22 Temmuz 2025
Toplumsal cinsiyet rolleri, tarih boyunca bireylerin davranışlarını, değerlerini ve toplumsal konumlarını belirleyen temel yapılar arasında yer almıştır. Bu roller çerçevesinde şekillenen dilsel ve kültürel kodlar, çoğu zaman bireylerin ahlaki yargılarını, ilişkilerini ve kimlik algılarını da belirler. “Orospu” kavramı, bu çerçevede incelendiğinde yalnızca bir hakaret ya da aşağılayıcı bir sıfat olarak değil, aynı zamanda toplumsal düzeni tahkim eden bir ideolojik araç olarak karşımıza çıkar.
“Orospuluk” terimi, yalnızca cinsel eylemlere atıf yapan bir betimlemeden ziyade, kadın cinselliğinin denetimi ve cezalandırılması amacıyla kullanılan sembolik bir kontrol mekanizmasıdır. Bu kavram, toplumsal cinsiyetin iktidar ilişkileriyle nasıl kesiştiğini ortaya koyarken, aynı zamanda “namus”, “ahlak” ve “beden politikası” gibi kavramlarla da sıkı bir ilişki içerisindedir. Kadın bedeninin kamusal ve özel alandaki temsil biçimlerine yönelik tarihsel, kültürel ve ideolojik söylemler, “orospu” kavramının çok boyutlu analizini zorunlu kılar.
Bu çalışma, orospuluk kültürünün sosyolojik, feminist ve kültürel boyutlarını irdelemeyi amaçlamaktadır. Kavramın tarihsel kökenlerinden günümüz medya temsillerine, toplumsal cinsiyetle olan ilişkilerinden bireysel deneyimlere kadar geniş bir perspektifte ele alınması hedeflenmektedir. Ayrıca “orospuluk” teriminin yalnızca kadınlara mı ait olduğu, erkeklik söylemleriyle nasıl ilişkili olduğu ve toplumsal yansımaları gibi sorular da kapsamlı şekilde tartışılacaktır.
1. Kavramsal Çerçeve: “Orospu” ve “Orospuluk” Söyleminin Tarihsel Kökenleri
“Orospu” kelimesi, Osmanlı döneminden günümüze kadar ahlaki yargıların belirleyici olduğu bir toplumsal düzlemde şekillenmiştir. Etimolojik olarak “fahişe” ya da “seks işçisi” anlamı taşısa da halk arasında çok daha geniş ve aşağılayıcı bir kullanım alanı bulmuştur. Bu bağlamda, kelimenin zamanla taşıdığı anlam, sadece bir meslek tanımı olmaktan çıkarak, kadınlara yönelik cinsel kontrol ve tahakküm aracına dönüşmüştür. Tarih boyunca kadın cinselliğinin denetlenmesi amacıyla geliştirilen normatif düzenekler bu dilsel ifadeyle somutlaşır.
Kadınlar için kullanılan bu sıfatın arka planında, eril toplum yapısının kadın bedeni üzerinde kurduğu ideolojik denetim yatmaktadır. Kadının kiminle, ne zaman ve nasıl ilişki kurabileceğine dair sınırların erkek egemen normlarla belirlenmesi, bu tür kelimelerin ideolojik işlevini güçlendirmiştir. Dolayısıyla “orospu” kelimesi, kadınları susturmanın, baskılamanın ve ötekileştirmenin araçlarından biri haline gelmiştir. Bu kullanımın kadını yalnızlaştırıcı ve utandırıcı etkileri, bireysel özgürlüklerin bastırılmasıyla sonuçlanmaktadır.
Ayrıca bu kavram, yalnızca bireyler arası bir hakaret biçimi değil; aynı zamanda kamusal alan, hukuk, medya ve popüler kültür içerisinde dolaşıma sokulan bir normatif söylem haline gelmiştir. Kadının sosyal rolü, ahlaki statüsü ve hatta ekonomik hakları bu tür etiketlerle doğrudan ilişkili hale gelir. “Orospuluk” bu bağlamda sadece cinsel tercihleri değil, aynı zamanda norm dışı davranışları cezalandıran kültürel bir sistemin parçasıdır.
2. Toplumsal Cinsiyet ve Beden Politikası Bağlamında Orospuluk
Toplumsal cinsiyet teorileri, “orospuluk” kavramını yalnızca kadın cinselliği ile sınırlı bir davranış normu olarak görmez. Aksine, bu kavramın kullanım biçimleri, toplumun cinsiyetler arası güç ilişkilerini nasıl inşa ettiğini ve yeniden ürettiğini gösterir. Judith Butler’ın “beden performativitesi” kuramı çerçevesinde, “orospu” etiketi, kadınların cinselliklerini toplumsal normların dışında yaşadığı her durumda gündeme gelir ve bu da cinsiyetin ne kadar kültürel olarak kurgulandığını ortaya koyar.
Kadınların kamusal alandaki görünürlüğü ve bedensel varoluşları, çoğu zaman erkek bakışının denetimi altındadır. Açık giyinmek, geç saatte dışarıda olmak ya da çok sayıda partnerle ilişki yaşamak gibi pratikler “orospu” söyleminin hedefi haline gelir. Oysa aynı davranışlar erkekler söz konusu olduğunda “erkeklik” ya da “özgürlük” olarak değerlendirilir. Bu durum, orospuluğun yalnızca kadınlara atfedilen bir kültürel etiket olduğunu ve cinsiyet eşitsizliğinin bir tezahürü olduğunu açıkça göstermektedir.
Ancak “orospuluk” kavramı, erkekler için de zaman zaman kullanılmakla birlikte, aynı şiddet ve dışlayıcılıkla işlemez. Erkekler için “orospu çocuğu” gibi ifadeler anneler üzerinden bir aşağılama içerirken, kadınlar için doğrudan bedene ve davranışa yönelik bir müdahale söz konusudur. Dolayısıyla bu kavram, toplumsal cinsiyet ikiliğinin adaletsizliğini pekiştiren bir araç haline gelirken, beden politikaları üzerinde kurulan tahakküm ilişkilerinin de temel göstergelerinden biri olmaktadır.
3. Medya, Popüler Kültür ve Orospuluk Söylemi
Popüler kültür ve medya, toplumsal cinsiyet kalıplarının yeniden üretildiği ve dolaşıma sokulduğu önemli alanlardır. Televizyon dizileri, sinema filmleri ve sosyal medya platformları, “orospu” imgesini kimi zaman doğrudan, kimi zaman ise örtük biçimde meşrulaştırır. Kadın karakterlerin cinselliği ön plana çıktığında, genellikle olumsuz sıfatlarla tanımlanmaları, toplumun bu söylemi içselleştirmesini ve yeniden üretmesini kolaylaştırır.
Sosyal medya, bireylerin ifade özgürlüğü açısından önemli bir alan sunsa da, aynı zamanda kadınların en çok hedef alındığı mecralardan biri haline gelmiştir. Kadın kullanıcılar, fotoğraf paylaşımları, kıyafet seçimleri ya da düşüncelerinden dolayı sıklıkla “orospu” ya da benzeri ifadelerle etiketlenmektedir. Bu durum, dijital şiddetin en görünür örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar ve cinsiyet temelli ayrımcılığı dijital düzleme taşır.
Bununla birlikte, son yıllarda kadın hareketlerinin ve feminist söylemlerin güçlenmesiyle birlikte, “orospuluk” kavramı kimi kadınlar tarafından tersyüz edilerek sahiplenilmeye çalışılmaktadır. “Slutwalk” gibi küresel hareketler, bu etiketin kadının özgür cinselliğini ifade etmekte kullanılması gerektiğini savunur. Bu durum, kavramın hem baskı hem de direniş aracı olabileceğini göstermektedir.
4. Cinsel Özgürlük ve Orospuluk: Feminizm Açısından Bir Değerlendirme
Feminist kuram, “orospuluk” etiketini kadınların cinsel özgürlükleri üzerindeki ideolojik baskının bir yansıması olarak görür. Kadınların kendi bedenleri üzerinde karar verme hakkı, ataerkil toplumlarda her zaman tartışmalı bir mesele olmuştur. Bu bağlamda, feministler “orospuluk” söylemine karşı çıkarak, kadının cinselliğini sahiplenme hakkını savunmuşlardır.
Özellikle üçüncü dalga feminizm, kadının cinsel özgürlüğünü, onun politik bir özne olarak eylemliliğinin bir parçası olarak görür. Bu bağlamda, bir kadının çok sayıda partnerle ilişki kurması ya da cinselliğini açıkça ifade etmesi “orospuluk” değil, cinsel özerklik olarak tanımlanmalıdır. Bu düşünce biçimi, hem bireysel hakların hem de toplumsal dönüşümün önünü açmaktadır.
Fakat bu yaklaşım, toplumsal direnişle de karşılaşmaktadır. Geleneksel normların hâkim olduğu toplumlarda, kadın cinselliği hâlâ aile, din ve devlet ideolojileriyle sıkı biçimde denetlenmektedir. Bu nedenle feminist yaklaşımlar, yalnızca bir savunma değil, aynı zamanda politik bir mücadele biçimi olarak da ele alınmalıdır. “Orospuluk” kavramı, kadınların özgürleşme mücadelesinde hâlâ aşılması gereken önemli bir ideolojik engel olarak durmaktadır.
Sonuç: Orospuluk Kültürü ile Yüzleşmek
“Orospu” ve “orospuluk” kavramları, yalnızca bireysel hakaret ya da aşağılamadan ibaret olmayıp, geniş bir toplumsal, kültürel ve ideolojik yapının dışavurumudur. Bu kavramlar aracılığıyla toplum, kadınların davranışlarını, bedenlerini ve ifade biçimlerini denetlemeye çalışır. Bu nedenle bu tür söylemlerin eleştirisi, yalnızca dilsel değil, aynı zamanda politik ve yapısal bir düzlemde gerçekleşmelidir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için, “orospuluk” kavramının kadınlara yönelik bir baskı aracı olmaktan çıkarılması gereklidir. Kadınların cinselliği, ahlaki ya da kültürel normlar çerçevesinde değil, kendi öznellikleri bağlamında değerlendirilmelidir. Bu çerçevede, hem eğitim sisteminde hem de medya alanında dönüşüm sağlanması elzemdir.
Ayrıca “orospuluk” kavramının yalnızca kadınlara özgüymüş gibi sunulması, cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirmektedir. Erkek cinselliğinin övülüp kadın cinselliğinin kınandığı bu ikili yapı, patriyarkanın sürekliliğini sağlar. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eleştirel ve dönüştürücü yaklaşımlar, bireylerin ve toplumun özgürleşmesinin anahtarıdır.
Dipnotlar
1. Foucault, Michel. The History of Sexuality. Pantheon Books, 1978.
2. Butler, Judith. Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity. Routledge, 1990.
3. Arat, Yeşim. “Kadınlar ve Toplumsal Cinsiyet.” Toplum ve Bilim, sayı 85, 2000.
4. hooks, bell. Feminism is for Everybody: Passionate Politics. South End Press, 2000.
5. Fraser, Nancy. “Feminism, Capitalism and the Cunning of History.” New Left Review, no. 56, 2009.
6. Berktay, Fatmagül. Kadın Olmak: Üzerine Yazılar. Metis Yayınları, 2004.
7. Dworkin, Andrea. Pornography: Men Possessing Women. Putnam Publishing, 1981.
8. Akşit, Berrin. “Cinsellik ve Şiddet: Türkiye’de Kadın Temsilleri.” Sosyoloji Dergisi, 2010.
9. McRobbie, Angela. The Aftermath of Feminism: Gender, Culture and Social Change. SAGE, 2009.
10. Gill, Rosalind. “Postfeminist Media Culture.” European Journal of Cultural Studies, vol. 10, no. 2, 2007.