyakat değil, sadakat mezuniyetin anahtarıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diploması ise tam bir kara delik. Açıklanmak istendikçe daha da derinleşen bir boşluk hissi yaratır. “Vardı, ama nerede?” sorusu artık ulusal bir zeka sorusuna dönüşmüştür. Akademik kariyerinin belgeleri kadar “açıklamama kararlılığı” da siyasi iletişim derslerine konu olabilir.

Tüm bu figürlerin yanında belediye başkanları, vekiller ve atanmışlar da diploma mezatında yarışır. İhaleye girer gibi diplomaya girilir. Kim daha kısa sürede daha gösterişli belge alırsa, kamuya daha üstten düşer. Liyakat artık bir e-Devlet şifresiyle değil, “parti sicili” ile kontrol edilir.

2. Öğrenci Görmeden Rektör, Ders Görmeden Profesör: Akademik Simülasyon

Türkiye’de bazı üniversiteler “akademi” değil, “akreditif merkezleri” hâline geldi. Öğrencisiz bölümler, hocasız fakülteler, binasız kampüsler… Tek gerçek şey dekandır, o da genelde siyaseten atanır. Dekan, rektöre; rektör YÖK’e; YÖK, Saray’a bakar. Tüm sistem “üst kademe memnuniyeti” üzerine kurulu. Bilim, bu memnuniyet zincirinde yalnızca bir dekor görevi görür.

Bazı akademisyenler hiç ders vermez, çünkü onların asıl görevi “itibar ambalajıdır.” Televizyona çıkıp devlet politikalarını alkışlamak, gazete köşelerinde iltifat düzmek, konferans salonlarında görsel vermek… Diplomaları varsa da içerikleri yoktur; yoksa da zaten kimse sorgulamaz. Bu sistemde gerçek bilimsel üretim tehlikelidir; çünkü soru sorar, eleştirir, hesap ister.

Özellikle bazı devlet üniversitelerinde, partili rektörlerin atadığı akademik kadrolar “siyaset pazarlaması uzmanlığı” alanında sözde doktora yapar. Akademik jürilerde “teze bakmadan onaylama” pratiği yaygınlaşır. Liyakatsizliğin en rafine hâli budur: Bilimi alıp vitrin süsüne dönüştürmek.

YÖK ve ÖSYM gibi kurumlar artık birer “sınav ve belge süsleme merkezi”ne dönüşmüş durumda. Son 20 yılda yüzlerce şaibeli sınav, binlerce sahte sertifika vakası yaşandı. Ancak hepsi unutuldu, çünkü sistem unutmayı teşvik eder. Unutanlar yükselir, hatırlayanlar dışlanır. Akademi, artık hafızasız ve vicdansız bir yapıdır.

3. Yüksek İhaleler, Düşük Eğitim: Bürokrasi ve Betonun Ortak Diploması

Belediye başkanlıkları, sahte diploma meselesinin en verimli laboratuvarlarından biridir. Örneğin Ankara’nın Keçiören ilçesinin başkanı Turgut Altınok, Azerbaycan’dan aldığı diploma ile “Büyükşehir Düşünce Lideri” unvanı kazanmıştır. Fakat bu unvan, kaldırım taşlarının düzenine entelektüel katkı sağlamak dışında pek bir işe yaramamıştır.

İnşaat şirketi sahiplerinin “şehir planlamacısı” diploması; müteahhitlerin “mimar” kimliği; ziraat mühendislerinin “sosyoloji danışmanı” unvanı da bu kategoridedir. Betonun diliyle düşünen bir ülkede, eğitimin yerini ihale alır. En büyük akademik başarı, TOKİ’den kentsel dönüşüm projesi almaktır.

Birçok milletvekili, sahte diplomalarını millet kürsüsünde göstermekten utanmaz; çünkü sistem utanmayı değil, utanmamayı ödüllendirir. Bazıları diplomalarını göstermeyi reddeder; çünkü bu bir mahremiyet meselesi değil, mahcubiyet meselesidir. Ama mahcubiyet, siyasette rekabet dezavantajı sayıldığından hızla bastırılır.

Meclis koridorlarında gezinen akademik unvanlar o kadar yaygındır ki, her 10 vekilden 7’si “doktoralı” görünür. Ne var ki bu doktoralar, genelde “ne doktorasısın?” sorusunu yanıtsız bırakır. Çünkü bu sorunun cevabı, sistemin temel zaafını ortaya çıkarır: Diplomasızlıktan çok, diplomaya olan ilgisizlik.

4. Erdoğan, Bahçeli, Kalın, Davutoğlu: Kayıp Kütükler ve Bitmeyen Mezuniyetler

Erdoğan’ın diploması, Türkiye siyasetinin kara deliğidir. Açıklanır der, açıklanmaz. Yayınlanır der, silinir. Sorulur, dava açılır. Sonuç? Sıfır. Bu belirsizlik, aslında sistemin tamamının ne kadar gevşek kurulduğunun da aynasıdır. Çünkü diplomanın içeriği değil, kim tarafından korunup saklandığı önemlidir.

Devlet Bahçeli’nin üniversite hayatı ise daha çok akademik bir efsaneye dönüşmüştür. Hangi dönem girdi, hangi dönem bitirdi, nasıl profesör oldu? Bilen yok, araştıran zaten içeri girer. Kalın ve Davutoğlu ise Malezya’dan  (İslam Üniversitesi) “uluslararası akademik görünümlü” ama içeriği boşaltılmış tezlerle yürür. Bilimsel katkıdan çok, söylem üreten bu figürler için diploma bir araçtır, amaç asla değildir.

Hakan Fidan ise casusluktan akademisyenliğe, akademisyenden bakanlığa; oradan da diplomalara uğramadan Dışişleri Bakanlığı’na kadar yükselmiştir. “Yurtdışında eğitim” notu her şeyin üstünü örter. Hangi okul, hangi belge, hangi sınav? Sorulmaz. Çünkü cevap, sistemin yumuşak karnıdır.

Tüm bu isimler, sistemin ne kadar “kişiye özel” çalıştığını gösterir. Kurallar halk için, istisnalar yönetenler içindir. Bu da devletin şeffaflık ilkesini bir şaka, hesap verilebilirliğini ise bir mizah öğesi hâline getirir.

5. Uluslararası Diplomasızlık: G7’den G-Hiç’e

“Diplomatik ilişkiler” kadar, “diplomasız ilişkiler” de büyüyor. Türkiye, G7’ye giremedi belki ama Sahte Diploma G7’sinde başı çekiyor. Malezya, Makedonya, KKTC, Azerbaycan, Mısır ve ABD ile birlikte, bu ülkeler diploma ihracatında serbest piyasa ekonomisi kurmuş durumda.

KKTC’deki bazı üniversiteler artık öğrenci bile kabul etmiyor; çünkü ihtiyaç yok: Diploma doğrudan satılıyor. Üniversiteler, uluslararası eğitim fuarlarında değil, gizli WhatsApp gruplarında pazarlanıyor. Sahte belgeler için uluslararası kuryeler çalışıyor, devletler farkında ama sessiz.

ABD’nin çevrimiçi kurs platformları, Türkiye’de “yüksek lisans mezunu” olmak için yetiyor. Beş dakikalık “Zoom derslerine” girip, büyükelçi atanan isimler var. Akademik başarı, artık “kamera açmadan mezun olabilmek”ten geçiyor. Sınavın yerini, kayıt linkine tıklamak almış durumda.

Bu yapının sürdüğü her gün, gerçek bilim insanları dışlanıyor; çünkü sistem “hak edene değil, ilişki kurana” diploma veriyor. Bu yüzden artık yükseköğretim değil, yüksek kopyalama çağı yaşanıyor. Ve bu çağın adı, hicivle bile açıklanamayacak kadar acıklı: Okumadan yönetmek, sorgulanmadan yükselmek.

6. Sahte Diplomayla Gerçek Kararlar: Bürokratların Kader Oyunu

Yıllardır sorulması gereken ama sürekli ertelenen temel bir soru var: Bir bakanın imzasıyla yürürlüğe giren yasa, eğer o bakanın diploması sahteyse, o yasa geçerli midir? Anayasalar, “yetkiyi halktan alan” yöneticilerden bahseder ama “sahte belgeyle yetkiye ulaşanlar” için ne yapılacağını pek bilmez. Bu boşluk, sistemin gri alanıdır; kimse bu alana girmek istemez çünkü içeri giren herkesin diploması incelenmek zorundadır.

Bugün imar planları çizen mühendislerden bazıları, iki haftalık diploma programlarına katılmış; o da Zoom üzerinden. Betonlaşmanın mimarı olan bu sahte mühendisler, zemin etüdü yerine “zemin üstü ilişkilerle” yükselmişlerdir. Hatta bazı belediyelerde, imzalar artık diploma yerine “tanıdık” referansla alınır. Bir yetkilinin dediği gibi: “Mühim olan ne bildiğin değil, kimi bildiğindir.”

En çarpıcı örneklerden biri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda yaşanmıştır. Bir dönem müsteşar yardımcılığı yapan bir ismin diploması incelendiğinde, aslında mezun olmadığı bir bölümden “referansla” belge aldığı ortaya çıkmıştır. Soruşturma açılmadı, çünkü açılması gereken o kadar çok kişi vardı ki, sistem kendini yutacaktı.

7. Sahte Diplomanın Kültürel Yansımaları: Tez Yazmadan Yazar Olmak

Sahte diplomalar yalnızca bürokrasi ve siyasetle sınırlı değil; kültür-sanat dünyasında da etkilerini gösteriyor. Özellikle bazı “ünlü düşünürler” ve “stratejistler”, akademik unvanlarını açıklamadan ekranlarda nutuk atıyor. Bazılarının doktora tezleri bulunamıyor, bazılarının ise makaleleri “içerik oluşturma araçları” ile yazılmış. Hatta bir vakada, bir köşe yazarının tezinin ChatGPT’den önce başka bir yapay zekâdan üretildiği bile tespit edildi. Ama ne gam! Yazdığı makalenin kimse tarafından okunmayacağı garanti olduğu için sistem işlemeye devam etti.

Televizyon kanallarında “Prof. Dr.” unvanıyla fikir beyan eden bazı isimlerin tek akademik başarısı, Twitter’da takipçi sayısının fazla olması. Bilimsel veri yerine “like” üzerinden tez savunmaları yapılır hale geldi. Sosyal medya algoritması artık akademik jürinin yerini aldı. Kim daha çok görüntülenirse, o daha akademik sayılıyor.

8. Uluslararası Eğitim Ticareti: Bavulla Diploma, Vizeyle Profesörlük

Yurtdışından diploma almak eskiden uzun süren bir süreçti. Artık sadece pasaport yeterli. Özellikle Gürcistan, Kuzey Kıbrıs, Arnavutluk ve Sudan’daki bazı özel üniversiteler, bavulla gelen öğrencilere “bavulla diploma” veriyor. Sistemin işleyişi basit: Pasaportu tarat, parayı yatır, belge kargoyla gelsin.

Bu süreçte en çok tercih edilen alanlar ise kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler ve ilahiyat. Çünkü bu alanlarda içerik sorgulanmaz, ideolojik pozisyon yeterlidir. Zaten diploma alanların bir kısmı geri dönüp “kanaat önderi” olarak atanır. Böylece ilim değil, algı yönetilir.

Bazı üniversitelerde hocalar bile öğrenciye ihtiyaç duymaz. Öğrenci yoksa sorun da yoktur. Hocaların tek görevi, “karşılama konuşması” için hazır olmaktır. Sonrasında diplomalar posta yoluyla dağıtılır, mezuniyet töreni Photoshop’ta yapılır.

9. Sahte Diploma Ekonomisi: Kâğıttan Devlet, Mürekkepten İktidar

Sahte diploma sektörü artık bir ekonomi yaratmış durumda. Baskı merkezleri, çeviri ofisleri, noterler ve “akademik danışmanlık firmaları” bu sistemin parçası haline gelmiş. Özellikle diplomaların tercümesi sırasında “belge orijinal değil” notunu yazmayan çevirmenler, en çok aranan personel. Çünkü bu kişiler sistemin “kâğıt arka planını” oluşturur.

Örneğin, bazı noterler her hafta 10’dan fazla sahte diplomayı tasdik ediyor. Nasıl mı? Çünkü onlara gelen belgenin gerçek olup olmadığını araştırma yükümlülüğü yok. Sadece para alıp mühür vuruyorlar. Aynı şekilde YÖK denklik birimleri, yurt dışı diplomaların sahte olduğunu bilse bile “usulüne uygundur” ifadesiyle geçiş sağlıyor.

Bu ekonomide tek kaybeden, gerçekten çalışan ve eğitimini hakkıyla tamamlayanlar. Çünkü onlar, kâğıttan bir sistemde gerçek olmaya çalışıyor. Ve gerçek olanlar, her zaman sistemin düşmanı olarak görülüyor. “Diplomalı ama sormaya cesaret eden” biri, sistemin sinir uçlarını uyarır. Oysa sistemin tek ihtiyacı, sessiz ve sahte belgeli bir kalabalıktır.

10. Sahte Akademi ve Yükselen Cehalet: Eğitim Yerine İtaat

Bugünün akademik sistemi, üniversite gibi görünse de aslında “onay üretim merkezleri” olarak çalışıyor. “Bu fikir doğru mu?” değil, “bu fikir kimin?” sorusu önem kazanıyor. Eğer fikir “doğru kişiden” geldiyse, sorgusuz onaylanıyor. Eğer değilse, hangi belgeyle sunulduğuna bile bakılmadan reddediliyor.

Bu sistem, cehaleti kutsal bilgiye dönüştürüyor. Gerçek bilgi arayan öğrenciler dışlanıyor, ezberleyenler övülüyor. Sınavda kopya çeken değil, kopya veremeyen cezalandırılıyor. Eğitim sistemi artık bir “cehalet akreditasyonu” sağlıyor: Ne kadar bilmezsen, o kadar kolay yönetilirsin.

Özellikle bazı kamu kurumlarında “doktoralı uzman” kadrosunda çalışan kişilerin tek vasfı, Google’dan buldukları sunumları PowerPoint’e yapıştırmaları. Bu sunumlar daha sonra “çalıştay bildirisi” olarak yayınlanıyor ve bir sonraki kademe terfisi için kullanılıyor. Bilim, PowerPoint slaytına indirgenmiş durumda.

SONUÇ 

Artık bir ülkenin eğitim sistemini anlamak için okullarına değil, yöneticilerinin CV’lerine bakmak yeterli. Eğer Cumhurbaşkanı’ndan profesöre, bakanlardan gazetecilere kadar kimsenin akademik geçmişi net değilse, orada eğitim değil, simülasyon vardır. Ve bu simülasyon, sadece sahte diplomalarla değil; gerçek halkın kaderiyle oynayan sahte kararlarla da güç kazanır.

Türkiye’nin bu sahte diplomalı yapısından çıkabilmesi için sadece bir eğitim reformu değil; bir ahlak devrimi gerekir. Çünkü mesele artık sadece ne bilindiği değil; ne gizlendiğidir.

Eğer sahte diplomalarla yükselenler gerçek bilim insanlarını susturuyorsa; diplomanın değil, susmanın geçer akçe olduğu bir sistem kurulmuş demektir. Ve böyle bir sistemde gelecek inşa edilmez; ancak taklit edilir.

Türkiye’nin en büyük ulusal güvenlik sorunu artık sınır değil, sahte belgeli yöneticilerdir. Çünkü bu belgeler, bir ulusun geleceğini “okumadan yönetenler”in eline verir. Düşünün ki planlama yapan mühendis kargoyla diploma almış, yasa yazan hukukçu sınava girmemiş, toplumu yöneten psikolog, makalesiz doçent olmuş.

Sahte diplomalarla inşa edilen bu düzen, devleti karikatürleştirir. Her şeyin maketi yapılırken, liyakatin de bir maketi yapılmıştır. O maket, şimdi Cumhurbaşkanlığı forsu taşımakta; bakanlıklar ve akademilerde sandalye kaplamaktadır.

Artık bir Temiz Eller Operasyonu değil, bir Temiz Beyinler Reformu gereklidir. Ama bu reformu yapacak olanların diplomaları da tartışmalı olunca, sistem kendi kendini çürütür. Bu, yalnızca sahte diplomaların değil; sahte demokrasinin ve sahte devlet aklının da sonucudur.

Son olarak, bu sahte belgelerle gerçek halkın kaderini belirleyenleri izlemek, tiyatroda bile bu kadar absürt olmazdı. Bu artık bir sistem değil, bir skandal organizasyonudur. Ve bu organizasyonun en büyük ihracatı: Cehaletle harmanlanmış otorite belgeleridir.

Kaynakça :

1. Gölge Üniversiteler ve Gerçek Yalanlar – Kurgusal Yayınlar, 2024

2. Liyakat Mezarlığı: Diploma mı Sadakat mi? – Farazi Bilimsel Araştırma Enstitüsü

3. Harvard mı Haydar mı? – Online Eğitim Platformu İronisi

4. Okumadan Nasıl Prof. Olunur? – Yüksek Kağıt Konseyi

5. Sahte Belge, Gerçek Yetki – Anadolu Uydurma Akademi Yayınları

6. Makedonya’dan Mezun Olanlar Anlatıyor – Balkan Belgesizliği Çalışmaları

7. KKTC’de 15 Dakikada Doktora – Turistik Eğitim Enstitüsü

8. El-Ezher mi El-İzah mı? – Ortadoğu Akademik Mizah Girişimi

9. Maryland Üniversitesi Kargo Programları – ABD Eğitim Parodileri Derneği

10. YÖK’ten Kaçan Belgeler – Türkiye Diploma Araştırma Bürosu

11. Mezun Olmadan Bakan Olmak – Kabine Koleksiyonu Yayınları

12. Sahte Akademi, Gerçek İhale – Üniversite Tabanlı Kurgu Yayıncılık

13. Ve Elbette: “Gören Olmamış Ama Herkesin Mezun Olduğu Okul” – Diplomasızlar Cemiyeti

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir