Kopenhag, 17 Temmuz
Zülfü Livaneli’nin “Leyla’nın Evi” romanında geçen bir diyalog, günümüz erkekliğinin nasıl şekillendiğine, kadın bedenine yönelik algının ne denli çarpıtıldığına ve pornografinin birey-toplum cinselliğine nasıl sızdığına dair güçlü bir eleştiri sunuyor.
“Erkekler seksi pornolardan öğreniyor.” Bu cümle, bir roman karakterinin ağzından döküldüğünde kurgu gibi görünse de aslında günümüz toplumlarında yaygınlaşan bir cinsellik eğitim boşluğunun çarpıcı bir itirafı. Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi adlı eserinde geçen bu tespitin devamında, pornografide kadın bedenine yöneltilen aşağılamanın, şiddetin erotikleştirilmesinin ve kadın arzularının sistematik biçimde yok sayılmasının altı çiziliyor. Bu sözler, bir romandan fazlasını söylüyor: toplumsal erkekliğe yöneltilmiş bir aynaya dönüşüyor.
Livaneli, romanında sınıfsal farklılıklar, modernleşmenin travmaları ve kültürel kimlik tartışmaları kadar, kadın-erkek ilişkilerine dair kökleşmiş çarpıklıkları da irdeliyor. Pornografi, yalnızca bir özel alan tüketimi değil; romanın sunduğu bakışa göre, toplumsal cinsiyet rollerini şekillendiren, arzuları tek taraflı yönlendiren, karşılıklı rızayı yok sayan bir sistem hâline gelmiş durumda. Kadın karakterin sesiyle dile gelen bu eleştiri, kadın bedeninin nesneleştirildiği, yalnızca erkek fantezileri çerçevesinde değer kazandığı bir dünyaya karşı sessiz bir çığlık gibi yükseliyor.
Cinselliğin tabu olduğu, sağlıklı cinsel eğitim imkanlarının olmadığı bir toplumda erkekliğin pornografiyle şekillenmesi, kadını cinsel özne değil, edilgen bir araç olarak konumlandırıyor. Bu algı ise yalnızca kadınlara değil, erkeklere de zarar veriyor. Zira bu sistem içinde erkek, gerçek duygularla ilişki kuramayan, sevgiyi şiddetle karıştıran, performansa indirgenmiş bir varlığa dönüşüyor.
Leyla’nın Evi, İstanbul’un değişen çehresiyle birlikte değerlerin, ilişkilerin ve insan ruhunun da nasıl dönüştüğünü anlatırken; pornografiyle kirlenmiş bir cinsellik anlayışına karşı, derin bir kadın bakışı sunuyor. Livaneli’nin bu romanı yalnızca bir aşk, kayıp ya da ev hikâyesi değil; kadın bedeni, erkek egemenliği ve sessizce normalleştirilen şiddet üzerine yazılmış bir çağın tanıklığıdır.
Bugün hâlâ pek çok toplumda cinsellik eğitimsizlik, suskunluk ve utançla kuşatılmışken; Leyla’nın Evi bizlere şunu hatırlatıyor: Kadının sesi duyulmadıkça, erkekliğin dili şiddete dönmeye devam edecek.
Kaynak:
Zülfü Livaneli – Leyla’nın Evi, Remzi Kitabevi, 2006
Kadın ve toplumsal cinsiyet araştırmaları dergileri (2020–2024)