Türkiye’nin dört bir yanında sahte diplomalar, dünyada sahte liderler, sahte peygamberler, sahte din adamları, hatta sahte paralar…

Kopenhag, 13 Ağustos 2025

Sahte olmak artık ayıp değil, aksine kariyer fırsatı. Yeter ki kalabalıklar alkışlasın, vitrin güzel görünsün. İçinin boş olması önemli değil; zaten çoğunluk içini merak etmez, ambalaj yeter. Devletler de sahtekarlığı, yalanı “ülke güvenliği” diye ambalajlıyor, “Biz yapıyoruz çünkü biz yoksak kaos çıkar” diyen dünya liderleri. Halk bu hikâyeye bayılıyor çünkü gerçek onları huzursuz eder. Gerçeğin kırışıklıkları vardır, o yüzden yüzüne bakmak istemezler. Halk  için “Televizyonda söylediler, doğrudur” zaten uluslararası standart sertifikalı hakikat.

Ama sahtecilik sadece devlet işinde değil, hayatın her köşesinde. Markette hormonlu domates: kocaman, kırmızı, parlak, tadına gelince duvar sıvası. Portakalın turuncusu boya, etin kırmızısı boya; doğallık sadece etiketin üstünde. Bal diye satılan şey şeker şurubu, zeytinyağı diye aldığın şey rafine yağ karışımı. İnsanların damak tadı değil, gözü doyuruluyor; mide kandırmaya müsait. Evlerde taklit marka çantalar, sahte parfümler, Çin’den gelen “lüks” saatler… Telefonlar orijinal gibi ama içi boş, tıpkı çoğu insanın beyin deposu gibi.

Günümüzün bu çağın en eğlenceli sahteciliği: yüzler. Sahtecilik markette, sahte peygamberlerde, sahte diplomalarda, sahte liderlerde dolaşırken, en çok merak konusu olan alanlardan biri kadınların estetik müdahaleleri oldu. Botoksla felç olmuş kaşlar, donmuş alınlar, gülünce bile yerinden oynamayan dudak kenarları… “Gençleştik” diyorlar ama gülüşleri morg sessizliğinde. Çoğu, merdiven altı güzellik merkezlerinde, sağlıksız dolgularla yapılmış; sahte gençlik tıpkı ülkelerin “mutlu ülke” masalları gibi, pürüzsüz görünüyor ama altı çürük. Estetik adı altında yapılan bu karnaval, yüzün mimiklerini öldürmekle kalmıyor, insanın duygularına da formaldehit basıyor. Ama çoğunluk bunu da seviyor çünkü sahte güzellik, sahte huzur kadar kolay yutuluyor. Gerçek yüz kırışır; sahte yüz sadece çatlar.

Oysa doğada sahte diye bir şey yoktur. Elma çürür ama çürüğünü saklamaz; güneş vurduğunda çürük tarafını gizleyecek makyajı yoktur. Ağaçlar, yazın yeşil yapraklarını yavaş yavaş sarıya, turuncuya, kırmızıya ve kahverengiye çevirir. Yaprak solar ama “ben hâlâ ilkbahardayım” diye bağırmaz. Çam ağacı iğnesini döker ama bunu “yeni model tasarım” diye pazarlamaz. Kertenkele kuyruğunu koparır, yenisini çıkarır ama “en başından beri bu kuyruktu” yalanını söylemez. Kartal yaşlanınca tüyleri beyazlar, o da bilir ki bu beyazlık zayıflık değil, ömrün onurudur. Nehirler, taşları yıpratır ama onları cilalamaz; her çatlak, suyun sabrının imzasıdır. Doğada yalan, sahtekarlık iki yüzlülük yoktur; yalnızca çıplak gerçek, bütün kusurlarıyla var olur.

İnsan ise tam tersine, kendi kusurunu örtmek için mucit olur. Boya sürer, parlak etiket yapıştırır, filtre ekler, “organik” damgası basar. Hatta bazen kendi yalanına öyle inanır ki, doğanın gerçeğini görse “Bu fazla gerçek, kim alır ki?” der. Çünkü gerçeğin tadı bazen ekşidir, bazen acı, insanın damağı sahte şekerle uyuşmuşsa, gerçeğin o doğal acılığı ona hakaret gibi gelir.

Sahtekarlık Avrupa’ya düşünülen, planlanan bir eylem olarak, demokrasi ve insan hakları diye övünüyor ama Almanya’da “güvenlik” bahanesiyle özel hayat neredeyse yok sayılıyor, Fransa’da özgürlük bayrağı altında protesto etmek yasak, İngiltere Brexit’le kendi ülkesini korurken aslında başkalarının haklarını kısıtlıyor. Kapılar sığınmacılara kapalı, “özgürlük” ve “adalet” sadece sözde kalıyor. Amerika özgürlük ülkesi derler ama polis şiddeti milyonların özgürlüğünü yok ediyor. Silikon Vadisi’nde özgürlük, “verini bize sat” demek, gözetim devletiyse gerçek. “Halkın güvenliği” için internet izleniyor, özgürlük ise reklam sloganı. Üstelik diğer ülkelerin iç işlerine burnunu sokmakta lider.

İskandinavlar dünyanın en mutlu ülkeleri ama mutluluk, “sorun çıkarma, herkes aynı fikirde olsun” zorlamasından ibaret. Sosyal devlet güçlü ama muhalif sesler “mutluluk dışı” ilan edilir. Mutluluk, suskunluk ve uyumun şifresi.

Orta Doğu’da, üç dinin mensupları tarafından ve Afrika’da ise zulüm “Tanrı emretti” ya da “sınırlar kutsaldır” diye meşrulaştırılarak insanları öldürüyorlar. Savaşın ortasında “barış için dua ve din ” sloganı atılır. Zulüm kutsallaşır, yalan din kisvesine bürünür, insan hakları hiçe sayılır.

Çoğunluk, aptallığın ve sahteciliğin buluşma noktasıdır. Sahte liderlerin “ülke güvenliği” masalları komedi gibidir. Herkes “sizin iyiliğiniz için” der ama asıl mesaj “kimse itiraz etmesin”dir.

Bir yalan milyon kere tekrarlansa hâlâ yalandır ama çoğunluk söylerse “kutsal” olur. Sahte peygamberler, sahte liderler, sahte yüzler, sahte gıdalar… Hepsi aynı zincir marketin farklı reyonları. Çoğunluk “gerçek” gibi davranıyor çünkü sorgulamak ağır iş; üstelik kalori yakar. Gerçek azınlık için vardır, kalabalık için dekor. Gürültü hep çoğunluğa aittir; hakikat ise arka sokaklarda saklanır.

Kısacası, gerçeklik ne kadar zor ve çetin olursa olsun, sahteye dayanmak geçici bir yanılsamadır . Doğa, insan ruhu gibi, her zaman kendi özüne döner; maskeler düşer, perdeler açılır. Unutmayalım ki, ışık ne kadar gizlenirse gizlensin, karanlık kendi içine çöker; sahte varlıklar ne kadar parlatılırsa parlatılsın, içlerindeki boşluk ve yıkım er ya da geç kendi sesini yükseltir. İşte o an, gerçeklerin yumuşak ama sarsıcı dokunuşu, insanı yeniden kendisi olmaya çağırır; çünkü yaşamın en derin anlamı, yüzümüzde değil, ruhumuzun samimiyetinde saklıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir