Krizden Kimliğe: Toplumsal Uyanışın Eşiğinde Türkiye

25 Temmuz 2025

Modern Türkiye, sadece ekonomik ya da siyasal değil, çok daha derinlerde yankılanan bir anlam arayışı krizi ile karşı karşıyadır. Bu kriz; kimlik, aidiyet ve yön duygusuna dair derin bir sarsıntıdır. Ancak bu sarsıntı, salt bir yıkımı değil, aynı zamanda bir yeniden doğuş potansiyelini de içinde taşır. Varoluşçu filozofların da işaret ettiği gibi, gerçek dönüşümler genellikle büyük krizlerin ardından gelir; çünkü kriz, “artık eskisi gibi olamayacağımız” anı temsil eder. Türkiye’nin bugünkü hâli, tam da böyle bir dönemeçtir.

Bu toplumsal dönemeçte halkın ne yapacağı sorusu, yalnızca siyasete değil, çok daha geniş bir tarihsel, kültürel ve felsefi bilinç düzlemine yaslanmak zorundadır. Toplumun yeniden özneleşmesi, kendini yeniden tarif etmesi ve geleceğini kurma iradesini yeniden inşa etmesi; ancak eğitim, medya ve sivil toplum gibi alanlarda köklü bir bilinç dönüşümü ile mümkün olacaktır.

Kriz varsa çözüm de vardır ama bu çözüm dışarıdan değil, milletin kendi içsel kaynaklarından, yani tarihinden, kültüründen ve Atatürk’ün bıraktığı akılcı, laik ve halkçı mirastan doğacaktır. Cumhuriyet’in çocukları, yorgun ama yılmamış, yönsüz ama köksüz değildir. Bu millet, geçmişte defalarca olduğu gibi, bir kez daha küllerinden doğacak kudrete sahiptir.

Toplumsal Varoluş Krizi ve Türkiye’nin Modernleşme Deneyimi

Toplumlar da bireyler gibi, zaman zaman kendi varlıklarını, değerlerini ve yönlerini sorgulayan derin krizlerden geçer. Bu kriz anları, yalnızca dışsal bir çalkantının değil, aynı zamanda özsel bir yüzleşmenin ürünüdür. Jean-Paul Sartre’ın “varoluş, özden önce gelir” önermesini genişletirsek, toplumlar da kendilerini kriz anlarında yeniden tanımlar, yeniden var ederler. Bu bağlamda, Türkiye’nin modernleşme süreci; Batı teknolojisinin ve hukuk sisteminin ithalinden ibaret teknik bir reform hareketi değil, esasen bir toplumsal kimlik sorgulamasıdır.

Søren Kierkegaard, bireyin kriz anında “özgürlük” ile “kaygı” arasında salınan bir özneye dönüştüğünü savunur. Aynı şekilde, Türkiye toplumu da laiklik ile inanç, gelenek ile çağdaşlık, ulusal kimlik ile evrensel değerler arasında varoluşsal bir gerilim yaşamaktadır. Bu gerilim, yalnızca bir bölünmeyi değil, aynı zamanda bir oluş imkânını da içinde taşır. Albert Camus’nün tanımıyla “başkaldıran insan”, absürtlüğe rağmen anlam üretme çabası içindedir; Türkiye toplumu da bugün, bir yön kaybının ortasında yeni bir anlam zemini aramaktadır.

Günümüzde yaşanan siyasal ve kültürel çalkantılar; kimi zaman otoriterleşme, kimi zaman toplumsal kutuplaşma biçiminde tezahür etse de, bunların ardında yatan asıl mesele, “nasıl bir toplum olmak istiyoruz?” sorusudur. Bu soru, yüzeysel bir ideoloji tercihi değil, çok daha köklü bir varoluşsal yönelim problemidir. Hegel’in “Geist” (Tin) kavramını ödünç alarak ifade edersek, Türkiye toplumunun tinsel evrimi, kendi iç çelişkilerinden geçerek şekillenmektedir. Ve tarih bize göstermiştir ki, bu toplum, her kriz anında içkin bir bilinçle yeniden doğmayı başarmıştır.

Bu nedenle, Türk milletinin gelecekte ne yapacağına dair bir öngörüde bulunmak, yalnızca güncel siyasal analizlere dayanarak değil, bu halkın tarihsel hafızası, kültürel refleksleri ve felsefi alt yapısı üzerinden yapılmalıdır. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, 1960’tan 15 Temmuz’a kadar birçok kırılma yaşayan bu millet, yalnızca tepki vermekle kalmamış; aynı zamanda krizleri bir kurucu momentuma dönüştürmüştür. Bugünkü kriz de, doğru bir bilinçle okunduğunda, aynı potansiyeli içinde taşımaktadır.

Nihayetinde, Türkiye’nin bugünkü çıkmazı, yalnızca bir sistem ya da iktidar krizi değil, kökeninde anlam, aidiyet ve yön sorunsalı yatan bir toplumsal varoluş krizidir. Bu kriz, felç edici değil; dönüştürücü olabilir. Ancak bu dönüşüm, halkı yalnızca bir “seçmen kitlesi” değil, kendi kaderinin öznesi, tarihinin mirasçısı ve geleceğinin kurucusu olarak gören bir anlayışla mümkündür. Ve unutulmamalıdır: Bu millet, Atatürk’ten miras kalan kurucu aklı ve Cumhuriyet’in ilerici ilkeleri sayesinde, bu tür krizlerin üstesinden gelme kudretini defalarca göstermiştir.

Krizden Yaratıcılığa: Türk Toplumunun Yeniden İnşa Potansiyeli

Varoluşçu düşünceye göre, kriz sadece bir çöküşü değil; aynı zamanda bireyin ya da toplumun kendi değerleriyle yüzleşmesini ve yeni bir anlam inşa etmesini sağlar. Albert Camus, Sisyphos Söyleni adlı eserinde, insanın absürd dünyaya rağmen yaşamı onurluca sürdürebilme gücünü “başkaldırı” kavramıyla tanımlar. Bu bağlamda, kriz anlarında çaresizliğe düşmek yerine bilinçli bir karşı duruş geliştirmek, toplumun yeniden doğuşunun temelidir. Türkiye’nin yakın tarihinde de bu durum pek çok kez gözlemlenmiştir.

Cumhuriyet’in kuruluş süreci, bunun en büyük örneklerinden biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, sadece bir devletin değil, bir medeniyet kodunun sarsılması anlamına geliyordu. Ancak Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki inkılaplar, bu varoluşsal çöküşün içinden yepyeni bir anlam ve sistem yaratmayı başarmıştır. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” sözü, sadece maddi bir devlet inşasını değil, aynı zamanda manevi bir yeniden varoluşu işaret eder.

Bugün yaşanan krizler de, benzer bir varoluşsal derinliğe sahiptir. Ekonomik çöküş, kurumların zayıflaması, hukukun yozlaşması, toplumsal kutuplaşma gibi problemler yüzeyde görülen semptomlardır; fakat asıl mesele, Türkiye’nin “nasıl bir toplum olmak istediği” sorusuna vereceği yanıttadır. Laik mi olacak, demokratik mi? Kolektivist mi bireyci mi? Bu sorulara verilecek toplumsal cevap, sadece seçim sandığında değil; kültürde, sokakta, okulda ve ailede verilecektir. Bu da ancak halkın felsefi, tarihsel ve etik mirasını doğru bir şekilde yeniden yorumlamasıyla mümkündür.

Tarihsel Hafıza ve Toplumsal Direnç: Atatürk’ten Günümüze

Türk milletinin geçmişi, bu krizleri atlatma konusunda güçlü bir tarihsel hafıza taşır. 93 Harbi’nden Balkan Savaşları’na, Mondros’tan Sevr’e, 15 Temmuz’dan pandemi sonrası ekonomik çöküşe kadar her büyük sarsıntıdan sonra halk kendine özgü reflekslerle yeniden örgütlenmiş, değerlerini güncelleyerek yoluna devam etmiştir. Bu, sıradan bir hayatta kalma çabası değil; bilinçli ya da sezgisel olarak yapılan bir yeniden var olma tercihidir.

Bu hafıza aynı zamanda, halkın Atatürk’ün mirasını neden terk etmediğini de açıklar. Zaman zaman siyasi söylemlerde Atatürkçülük sembolikleştirilse de, özellikle kriz zamanlarında halk laiklik, egemenlik ve hukukun üstünlüğü gibi temel Cumhuriyet değerlerine daha fazla sarılır. Bunun nedeni, bu ilkelerin sadece ideolojik değil, varoluşsal güvenlik sağlayıcı unsurlar olmasıdır. T.C. sisteminden, Atatürk ilke ve devrimlerinden vazgeçmemek, sadece bir geçmişe bağlılık değil, geleceği garanti altına alma içgüdüsüdür.

Bu noktada halkın ne yapacağına dair öngörüde bulunmak, sadece güncel politik verilerle değil, bu kültürel süreklilik ve felsefi yönelim üzerinden mümkün olabilir. Bu halk, tarihin kendisine yüklediği misyonu zaman zaman unutur gibi olsa da, tehdit anlarında yeniden hatırlama ve sahiplenme kapasitesine sahiptir.

Halkın Bilinç Dönüşümü: Eğitim, Medya ve Sivil Toplumun Rolü

Toplumsal varoluş krizinin aşılmasında en kritik dinamiklerden biri, halkın bilinç dönüşümüdür. Varoluşçu bakış açısıyla, bir toplumun kendi kimliğini sorgulaması ve yeniden inşa etmesi için öncelikle bireylerin öz-farkındalığının artması gerekir. Bu da doğrudan eğitim, medya ve sivil toplum alanlarıyla ilişkilidir. Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek temel aktörler olarak bu kurumlar, toplumun krizden çıkışında birer araç ve güç kaynağıdır.

Eğitim, bir toplumun değerlerini, tarihini, kültürünü ve kritik düşünme becerilerini yeni nesillere aktaran en temel araçtır. Türkiye’de eğitim sisteminin, özellikle laiklik, demokrasi, insan hakları ve çağdaş bilimin esaslarını gençlere sağlam biçimde vermesi, toplumun varoluşsal krizini aşmasında hayati öneme sahiptir. Ancak eğitim yalnızca bilgi aktarmakla kalmamalı, aynı zamanda bireylerin eleştirel düşünme yetisini geliştirmeli, toplumsal farklılıklara saygı ve diyalog kültürünü teşvik etmelidir. Böylece toplum, krizlere karşı daha dirençli ve yaratıcı hale gelir.

Medya ise bilginin hızla yayılması ve kamusal bilincin şekillenmesi açısından kritik bir rol oynar. Medyanın özgür, bağımsız ve sorumlu olması, toplumun gerçekleri sağlıklı değerlendirmesine imkân tanır. Türkiye’de medyanın kutuplaştırıcı ve ideolojik kullanımı, toplumsal varoluş krizinin derinleşmesine neden olabilir. Bu nedenle, medya alanında çoğulcu, tarafsız ve eğitimsel içeriklerin artırılması, halkın kriz karşısında doğru yönlendirilmesini sağlar ve toplumsal birliği güçlendirir.

Sivil toplum kuruluşları (STK) ise halkın devletle olan ilişkisini dengeleyen, katılımcılığı artıran ve demokratik değerlerin toplumda yaşanmasını sağlayan önemli aktörlerdir. Türkiye’de STK’ların güçlendirilmesi, toplumun krizlere karşı kendi çözümünü üretme kapasitesini artırır. Böylece vatandaşlar, yalnızca seçimlerde değil, günlük yaşamda ve karar alma süreçlerinde etkin rol alarak, toplumsal varoluşun yeniden inşasında aktif özne haline gelirler.

Toplumsal Bilinç ve Değerler Sistemi: Cumhuriyet’in Korumacı Rolü

Eğitim, medya ve sivil toplum alanlarının etkinleşmesiyle birlikte, toplumun değerler sisteminde bir dönüşüm sağlanabilir. Bu dönüşüm, Atatürk’ün temel ilke ve devrimleri etrafında şekillenen laiklik, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü kavramlarının toplumda yeniden içselleştirilmesini gerektirir. Türk milleti, bu ilkelerin sadece geçmişin mirası değil, geleceğin güvence çerçevesi olduğunu anlamalıdır.

Bu bilinç dönüşümü, bireyleri ve toplumu kriz karşısında pasif nesneler olmaktan çıkarıp, aktif özne konumuna yükseltir. Böylece halk, sadece “tepkisel” değil, aynı zamanda “öngörülü” ve “stratejik” hareket eder. Türkiye’nin çağdaş sorunlarını çözme kapasitesi bu bilinçle paralel olarak gelişir.

Sonuç: Varoluşsal Krizden Demokratik Yeniden Doğuşa

Türkiye’nin içinde bulunduğu derin siyasal, kültürel ve ekonomik krizler, aslında kolektif düzeyde bir varoluşsal sorgulamanın yansımasıdır. Ancak bu krizler, aynı zamanda yeni bir toplumsal sözleşme için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Bu sözleşme; Anayasa’nın ilk dört maddesi ile 10. ve 66. maddelerine sadık kalarak, çağın gerekliliklerine uygun biçimde güncellenmiş, Türk tarihinin ve kültürel genetiğinin taşıdığı değerlerle uyumlu, şuurlu ve çağdaş bir toplumsal yapı inşa etme imkânı doğurmaktadır.

Böylesi bir yeniden yapılanma, yalnızca hukuksal ve yapısal değil; aynı zamanda toplumsal bilinç ve vatandaşlık anlayışında da bir dönüşümü gerektirir. Atatürk’ün fikirlerini ve devrimci mirasını temel alan ve laikliği esas alan, bilinçli ve sorumluluk sahibi bireylerden oluşan bir yurttaşlık kültürü, bu yeni dönemin en sağlam temeli olabilir.

Halkın tarihsel ve kültürel birikimi, Cumhuriyet’in kurucu değerleri ve varoluşçu düşüncenin yaratıcılığa açık bakış açısı bir araya geldiğinde, Türkiye’nin yaşadığı bu çok katmanlı kriz yalnızca aşılabilir değil; aynı zamanda ulusal uyanışın ve yeniden doğuşun başlangıcı hâline gelebilir.

Bu süreç, ancak eğitim, medya ve sivil toplumun işbirliği, siyasi partilerin TC ‘ne ve Türk milletine bağlılığı ve tüm bunların güçlendirilmesiyle gerçekleşecektir. Böylece Türk milleti, hem geçmişin köklerine sıkı sıkıya bağlı kalacak, hem de geleceğe özgür, demokratik ve laik bir toplum olarak yürüme kararlılığını gösterecektir.

Kaynakça

• Camus, A. (1991). The Myth of Sisyphus (J. O’Brien, Trans.). New York: Vintage International. (Original work published 1942)

• Camus, A. (1991). The Rebel: An Essay on Man in Revolt (A. Bower, Trans.). New York: Vintage. (Original work published 1951)

• Heidegger, M. (1962). Being and Time (J. Macquarrie & E. Robinson, Trans.). New York: Harper & Row. (Original work published 1927)

• Hegel, G. W. F. (2001). The Philosophy of History (J. Sibree, Trans.). Kitchener: Batoche Books. (Original work published 1837)

• Kierkegaard, S. (1980). The Sickness Unto Death (H. V. Hong & E. H. Hong, Trans.). Princeton, NJ: Princeton University Press. (Original work published 1849)

• Kierkegaard, S. (1985). Fear and Trembling (A. Hannay, Trans.). London: Penguin Classics. (Original work published 1843)

• Sartre, J.-P. (2007). Existentialism Is a Humanism (C. Macomber, Trans.). New Haven: Yale University Press. (Original work published 1946)

• Tanıl, B. (2012). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı: Modernleşme, Kimlik, Kriz. İstanbul: Metis Yayınları.

• Zürcher, E. J. (2005). Turkey: A Modern History (3rd ed.). London: I.B. Tauris.

• Toprak, B. (1996). Laiklik ve Demokrasi: Türkiye Deneyimi. İstanbul: Sarmal Yayınları.

• Gülalp, H. (2005). Kimlikler Siyaseti: Türkiye’de Din, Etnisite ve Milliyetçilik. İstanbul: Metis Yayınları.

• Aydın, S. (2017). Modern Türkiye’nin Felsefi Arka Planı. Ankara: Hece Yayınları.

• Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları (2020 baskısı).

• İnsel, A. (2003). Demokrasi Ne Değildir?. İstanbul: Birikim Yayınları.

• Şaylan, G. (1999). Postmodernizm ve Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir