12 Temmuz
21. yüzyılın ilk çeyreği, Ortadoğu’da “egemenlik ve kimlik mücadelelerinin” yeniden yazıldığı, kartların bir kez daha karıldığı bir dönem olarak tarihe geçmiştir. Bu dönem, yalnızca sınırların değil, akıl ve algı sınırlarının da zorlandığı; tankların, tweetlerin önüne geçtiği; teslim olmayanların tiyatro sahnesinde başrol oynadığı bir süreçtir. Özellikle Türkiye özelinde gelişen jeopolitik manzara, dost görünen müttefiklerin (örneğin ABD), taşeron örgütler (örneğin PKK/YPG), figüran liderler (örneğin Öcalan), gölge diplomatlar (örneğin Thomas Barrack) ve hipnotik mesajlarla uyutulan kitlelerden oluşan karmaşık bir “Orta Doğu Dizisi”ni andırmaktadır.
1. ABD’NİN GÖLGEDEKİ YÖNETMENİ VE BOP SÜPER VALİSİ: SÜPER BÜYÜKELÇİ THOMAS BARRACK’IN BÜYÜK SENARYOSU
2003 Irak Savaşı’ndan bu yana ABD’nin Ortadoğu’daki varlığı, askerî operasyonlardan çok “stratejik casting” ile sürmektedir. Thomas Barrack bu bağlamda yalnızca bir iş insanı değil, “Bölge Dramaturgu” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendisi, sadece sermaye aktarımlarının değil, aynı zamanda etnik ayrışma ve anayasal düzenlemelerin perde arkasındaki görünmeyen elidir. Bu bağlamda, Barrack’ın 2020 sonrası bölgedeki diplomatik temasları, “sivil aktör görünümlü süper büyükelçilik” modelinin en parlak örneklerinden biridir.
Bu yüzden, eğer bir gün Süleymaniye’de yeni bir tiyatro sahnesi açılırsa, perdenin ardındaki yapımcıyı sormaya gerek kalmayacaktır.
2. SİLAH BIRAKMIYORLAR, AMA SAHNEDEN DE İNMİYORLAR
KCK -PKK-PYD-PJAK Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın son video mesajları, içeriğinden TANITMA–TANINMA–TOPRAK (Anayasal Özerklik) üçlüsü taleplerinin çok net zamanlamasıyla, bunların ilk ikisinin gerçekleştiği ve stratejik süreçte son aşamaya gelindiği söylemi dikkat çekmektedir. Öcalan’ın açıklamalarında “tanındık” ifadesinin arkasında yatan şey yalnızca bireysel bir kabul değil; bu süreçte Türkiye’deki algıyı kitleleri yanlış algıyla hipnotize eden ve medyayı yöneten Erdoğan–Bahçeli’nin, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından bu vahim durumu, Thomas Barrack ve Öcalan’la birlikte kolektif bir normalleştirme sürecidir. PKK’nın, ASALA’nın izinden giderek önce terör eylemleriyle tanıtılmak, sonra TC devleti ve “dış güçler” tarafından tanınmak ve nihayetinde toprak talebiyle “anayasallaşmak” istemesi; hiçbir şekilde “silah bırakma” değil, silahları arka planda tutarak diplomatik sahnede görünür olma stratejisidir.
Hülya Oran’ın (çatı örgütleri olan KCK’nın eş başkanı Bese Hozat) Süleymaniye’deki “silah yakma” tiyatro-eylemi ise silah bırakma değil, bir PR kampanyasıdır. Bu sahne, gerçekte bir “silah yakma–teslim olma töreni” değil; kitlenin zihinsel algısına yönelik bir sahne tasarımıdır. Zaten Hülya Oran da konuşmasında bunu söylemiştir.
3. SURİYE’YE IRAK’TAN BEŞ BİN PKK’LININ AĞIR SİLAHLARIYLA BİRLİKTE GEÇİRİLMESİ: ABD LOJİSTİĞİNİN EN İYİ ORGANİZASYON ÖRNEĞİDİR
Geçtiğimiz günlerde yaklaşık beş bin silahlı unsurun ağır silahlarla birlikte Irak’tan Suriye’ye geçişi, yalnızca askerî bir hareket değil; ABD’nin taşeron gücü olan yapılara “kadro desteği” sağlamasıdır. Bu organizasyon, ne Türkiye’nin “kontrolümüzde” ifadesiyle açıklanabilir, ne de sıradan bir sınır güvenliği meselesidir. Aksine, bu, ABD’nin sahadaki fiilî kontrolünü sürdürdüğünün somut bir göstergesidir.
Bu anlamda da şunu demek abartılı olmayacaktır: Eğer bu geçiş bir tiyatro olsaydı, lojistik ekibi mutlaka Emmy ödülü alırdı.
4. YENİ ANAYASA VE KONFEDERASYON HAVUCU: KİME NE VAAT EDİLİYOR?
Türkiye’nin gündeminde giderek daha fazla yer kaplayan “yeni anayasa” tartışmaları, sadece hukuki bir reform değil; bu TC’ye dayatılan, etnik ve yapısal bir yeniden dizayn projesinin parçası olarak okunmalıdır. Federatif yapı tartışmaları, “konfederasyon havucu” ile desteklenmekte ve toplumun çeşitli kesimlerine bölgesel özerklik hayalleri pazarlanmaktadır.
Bu bağlamda anayasa tartışmaları, Öcalan ve Thomas Barrack’ın, Bahçeli–Erdoğan’ın kolektif çaba ve mesajlarıyla eşgüdümlü biçimde yürütülmekte; PKK’nın hedefleri anayasal zemine taşınmaya çalışılmaktadır. Bu durum yalnızca siyasî bir risk değil, ülke bütünlüğü açısından tarihsel bir kırılma noktasıdır.
5. KİM KONTROLDE? TÜRKİYE Mİ, YOKSA BİRİLERİ Mİ?
Türk yetkililerin “her şey kontrolümüzde” açıklamaları, kitlenin zihnini oyalama, hipnotize etme ve ABD planlarının üzerini örtme çabasından başka bir şey değildir. Bu söylemler, halkı hipnotize eden ve gerçekleri perdeleyen, sahte algılar yaratan retorik silahlardır. Tıpkı silah bırakmadan – silahlarla birlikte bölgenin tamamında – teslim olmayan “barış” diyen aktörler gibi, “kontrolde” kelimesi de bir illüzyondan ibarettir. Çünkü kontrol yüzde yüz ABD’dedir.
SONUÇ: TESLİM OLMAYANLARIN GÖLGESİNDE KALINMAMALI VE BU UCUZ TİYATROYA SON VERMELİ
Bu makalede ele alınan olaylar, bölgesel bir oyun olmaktan çok küresel bir senaryonun sahnelenmesidir. PKK’nın sahte silah bırakma tiyatro gösterileri, ABD’nin bölgesel taşeronları, Türkiye’nin yeni anayasa süreci ve halkın hipnotize edilmesi, büyük bir stratejik oyunun parçalarıdır. Bu oyunun temel amacı, Türkiye’yi federatif yapıya sürüklemek, bölmek ve nihayetinde etkisiz bir bölgesel aktöre dönüştürmektir.
Ancak bu oyunu bozmanın yolu, gerçekleri görme cesareti, millî müdafaa ruhunun yeniden canlandırılması ve halkın teslimiyetçi söylemlere karşı uyanması ve örgütlü mücadelesidir.
Ve son olarak:
Bu tiyatroda sahneye çıkmadan önce, senaryoyu yazanları tanımak gerekir. Çünkü perde kapandığında alkışı alanlar değil, oyunun tasarımını yapanlar kazanır.
Öcalan’ın son videoda dile getirdiği ve Hülya Oran’ın Süleymaniye’de oynadığı tiyatro oyunundaki ifadelerle, PKK’nın “mücadele stratejisini ve kimliğini tanıttık; şimdi tanındık ve geriye sadece son aşama kaldı: toprak” yani özerklik ve anayasa değişikliğiyle toprak talebi, açıkça dile getiriliyor. Hülya Oran ve Öcalan’ın açıklamaları bu durumu daha ne kadar açık ifade edebilir ki?