Üçüncü Dünya Savaşı’nın Olasılığı

İkinci Dünya Savaşı, küresel çapta büyük bir yıkım yaratmış ve ardından gelen Soğuk Savaş dönemi, dünya genelindeki güç dengesini büyük ölçüde şekillendirmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, dünya devletleri arasındaki rekabetin yerini, küresel barışa ve işbirliğine yönelik yeni bir döneme bırakacağı umudu doğmuştu. Ancak, son yıllarda, özellikle büyük güçler arasındaki siyasi ve askeri gerilimler, ekonomik çatışmalar ve bölgesel savaşlar, Üçüncü Dünya Savaşı’nın olasılığını sorgulamaya devam etmektedir.

  1. Uluslararası İlişkiler Teorileri ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın Olasılığı

Uluslararası ilişkiler teorileri, devletler arasındaki ilişkilerin temelini ve uluslararası savaşların olasılığını anlamada kritik bir rol oynamaktadır. Gerçekçilik (realizm), liberalizm, yapısal teori ve eleştirel teoriler, büyük savaşların olasılığını farklı açılardan ele alır.

2.1. Gerçekçilik ve Güç Dengesi
Gerçekçilik, uluslararası ilişkilerdeki en köklü teorilerden biridir. Bu yaklaşım, devletlerin egemenliklerini korumak ve güvenliklerini sağlamak amacıyla sürekli bir güç mücadelesi içinde olduklarını savunur. Gerçekçi teorisyenler, uluslararası sistemin anarşik olduğunu, yani hiçbir küresel hükümetin var olmadığını ve bu durumun büyük savaşları tetikleyebileceğini belirtir. 1945’ten sonra kurulan dünya düzeni, Batı ve Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş rekabetiyle şekillenmiştir. Ancak, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle beraber tek kutuplu dünya düzeni ortaya çıkmış olsa da, yeni güç merkezlerinin doğması (örneğin Çin) ve mevcut güç merkezlerinin (ABD, Rusya) rekabeti, uluslararası ilişkilerdeki gerginliği yeniden arttırmıştır (Mearsheimer, 2001).

2.2. Liberalizm ve Ekonomik Bağımlılık
Liberal teoriler, devletler arasında artan ekonomik bağımlılıklar ve uluslararası örgütlerin rolünü vurgular. Liberal görüşe göre, ülkeler arasındaki ticaret ilişkilerinin derinleşmesi, büyük savaşların olasılığını azaltır çünkü ekonomik faydalar, savaşın maliyetlerinden çok daha yüksektir. 1989’dan itibaren küreselleşme süreci, dünya ekonomisinin birbiriyle daha çok entegre olmasına yol açmış ve bu da büyük savaşların maliyetini yükseltmiştir. Örneğin, ABD ile Çin arasındaki derin ekonomik ilişkiler, bu iki ülkenin doğrudan askeri çatışmalar yaşamasını oldukça zorlaştırmaktadır (Keohane & Nye, 1977). Bununla birlikte, ekonomideki krizler ve rekabetçi egolar, savaşların patlak vermesine de neden olabilir, özellikle de kaynakların ve stratejik bölgelerin paylaşımı söz konusu olduğunda.

  1. Nükleer Silahlar ve Küresel Güvenlik

Nükleer silahların varlığı, sıcak savaşların gerçekleşme olasılığını doğrudan etkileyen bir faktördür. Soğuk Savaş dönemi, nükleer caydırıcılık teorisinin en belirgin şekilde kullanıldığı bir dönemdir. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki nükleer silahlanma yarışında, her iki tarafın da birbirini imha edebilecek kapasiteye sahip olması, doğrudan çatışmaların önüne geçmiştir. Nükleer caydırıcılık, “karşılıklı garanti edilmiş yok olma” (MAD) ilkesine dayanmaktadır (Jervis, 1976). Bu bağlamda, nükleer silahların varlığı, büyük çaplı savaşların olasılığını azaltan bir faktör olarak öne çıkmaktadır.

Ancak, nükleer silahların kontrolsüz bir şekilde yayılması, çeşitli tehditler yaratabilir. ABD , İngiltere, Fransa, Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore, İsrail ve muhtemelen Güney Afrika ve İran gibi devletlerin nükleer silah kapasitesine sahip olması, küresel güvenliği ekonomik ve askeri rekabetlerde eklenirse daha kırılgan hale getirmektedir. Ayrıca, terörist grupların nükleer silah edinme olasılığı, daha sınırlı ancak yıkıcı bir tehdit olarak öne çıkmaktadır (Sagan, 1993).

  1. Askeri İttifaklar ve Bölgesel Çatışmalar

Askeri ittifaklar, devletler arasındaki güvenlik bağlarını güçlendirmeyi ve kolektif savunma sağlamayı amaçlar. NATO ve benzeri askeri ittifaklar, büyük bir savaşın olasılığını azaltan unsurlar arasında yer alır. Bununla birlikte, bu ittifaklar aynı zamanda çatışmaların daha geniş çaplı hale gelmesine de neden olabilir. Özellikle NATO’nun genişlemesi, Rusya’yı tehdit olarak algılayan ve buna karşılık olarak askeri stratejiler geliştiren bir Rusya’nın doğmasına yol açmıştır. Ukrayna’daki kriz ve 2014’teki Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, bu gerilimin en açık örneklerindendir (Allison, 2014).

Bununla birlikte, Asya-Pasifik bölgesindeki askeri ittifaklar ve Çin’in yükselen askeri gücü de kuzey Küreye karşı benzer bir tehdit algısı oluşturmaktadır. Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki bölgesel hak iddiaları, ABD ve müttefikleriyle olan gerilimleri artırmıştır. ABD, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerle olan ittifakları, Çin’in genişleme politikasına karşı bir denge unsuru oluşturmaktadır. Ancak, bu güçler arasındaki karşılıklı tehdit algıları, bölgesel çatışmaları ( örneğin İran’a bir muhtemel ABD ve İsrail saldırısı gibi) küresel bir savaşa dönüştürebilecek potansiyele sahiptir.

  1. Teknolojik Değişim ve Yeni Savaş Yöntemleri

Teknolojik gelişmeler, savaşın doğasını köklü bir şekilde değiştirmiştir. Siber savaşlar, yapay zeka ve otonom silahlar, modern savaşın en belirgin özelliklerindendir. Bu yeni savaş yöntemleri, geleneksel askeri çatışmaların yerini alarak, daha düşük maliyetli ve daha hızlı gerçekleşen çatışmalara yol açmaktadır. 2007’deki Estonya’daki siber saldırılar ve 2015’teki Ukrayna elektriği kesilmesi gibi olaylar, devletler arası siber gerilimlerin bir savaş biçimi olarak ortaya çıkabileceğini göstermektedir (Libicki, 2009).

Ayrıca, insansız hava araçları (İHA’lar) ve yapay zeka destekli silah sistemleri, askerî stratejilerin hızla değişmesine neden olmaktadır. Bu teknolojiler, savaşların daha az kayıp ve daha sınırlı hedeflerle yapılmasını sağlayabilir, ancak aynı zamanda daha fazla tarafın savaşa dahil olmasına yol açabilir. Bu, büyük bir sıcak savaşın olasılığını azaltmak yerine, yeni türde çatışmaların ve bölgesel gerilimlerin artmasına neden olabilir.

  1. Sonuç

Üçüncü Dünya Savaşı’nın olasılığı, uluslararası ilişkilerdeki pek çok faktöre bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Nükleer caydırıcılık, küresel ekonomik bağımlılıklar, askeri ittifaklar ve teknolojik yenilikler, büyük bir küresel çatışmanın olasılığını azaltan unsurlardır. Ancak, bölgesel çatışmalar, küresel ekonomik krizler, askeri gerilimler ve stratejik rekabet, dünya genelinde büyük bir savaşı tetikleyebilecek potansiyele sahiptir.

Özellikle, büyük güçler arasındaki rekabet, nükleer silahların yayılması, bölgesel askeri çatışmalar ve yeni teknolojilerin hızla gelişmesi, küresel barışı tehdit eden unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle, diplomatik çabalar, uluslararası işbirlikleri ve savaşın önlenmesine yönelik stratejik planlamalar, uluslararası güvenliğin sağlanması için kritik öneme sahiptir.

Kaynakça
• Allison, G. (2014). Destined for War: Can America and China Escape Thucydides’s Trap? Harvard University Press.
• Arquilla, J., & Ronfeldt, D. (1997). The Emergence of Noopolitik: Toward an American Information Strategy. RAND Corporation.
• Jervis, R. (1976). Perception and Misperception in International Politics. Princeton University Press.
• Keohane, R. O., & Nye, J. S. (1977). Power and Interdependence: World Politics in Transition. Little, Brown, and Company.
• Libicki, M. C. (2009). Cyberdeterrence and Cyberwar. RAND Corporation.
• Mearsheimer, J. J. (2001). The Tragedy of Great Power Politics. W. W. Norton & Company.
• Sagan, S. D. (1993). The Limits of Safety: Organizations, Accidents, and Nuclear Weapons. Princeton University Pres

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir