Kopenhag Hayvanat Bahçesi (ZOO), dünyanın karşı karşıya olduğu biyoçeşitlilik krizine dikkat
çekmek amacıyla Belediye Meydanı’na sekiz metre yüksekliğinde dev bir yerleştirme kurdu. “Doğa
Sarsılıyor” adını taşıyan bu etkileyici çalışma, klasik Jenga oyunundan esinlenmiş dev bir kuleyi ve
tepesinde dengede duran bir gergedanı içeriyor. Yerleştirmenin amacı sadece dikkat çekmek değil,
aynı zamanda umuda ve harekete ilham vermek.
Kule, Ølstykke Kereste Fabrikası’nda üretilmiş her biri 200 kilo ağırlığında 36 adet masif Douglas
köknarı bloktan oluşuyor. Her blok doğadaki bir canlı türünü simgeliyor. En üstte yer alan gergedan
ise nesli tükenme tehlikesi altındaki hayvanları temsil ediyor. Bu bloklardan biri çekildiğinde kule
nasıl dengesini kaybedip yıkılma riskiyle karşı karşıya kalıyorsa, doğada da bir türün kaybı
ekosistemi aynı şekilde sarsıyor.
Kopenhag Hayvanat Bahçesi CEO’su Pernille Mehl, yaptıkları çalışmalara örnek olarak Orø
adasına yeniden yeşil kurbağaların yerleştirilmesini sağladıklarını belirtiyor. Hayvanat bahçesi bu
proje ile hem vatandaşları hem de karar vericileri doğanın korunması için harekete geçmeye
çağırıyor. “Doğa Sarsılıyor” adlı yerleştirme 14 Temmuz 2025’e kadar Belediye Meydanı’nda
ziyaret edilebilir.
Bu tür girişimler, doğanın dengesi bozulduğunda aslında insan yaşamının da sarsıldığını açıkça
ortaya koyuyor. Çünkü doğa sadece çevremiz değil, aynı zamanda varoluşumuzun temelidir. Son
yıllarda Avrupa Birliği’nin de öncülüğünü yaptığı biyoçeşitlilik politikaları, bu krizin ciddiyetini kabul
ettiğimizi gösterse de, uygulamada ne kadar başarılı olduğumuz hala sorgulanmakta. Biyoçeşitlilik,
gıda güvenliğinden temiz suya, sağlıklı hava koşullarından verimli topraklara kadar yaşamın her
alanında belirleyici bir rol oynar.
Örneğin, bu yıl yaylalarda gözlemlenen arı popülasyonundaki artış umut verici. Koloni çöküş
sendromu yaşamayan arılar, doğanın küçük ama hayati bir parçası olarak yeniden canlandıklarını
gösteriyor. Arılar olmazsa, tozlaşma olmaz; tozlaşma olmazsa bitki, dolayısıyla hayvan ve insan
yaşamı olmaz. Bu noktada Albert Einstein’a atfedilen ama kime ait olduğu netleşmemiş şu söz çok
anlamlı: “Arılar yeryüzünden kaybolursa, insanın dört yıl ömrü kalır.”
İnsan, doğayı dönüştürme gücüne sahip tek canlı olarak hem sorunların kaynağı hem de çözümün
bir parçası. Nüfus artışı, üretim biçimlerindeki vahşi değişim, konfor tutkusu ve tüketim çılgınlığı
doğayı hızla tahrip ediyor. Bu tahribat, toprağı, suyu, havayı ve canlı yaşamını etkileyerek insanı da
zor durumda bırakıyor. Ancak doğa değişime adapte olabilen türlerle yoluna devam ediyor.
Darwin’in de dediği gibi: “Hayatta kalan ne en güçlü olandır ne de en zeki… Değişime en çok ayak
uydurandır.”
Kopenhag’daki “Doğa Sarsılıyor” yerleştirmesi, tam da bu noktaya dikkat çekiyor: İnsan olarak
değişime ayak uydurmak ve doğayla birlikte var olabilmek için bir an önce harekete geçmeliyiz. Her
bir tür, doğanın büyük yapbozunun bir parçasıdır. Bir parça eksildiğinde tüm resim bozulur. Bu
yüzden sadece doğayı korumak değil, aslında kendimizi korumak için mücadele ediyoruz. Ne
kadar çok blok çıkarırsak, doğa da o kadar hızlı çöker. Belki de artık sormamız gereken tek soru
şu: Daha kaç tür yok olmalı ki biz de düşmeye başlayalım? Gerçi ne diyordu Darwin: “Ne en güçlü
olan tür hayatta kalır ne de en zeki olan… Değişime en çok adapte olabilendir hayatta kalan!”