Masallar Uyutur, Gerçekler Uyandırmaz 

16 Temmuz

Hayat, sahneye çıkmadan önce bize ezberletilen bir replik gibidir. Daha doğar doğmaz başlarlar anlatmaya: “Kızlar prenses olur, erkekler kahraman.” “Dışarıda kurtlar var.” “Çalışmazsan aç kalırsın.” “Çirkin olan sevilmez, sessiz olan ödüllendirilir.” Biz ise daha kim olduğumuzu bile anlamadan bu cümleleri içselleştiririz. Bilinçaltı sorgulamaz, kim gelirse kapısını açar. Masallarla büyürüz, ama bir gün aynaya bakıp şu soruyu sorarız: “Bu ben miyim, yoksa bana ezberletilen karakter mi?” 

Kırmızı Başlıklı Kız, dış dünyaya güvenme der ama kurtuluşu dışarıdan gelen bir adamla sağlar. Ağustos Böceği, üretmeyen herkesin dışlanacağına dair bir uyarıdır. Pamuk Prenses, kabul edilmek için sessiz, güzel ve çalışkan olmak zorundadır. Rızası hiç konuşulmaz. Külkedisi, sadece görünüşüyle değer kazanır. Ayakkabı başka birine uysa ne olurdu? Rapunzel, ancak bir adam saçlarından tırmanınca özgürleşebilir. Kurbağa Prens ise farklı olmayı över gibi görünür, ama gerçek mutluluğa ancak “normale” dönüşerek ulaşır. Masallar bize baştan rol dağıtır, bize düşense itiraz etmeden oynamaktır. 

Çocukken bu öykülerin sadece uyku öncesi eğlencesi olduğunu sanırdık. Oysa hepsi, modern dünyanın şekillendirdiği ilk sahne provalarıydı. Pastel renklerle süslenmiş, ama içinde sistemin kurallarını fısıldayan hikâyelerdi. Bugün büyüdük. Aynaya baktığımızda yalnızca kendimizi değil, bize oynatılan rolleri ve masalların bugünkü versiyonlarını da görmeye başladık. Çünkü masallar bitmedi; sadece platform değiştirdiler. 

Eskinin cadıları, yalnız yaşayan, bitkilerle ilgilenen, güçlü kadınlardı. Şimdi onlara “bağımsız kadın”, “feminist” ya da “aktivist” diyoruz. Hâlâ korkuluyorlar, susturuluyorlar. Yakılmıyorlar belki ama iptal ediliyorlar. Dijital linç kazanları kaynıyor. Çünkü mesaj aynı kaldı: Kadın çok şey bilirse, tehlikelidir. 

Krallar ve kraliçeler tahtlarını artık CEO koltuklarında, medya patronluklarında sürdürüyor. Prensler ve prensesler ise dijital saraylarda yaşıyorlar. Cam ayakkabılar algoritmalarla seçiliyor. Mutlulukları story, ilişkileri eşleşme oranı kadar. Ejderhalar artık kredi kartı borcu, travmalar ve bağlanma kaygısı.  Prens hâlâ gecikiyor. Bazen hiç gelmiyor. Bazen de kurttan bile tehlikeli olabiliyor. 

Devler de değişti. Artık Google, Amazon, Shell gibi sessiz devler var. Ayak sesleri yok, ama etkileri deprem gibi. Dünyayı dönüştürüyorlar, betonlaştırıyorlar. Cüceler mi? Onlar da hâlâ var: küçük kooperatiflerde, ekolojik köylerde, start-up’larda… Ama hiçbirinin hikâyesi kral olarak bitmiyor. 

Periler ve cinler artık dijital. “Dile benden ne dilersen” demiyorlar, “mikrofonuna erişeyim” diyorlar. Dilekler reklam algoritmalarına, sihirli değnekler yapay zekâya dönüştü. Ama unutulmamalı ki, cin şişeden çıktığında seni değil, seni pazarlayanı sevindirebilir. 

Büyücüler artık mucize değil, algı yaratıyor. Bilgiyle oynuyor, istatistikle şekil veriyor. Ama bu bilgi iyiye mi hizmet ediyor, yoksa karanlıkta mı çoğalıyor, bilinmiyor. 

Masallar bugün artık “iyiyle kötünün savaşı” değil, “başarıya giden yol” adıyla karşımıza çıkıyor. İş görüşmeleri yeni balolar, LinkedIn profilleri yeni cam ayakkabılar. Biz, kendi masalımızın kahramanı olduğumuzu sanarken, başkalarının yazdığı senaryolarda figüran oluyoruz. 

Kırmızı Başlıklı Kız hâlâ yolda. Ama bu kez annesi değil, toplum fısıldıyor kulağına: “Dikkat et, dışarıda kurtlar var.” Büyükannesi yalnızlıktan ölmüş olabilir. Avcıysa trafikte takılı kaldı. Ama kız hâlâ kandırılabilir. Çünkü ona baştan öğretilen tek şey: “İtaat et, kurtul.”

Ağustos Böceği’ne gelince… Tembel dediler. Ama o, 17 yıl toprağın altında yaşayıp sadece dört hafta gün yüzü görebildi. Belki de biz karıncaları fazla büyüttük. Çünkü üretmek hep kutsal sayıldı, yaşamak değil. 

Masallar hâlâ anlatılıyor. Bu kez televizyon ekranında, seçim kürsüsünde, reklam panosunda. Herkes kendi kahramanını yazıyor. Ama biz hâlâ kurtarılmayı bekliyoruz. 

Artık uyanmak gerek. Belki yeni bir masal yazmak değil, hikâyesiz kalmayı göze almak. Başkalarının çizdiği çerçeveyi reddetmek. Çünkü gerçek kurtuluş, kimsenin sana “şöyle ol” demediği yerde başlar. 

Hayat, başkasının yazdığı senaryoyu oynamak değil. Kendi repliğini silmek. Külkedisi olmamak için ayakkabıyı reddetmek, prenses olmamak için sarayı terk etmek. Belki hiçbir şeyin olmaz. Ama belki ilk kez kendin olursun. 

Güneş her sabah yeniden doğuyor. Hem de kimseden izin almadan. Sen neden kendi sabahına uyanmayasın? 

Her şey değişiyor; platformlar, kahramanlar, hatta prensesin ayakkabısı bile artık dijitalden seçiliyor. Pamuk Prenses ile Uyuyan Güzel birbirine karışmış, hayatta kalmak için bir öpücüğe muhtaç; ama artık yakışıklı prensin ilgisine değil, algoritmaların onayına ihtiyaç duyuyor. Yedi cücelere ise yer kalmadı; çünkü her şey güçle, statüyle, parayla ölçülüyor. Cam ayakkabılar bile artık zenginliğe, görünürlüğe göre şekilleniyor. Kurbağalar filtreyle prense dönüşüyor, sahne ışığı hep başkalarına çevriliyor. Tüm bu ışıltının arkasında, yedi cüceler hâlâ perde gerisinde kalıyor, Ağustos Böceği’nin şarkısı ise çoktan sessize alındı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir