Oslo., 17 Eylül 2025
Küresel krizler yalnızca toplumsal ve ekonomik yapıları değil, siyasal rejimlerin doğasını da derinden etkiler. Özellikle güvenlik, sağlık ve ekonomik krizler; yönetimlere meşruiyetlerini pekiştirme, kontrol mekanizmalarını güçlendirme ve muhalefeti bastırma fırsatı sunar.
Krizler ve İktidar Dinamikleri
Tarihsel olarak krizler, siyasi rejimlerin evriminde kritik dönemeçler yaratmıştır. Carl Schmitt’in (2005) olağanüstü hâl kavramı, modern yönetimlerin istisnai durumları iktidarın konsolidasyonu için kullandığını vurgular. Kriz anlarında devletlerin yetkileri genişlerken, denetim mekanizmaları zayıflayabilir (Agamben, 2005). Bu da hem demokratik hem de otoriter rejimlerde merkeziyetçi eğilimlerin artmasına zemin hazırlar.
11 Eylül ve ABD’de Güvenlik Devletinin Kurumsallaşması
11 Eylül 2001 saldırıları, ABD’de yalnızca dış politikayı değil, iç hukuk düzenini de köklü biçimde dönüştürdü. “Vatanseverlik Yasası” (Patriot Act), devletin izleme yetkilerini genişletti; bireylerin mahremiyet hakları askıya alındı (Lyon, 2003). Terör tehdidine karşı mücadele gerekçesiyle FBI, NSA ve CIA gibi kurumlara geniş yetkiler tanındı.
Bu süreç, bazı araştırmacılar tarafından “güvenlik devleti”nin kurumsallaşması olarak tanımlandı (Zedner, 2005). Krizin yarattığı korku iklimi, kamuoyunun bu otoriterleşmeyi desteklemesine neden oldu (Robin, 2004). Demokrasi içinde otoriterleşmenin mümkün olduğunu gösteren bu durum, kriz dönemlerinin yönetim biçimlerini nasıl dönüştürdüğünün çarpıcı bir örneğidir.
COVID-19 ve Çin: Dijital Totaliterizmin Yükselişi
COVID-19 pandemisi, otoriter devletlerin kontrol kapasitesini artırmaları için benzersiz fırsatlar sundu. Çin’de uygulanan karantina rejimleri, temas takibi uygulamaları ve dijital gözetim sistemleri, halk sağlığı gerekçesiyle meşrulaştırıldı (Qiang, 2020). Çin hükümeti, pandemi yönetimini merkezi düzeyde sıkı kontrolle sürdürerek “ulusal birlik” söylemini ön plana çıkardı.
Çin’de yüz tanıma sistemleri, dijital sağlık kodları ve çevrim içi iletişim kontrolü, pandemiyle sınırlı kalmayarak kalıcı bir otoriter altyapıya dönüştü (Creemers, 2017). Bu durum “dijital otoriterleşme” olarak adlandırılmakta; Çin’in krizi, rejimsel istikrarı güçlendirme aracına dönüştürdüğü vurgulanmaktadır (Feldstein, 2021).
Krizlerin Siyasallaşması ve Olağanüstü Hâlin Normalleşmesi
Kriz anlarında yürütme organı, hızlı karar alma gerekçesiyle yasama ve yargı erklerini gölgede bırakabilir. Giorgio Agamben (2005), bu süreci “olağanüstü hâlin kalıcılaşması” olarak tanımlar. Fransa’daki 2015 terör saldırılarının ardından ilan edilen olağanüstü hâl, 2017’de kalıcı yasalara dönüştürülmüş; benzer eğilim Türkiye’de 2016 sonrası yaşanmıştır.
Bu bağlamda krizler, sadece geçici istisna durumları değil, uzun vadeli otoriter yeniden yapılanmanın aracı hâline gelebilir. Kamu güvenliği ve halk sağlığı gibi kaygılar, sivil özgürlüklerin askıya alınmasında temel meşrulaştırıcı çerçeveler oluşturur (Foucault, 1978).
Medya, Algı Yönetimi ve Kriz Retoriği
Kriz dönemlerinde medyanın rolü, rejimlerin otoriterleşme sürecini hızlandırabilir. Devlet destekli medya organları, kamuoyunu iktidarın yanında konumlandıracak şekilde içerikler üretir. Çin’de salgın boyunca “devletin başarıları” ön plana çıkarılırken, eleştirel içerikler sansürlenmiştir (Repnikova, 2020).
Benzer şekilde, 11 Eylül sonrası ABD medyasında “ya bizdensin ya düşman” söylemiyle muhalif sesler marjinalleştirilmiştir (Chomsky, 2002). Bu tür algı yönetimi, kriz ortamında muhalefetin “ulusal birliğe tehdit” olarak görülmesine neden olur.
Demokratik Rejimlerde Otoriter Sapmalar
Krizler yalnızca otoriter rejimlerde değil, demokrasilerde de otoriter sapmaları tetikleyebilir. COVID-19 döneminde Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, “süresiz yetki” alarak parlamentoyu askıya almış, yasaları kararnamelerle yürürlüğe koymuştur (Bánkuti, Halmai & Scheppele, 2012). Polonya, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde de kriz dönemlerinde muhalefetin bastırılması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gibi eğilimler görülmüştür.
Bu durum, “illiberal demokrasi” tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir (Zakaria, 1997). Krizler, liberal-demokratik yapıların sağlamlığına bağlı olarak otoriterleşmeye açık hâle gelebilir.
Sonuç
Kriz dönemleri, rejimlerin otoriterleşmesi için hem gerekçe hem de fırsat sunar. 11 Eylül ve COVID-19 gibi örnekler, krizlerin sadece yönetimsel değil, rejimsel sonuçlar doğurduğunu gösterir. Bu nedenle kriz yönetimi yalnızca teknik bir süreç değil; aynı zamanda siyasal iktidarın yeniden inşası sürecidir. Krizleri bahane ederek temel özgürlüklerin sınırlandırılması, kalıcı otoriterleşmeye neden olabilir. Bu bağlamda, krizlerin demokratik değerlere uygun şekilde yönetilmesi, çağdaş siyasal rejimlerin en büyük sınavıdır.
Kaynakça
• Agamben, G. (2005). State of Exception. University of Chicago Press.
• Bánkuti, M., Halmai, G., & Scheppele, K. L. (2012). Disabling the Constitution. Journal of Democracy, 23(3), 138–146.
• Chomsky, N. (2002). Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. Seven Stories Press.
• Creemers, R. (2017). China’s Social Credit System: An Evolving Practice of Control. SSRN Electronic Journal.
• Feldstein, S. (2021). The Rise of Digital Repression: How Technology is Reshaping Power, Politics, and Resistance. Oxford University Press.
• Foucault, M. (1978). The History of Sexuality: Volume I. Vintage Books.
• Lyon, D. (2003). Surveillance after September 11. Polity Press.
• Qiang, X. (2020). The Road to Digital Unfreedom: President Xi’s Surveillance State. Journal of Democracy, 30(1), 53–67.
• Repnikova, M. (2020). Media Politics in China: Improvising Power Under Authoritarianism. Cambridge University Press.
• Robin, C. (2004). Fear: The History of a Political Idea. Oxford University Press.
• Schmitt, C. (2005). Political Theology: Four Chapters on the Concept of Sovereignty. University of Chicago Press.
• Zakaria, F. (1997). The Rise of Illiberal Democracy. Foreign Affairs, 76(6), 22–43.
• Zedner, L. (2005). Securing Liberty in the Face of Terror: Reflections from Criminal Justice. Journal of Law and Society, 32(4), 507–533.