Beyaz Saray’da gerçekleşen bir görüşmede, ABD Başkanı Donald Trump, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa’ya beş dakikalık bir video izletti. Videoda, Güney Afrika’da beyaz çiftçilere yönelik sözde cinayetler anlatılıyor, Trump ise “ölüm, ölüm, korkunç ölüm” sözleriyle bu anı dramatize ediyordu.
Ancak bu sahne, sadece diplomatik bir tuhaflık değil; aynı zamanda tarihsel bir ikiyüzlülüğün yansımasıydı. Çünkü o videoyu izletmeden önce, hiç kimse Trump’a Amerika’nın kendi topraklarında işlediği gerçek soykırımların görüntülerini izletmedi.
Yerli Halklara Yönelik Sessiz Bir Soykırım
Amerikan ulusunun üzerine inşa edildiği ilk suç, kıtanın asıl sahipleri olan yerli halklara karşı yürütülen sistematik soykırımdı. 1830’da çıkarılan Indian Removal Act ile binlerce yerli, kadim topraklarından sürüldü. Cherokee halkının yaşadığı “Gözyaşı Yolu”nda yaklaşık 4.000 kişi açlık, soğuk ve hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.
Kabileler yok edildi, kültürleri bastırıldı, çocuklar zorla misyoner okullarına gönderilerek ana dilleri ve kimlikleri silindi. Bu yok oluş sadece bedenleri değil, bir halkın ruhunu da hedef aldı.
Bugün hâlâ birçok yerli halk, atalarının kutsal topraklarına erişim için mahkemelerde mücadele veriyor. Bu tarihsel gerçek, Amerika’nın devlet belgelerinde dahi yer almasına rağmen, Beyaz Saray’ın duvarlarında yankı bulmuyor.
Kölelik ve Siyah Bedene Yazılmış Tarih
Amerika’nın övündüğü “özgürlük ideali”, siyahların zincirlenmiş tarihinin gölgesinde şekillendi. 1619’da ilk Afrikalı kölelerin kıyıya ayak bastığı günden itibaren, siyah bedenler bu ülkenin ekonomik motoru haline getirildi. Tarlalarda, evlerde, madenlerde çalıştırıldılar; dövüldüler, tecavüze uğradılar, çocuklarından koparıldılar.Milyonlarca Kızılderili ve Afrikalı köle olarak öldürüldü.
Köleliğin resmi olarak kaldırılmasının ardından dahi özgürlük, siyahlar için sadece bir kavramdan ibaretti. Jim Crow yasaları, ırk ayrımını kurumsallaştırdı. Siyah mahallelerin yok edildiği 1921 Tulsa Katliamı gibi olaylar, sistematik ırkçılığın ne kadar derin olduğunu gösterdi.
Bugün bile siyah Amerikalılar, polis şiddetinden eğitimdeki eşitsizliklere, iş gücü piyasasındaki ayrımcılığa kadar süregelen yapısal sorunlarla başa çıkmaya çalışıyor. Tarih değişse de, düzen aynı kalıyor.
Trump ve Amerika’nın Çifte Standardı
Trump’ın Ramaphosa’ya yönelttiği “Bu mezarlar nerede?” sorusu, aslında Amerika’nın kendisine yöneltilmelidir.
Bu topraklarda, yerli halklara ait halen bulunmamış yüzlerce toplu mezar var. Siyahların linç edildiği, diri diri yakıldığı belgelenmiş olaylar var. Ancak bu tarihsel acılar karşısında gösterilen suskunluk, başka milletlerin trajedileri söz konusu olduğunda yerini yüksek sesli ahlak nutuklarına bırakıyor.
Trump ve benzeri liderler için “adalet” sadece beyaz kimliklere yöneltilmiş tehditlerde anlam kazanıyor. Bu yaklaşım sadece siyasi bir çifte standart değil; aynı zamanda tarihsel bir yüzsüzlüktür.
Gerçek Adalet, Ayna Tutabilen Hafızadır
Trump’ın izlettirdiği video, beyaz bir azınlığın acısını görünür kılma çabası gibi sunulsa da, aslında Amerika’nın kendi unutulmuş trajedilerini yeniden hatırlattı. Çünkü gerçek ahlaki duruş, başkalarının suçlarına değil, önce kendi karanlık geçmişine bakabilme cesaretinde gizlidir. Amerikan tarihinde yüzleşilmemiş üç büyük yara vardır: Topraklarından sürülen, kültürleri silinen ve soykırıma uğrayan Kızılderililer; zincire vurulmuş, özgürlükleri uğruna linç edilmiş Afrikalı köleler; ve bugün hâlâ siyahları ve yerli halkları sistematik olarak ezen süreğen ırksal eşitsizlik. Eğer bir ülke gerçekten insan haklarından söz etmek istiyorsa, önce kendi tarihindeki karanlıkla yüzleşmelidir. Aksi halde her adalet çağrısı, sadece başka acıları araçsallaştırmak anlamına gelir.
Amerika’nın suskunlukları büyüdükçe, dünya artık sadece ne dediğini değil, neyi sustuğunu da duymaya başladı. Ve belki de bu yazıyı şu sözlerle bitirmek gerekir: Bir halkın adaleti, başka halkların acılarına gösterdiği saygıyla ölçülür. Mazlumun sesi olmak isteyen, önce kendi zalimini tanımalıdır. Hakikat, sadece söylenenle değil, susulanla da yazılır. Çünkü gerçek adalet, başkasının yarasına dokunmadan önce kendi vicdanındaki sessizliği duymayı gerektirir.